Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

Erdoğan 'Akil İnsanlar'a vize vermedi!

$
0
0
Rizgarî Online/ Erdoğan´ın Akillere kırmızı çizgisi: İmralı ve Qendîl…Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan´ın, “BDP heyetleri zaten gidiyor” diyerek akil insanların İmralı veya Qendîl ziyaretlerine vize vermediği bildirildi.Vatan gazetesinden Kemal Göktaş´ın haberine göre,”Erdoğan’ın akil insanlar komisyonu üyeleri ile yaptığı ilk toplantıda önce soru yöneltmek isteyenlerin isimleri alındı. Adını yazdıran 15 kişi daha sonra söz alarak görüşlerini ve sorularını yöneltti. Başbakan ise bütün soruları net etti ve tek tek yanıt verdi.Öcalan’ın doğum gününde Halfeti’de toplananlara İmralı’dan gönderdiği mesajını okuyan Zübeyde Teker, Başbakan’ın sorunu “terör sorunu” olarak ifade etmesinin Kürtlerde güvensizlik yarattığını söyledi. KESK Başkanı Lami Özgen de Kürt sorununun tarihsel boyutuna işaret ederek “terör” kavramına indirgenemeyeceğini savundu. Sorunun birçok boyutu olduğunu kabul ettiğini söyleyen Başbakan Erdoğan ise yasalardaki terör tanımını esas alarak konuştuğunu ve buna göre işlem yaptıklarını söyledi. Sorular arasında “akil insanlar heyeti içinden belirlenecek bir grubun Kandil ve İmralı’ya gidip gitmeyecekleri” de yer aldı. Erdoğan bu soruya “BDP heyetlerinin zaten İmralı’ya gittiğini, akil insanların bu tür bir ziyaretine gerek olmadığı” yanıtını verdi.

“Temsilcimiz değilsiniz”

Toplantıda, çalışma programı ile ilgili herhangi bir belirleme yapılmadığı ve bunun tamamen heyetlere bırakıldığı belirtildi. “Parti veya hükümet temsilcisi değilsiniz” denilen bilgilendirmede, heyetlerin çalışma biçimlerine ve içeriklerine hiçbir şekilde karışılmayacağı ifade edildi. Üyelere bilgi veren Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı yetkilileri de heyetlere “lojistik destek vereceklerini”, uçak, otel, otobüs gibi masrafların karşılanacağını belirtti.

‘Barışın önemini halka anlatacağız’

AKİL İnsanlar İç Anadolu Bölge Grubu üyesi Prof.Dr. Doğu Ergil, “Her grubun kendine özgü vereceği karar ve çalışma yöntemi olacak” dedi. “Akil İnsanlar içinde barış sürecini şiddetle destekleyen ve biraz daha ihtiyatlı olanlar bulunduğunu söyleyen Prof. Ergil, şöyle devam etti: “Bizim görevimiz halkımıza barışta tüm Türkiye’nin kazanacağını, savaşta ise ülke olarak kaybedeceğimizi anlatmak olacak. Amacımız barışın sağlanması ve demokratikleşme yolunda sıçrama yapmak” dedi.“

RO/Zilan Dersim

Özbudun: BDP'nin önerisi Bask modeli gibi

$
0
0
Rizgarî Online/ BDP´nin, "değiştirilemeyecek madde" olmamasını istediği yeni Anayasa'da İspanya'nın Bask modeline yakın bir öneri sunduğu ileri sürüldü.BDP; Anayasa'nın Başlangıç ve Genel İlkeler bölümüne ilişkin önerilerini TBMM Uzlaşma Komisyonu'na sundu. Öneride, Başlangıç bölümü, "biz Türkiye halkı" diye başlarken, cinsel yönelimi farklı olan eşcinceller dahil herkesin eşit olduğu vurgulanarak, şöyle dendi."Biz Türkiye Halkı, bütün bireylerin ve halkların, evrensel insan hak ve özgürlüklerine sahip olduğu inancını taşıyoruz. Irk, dil, din, mezhep, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken ve benzeri hiçbir ayrım yapmaksızın herkesin eşit olduğunu kabul ediyoruz. Türkiye'de yaşayan tüm farklı kimlikler, kültürler, diller ve inançlar bu anayasanın güvencesi altındadır. Farklılıklarımızı, toplumsal bütünlüğümüzün harcı olarak görüyoruz" denildi."YERİNDEN YÖNETİM AĞIRLIK KAZANIYOR"

BDP´nin Anayasa taslağını değerlendiren Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun, "BDP'nin modelinde yerinden yönetim ağırlıklı nitelik taşıyor. Bölge meclislerinde ikinci resmi dilin kullanımı isteniyorsa bu İspanya'daki Bask Modeli ve Katalanya Modelidir. İspanya'da Bask bölgesinde İspanyolca ile birlikte Baskça tüm resmi işlerde ve eğitimde kullanılabiliyor" dedi.

RO/Zilan Dersim

Kürd mahallesine hava saldırısı

$
0
0
Rizgarî Online/ Suriye'nin ikinci büyük kenti Halep'teki Kürd Mahallesi Şêx Meqsûd bugün yeniden bombalandı. Savaş uçakları tarafından yapılan bombardımanda biri çocuk olmak üzere 5 kişi hayatını kaybetti. Baas rejimi Halep'teki Kürd mahallesine yönelik saldırılarını sürdürüyor. Bugün saat 11.00 sıralarında Şeyh Maksut'a düzenlenen hava saldırısında biri çocuk 5 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi de yaralandı. Daha önceki bilgide saldırının top atışları ile yapıldığı belirtilmişti.mahalledeki hastaneye, bir kısmı da komşu Afrin kentindeki hastanelere taşındı.

Başar El Esad'ın ordusu 29 Mart'tan bu yana mahalleyi bombalıyor. Şu ana kadar 30 dolayında kişinin bu bombardımanlar sonucu hayatını kaybettiği sanılıyor. Rejimin saldırılarına karşı YPG güçlerinin düzenlediği misilleme eylemlerinde ise 40 dolayında asker öldü.”

İlk belirlemelere göre 16 kişi yaşamını yitirdi.

Video için şu linke girilebilir: http://www.firatnews.com/news/guncel/halep-te-kurt-mahallesine-hava-saldirisi.htm

Not:Video rahatsız edici görüntüler içermektedir. (+18)

RO/Cemil Süphan

PKK içindeki 33 kadro neden infaz edildi…

$
0
0
Rizgarî Online/ Dîyarbekîr Cezaevinde bulunan PKK'nin eski efsane komutanı, itirafçı Şemdin Sakık, Öcalan'ın talimatı ile infaz edilen yardımcılarının isimlerini ve neden öldürüldüklerini açıkladı. Star gazetesinden Şeyhmus Çakan'ın haberinde şunlar kaydedildi:“Diyarbakır Cezaevinde ömür boyu hapis cezasını çeken ve PKK’nın 2’nci adamı konumundaki Parmaksız zeki kod adlı Şemdin Sakık, Abdullah Öcalan’ın talimatı ile infaz edilen kadroların isimlerini ve neden öldürüldükleri belirtti.Bu liste, güvenlik birimleri tarafından değerlendirildikten sonra, faili meçhul soruşturmalar kapsamına alınıp alınmayacağına karar verilecek.
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü’nün verdiği ve PKK tarafından işlendiği cinayetlerle ilgili bir listede şemdin Sakık’tan geldi. “Öcalan’ın koyduğu kurallara olduğu gibi uymayan kişiyi anında aykırı ve münafık ilan eder ve mümkünse hemen, koşullar el vermiyorsa bir süre sonra uygulamaya alır, yani cezaevine koyardı. Eline kalem kâğıt tutuşturulur, kişiliğini çöz, sen partiye, önderliğe karşısın, bu halinle hem objektif hem sübjektif ajansın, denilerek itiraflarda bulunmaya zorlardı. Kişi uygulamada uzun süre kalır, başlangıçta biraz direnir, iddiaları reddeder ama dayatmalara fazla dayanmazdı” diyen Sakık, “Kendine söylemedik söz bırakmaz; inanılmaz düzeyde kendisini aşağılar, dedesinin Osmanlılarla ya da başka bir işgalci güçle işbirliği yaptığını, işbirlikçiliğin ailede bir gelenek haline geldiğini, kendisinin de böyle bir aile ortamında büyüdüğünü, Kemalist okullarda okuyup düşkünleştiğini, aşiretinden ve ailesinden feodal kültür aldığını, bu kültür komplocu Kemalist kültürle birleşince çok ucube bir kişiliğin ortaya çıktığını, bu kişiliğin objektif olarak ajan bir kişilik olduğunu, akademi ortamına gelince bunu anladığını, bilhassa parti önderliğinin çözümlemelerini dinleyince gerçekleri gördüğünü, önderliğin yüceliğini kavradığını ifade ediyor”

İDDİANAMELERİN HEPSİ AYNIYDI

Sakık, suçlu olan kişi, alçak, hain, işbirlikçi huzura çağrılır ve savcı iddianamesini büyük suçlunun yüzüne okumaya başladığını ve iddianamelerin hepsinin de aynı olduğunu söyledi. İddianamede, “Bu unsur, partimizin üslubunu bozacak, parti önderliğinin yüce çizgisini boşa çıkaracak özelliklere sahiptir. Kemalizm’in, faşizmin bütün özelliklerini kendi bünyesinde muhafaza eden bu alçak, özel savaşın bir piyonu olarak buraya gönderilmiştir. Yaptıklarının bilincinde bile olmayan bu zavallı, kendi yoz üslubunu parti ortamımıza dayatarak, bu yoz üslupla partiyi bozmak, gerilla savaşını durdurmak, çizgiyi boşa çıkartmak istemiştir…

Tüm bu suçlarından dolayı soruşturma komisyonu adına idamını istiyorum, sözleriyle son bulurdu. Savcı iddianamesini okuduktan sonra, mahkeme salonunda izleyici ve aynı zamanda jüri görevi gören biz kullara söz hakkı verilirdi. Yüce önderin üslubu ve görüşleri paralelinde bazı konuşmalar yapılırdı. Mahkeme heyetinin söz hakkı verdiği kul, Önderliğin bütün çabalarına rağmen bu unsur, kendi bildiklerini okumaya devam etmiş, cümlesiyle başlar, savcının talebine katılıyorum, bu unsur idam edilmelidir cümlesiyle konuşmasını bitirirdi.”

1-Ali Doğan Yıldırım

Bu zincirin ilk halkasını oluşturmak Ali Doğan Yıldırım’a nasip oldu. 1976 yılında, Ankara’da, yüce önderimizin talimatıyla öldürüldü. Ancak, örgüt üzerine tepki çekmemek için bu infazı intihar diye duyurdu.

2. Mehmet Turan

Mehmet Turan; 27 Kasım 1978 de, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Fis Köyü’nde gerçekleşen, PKK’nın 1. Kuruluş Kongresi’ne katılan kadrolardan ve ilk oluşum safhasında örgütün önde gelen eylem adamlarından biridir. Birçok eyleme katılmış, MİT ajanı olarak bilinen Pilot Necati ile Öcalan’ın ilişkisini derinlemesine bilen, derin devletle olan ilişkisine ve birçok karanlık olaya şahit olan Mehmet Turan, Ajan-provokatörlükle suçlanır, 1979 yılında Mardin’de infaz edilir. İnfaz edilen ilk PKK-MK yedek üyesi olarak tarihe geçer.

3. Mehmet Uzun, Ali Yaylacık ve Ahmet Ballı

Grubun oluşumuna herkesten daha fazla katkıda bulunan, bölge’de önemli bir kitlenin sempatisi kazanan ve özellikle Siverek Direnişi olarak bilinen sürecin hazırlanmasında önemli roller üstlenen Mehmet Uzun, Ali Yaylacık ve Ahmet Ballı’yı, düşmanla işbirliği yapmışlar, diyerek suçlanırlar. Yardımcılığını yapan bu üç insanı tetikçilerine vurdurttu. Az daha örgütü tasfiye edip yerime geçeceklerdi ama onları erken tespit ettim, erken davranıp çeteyi ortaya çıkardım, bu büyük tehlikeyi zamanında bertaraf ettim, diyerek biz militanları uyuttu.

4. Baki Karer (Süleyman)

1978 yılında, Antep’te öldürülen Hakki Karer’in kardeşi Baki Karer (Süleyman), PKK hareketi içinde sayılı teorisyenlerden biriydi. Türk kökenli bu üst düzey militan başından beri kardeşinin ölümü olayından Öcalan’dan kuşku duyuyordu. Fakat bunu dillendirme ve hesap sorma gibi bir olanağa sahip değildi. Ayrıca örgütün 2. Kongre’si sonrası süreçte yaşanan tasfiyeleri bir türlü kabul edemiyordu. Baki Karer de diğerleri gibi, önderlik çizgisiyle oynamak, önderliğe karşı kadroları kışkırtmak ve parti saflarında tasfiyecilik geliştirmek gibi uydurma iddialarla suçlandı. Lübnan da kaçmaya hazırlandığı bir süreçte 1982 yılında yakalanıp infaz edildi.
Böylece, yüce önderimiz bir hedefine daha ulaşmış, rakip olarak gördüğü birini daha saf dışı bırakmıştı. Rakibini saptamış, suçlamış ve tasfiye etmişti.

5. Abdullah Kumral (Yusuf hoca)

1979–1980 tarihlerinde, PKK’nın Gaziantep İl Sekreterliği yapan, 1980 sonrasında ise Urfa Bölge Sekreterliği’ne getirilen ve PKK-MK üyesi seçilen bu şahıs, ulu önderin izlemiş olduğu politikalara karşı çıktığından dolayı, göz hapsine alındı, büyük hain ölümünü beklemeden kaçtı, ama Suriye istihbaratı tarafından yakalanarak PKK ye teslim edildi. Ulu önderin emriyle, Bekaa Kampı’nda, kulaklarına tüfek harbisi sokularak ve bin bir çeşit işkenceye maruz bırakılarak öldürüldü.

6. Şükrü Karakuş (Şoreş):

20–25 Ağustos 1982’de, Suriye’nin kontrolü altındaki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) ait bir kampta, PKK 2. Kongresi toplandı. Bu toplantıda Semir kod adlı Çetin Güngör’ün başını çektiği şiddet karşıtları ile, ulu önderin başını çektiği şiddet yanlıları arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. Şükrü Karakuş da, ülkeye dönüş ve silahlı mücadeleye başlama kararına karşı çıkmıştı. Tabiî ki bu büyük ve de bağışlanamaz bir suçtu. Yüce önderimiz yüce bir liderlikti ama bu büyük suçu af edemezdi. Ne yapsın, istemeyerek de olsa ölüm fermanını imzaladı, tek suçu savaşa gitmek istememe olan bu militan Mahsum Korkmaz tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü.

7. Cemile Merkit (Seher)

Örgütün kurucuları arasında yer alan Cemile Merkit, Çetin Güngör’le aynı yöreden gelen, eğitim düzeyi yüksek, uyanık, girişken, ulu önderi çok fazla benimsemeyen, başından beri Çetin Güngör ile birlikte hareket eden, ona destek veren sayılı insanlardan birisiydi.

Seher, örgüt kararıyla Ali Haydar Kaytan (Fuat) ile evlendirildi, hamile kaldı, ama yüce önderimiz kadının doğum yapmasına razı olmadı, kadın altı aylık bebeğini düşürmek zorunda bırakıldı. Çocuğunu kaybeden kadın, bu sayede ulu önderin gerçek kimliğini fark edip tavır koydu. Tabiî ki anında hain ilan edildi. Artık Seher de tasfiyeciliğin baş sorumlusuydu. Ne var ki, Semir gibi Avrupa’ya çıkma şansını yakalayamadı. 1982 Mayısında, Bekaa Vadisi kayalıklarında infaz edildi. Daha sonraki tarihlerde ağabeyi Yıldırım Merkit ve babası da örgüt tarafından öldürüldü.

8. Murat Bayraklı

1982 yılında, PKK 2. Kongresi sonrasında, örgüt içi temizlik hareketinin kurbanlarından biri de Murat Bayraklıdır. Bu süreçte Türkiye’den yurt dışına kaçan Murat Bayraklı, 5 Haziran 1984 günü, Batı Berlin’de, bir çöp konteynırında yakılarak öldürülür.

9. Enver Ata

Örgütün yurtdışındaki önemli kadrolarındandı. 20 Haziran 1984 tarihinde, İsveç’in Uppsala Şehrinde, otobüs durağında beklerken, örgüt militanları tarafından öldürüldü.

Alçak, di gör bakayım büyük öndere muhalefet etmenin ne olduğunu!

10. Resul Altınok (Davut)

Kendisine verilen ölüm cezasının infaz edilmesine karar verildi. Ulu önderin iki infaz eri Ali Haydar Kaytan ve Ömer Altun, Resul Altınok’a önce bir çukur kazdırıyor ve daha sonra kazdırdıkları çukura oturtup kafasına kurşun sıkmak suretiyle öldürüyorlar.

11. İzzettin Evcil (Serdar)

İzzettin Evcil, 1977–79 PKK Batman sorumlusu ve 12 Eylül Askeri Darbesi öncesinin önde gelen kadrolarındandı. Hilvan-Siverek olaylarında aktif rol oynamıştı. 1982–84 yılları arasında, PKK’nın Botan Bölge sorumlusu olarak görev yapmış ve birçok eylemde yer almıştı. 1984 sonlarında, PKK içerisinde muhalif çizgi oluşturmak, ulu öndere başkaldırmak, Silahlı Propaganda Yönetmeliği’ne ve örgüt talimatlarına uymamak gibi suçlamalarla öldürüldü.

12. Zülfü Gök

7 Ağustos 1984 yılında, Almanya’nın Rüsselsheim Şehrinde, trafik şeridinde arabasının içinde beklerken, PKK muhalifi Enver Ata ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kurşunlanarak öldürüldü.
Bu kişiyi görmedim, tanımadım, ismini bile duymadım. Ama ne fark eder ki, örgüt onu hain ilan edip öldürtmüşse, kesinlikle doğru olanı yapmıştır. Ulu önder hiç yanlış karar verir mi! Bir kere daha hainlere ölüm!

13. Çetin Güngör (Semir)

1981 Aralığında ERNK Avrupa Sorumlusuydu. 1982 baharında toplanan PKK 2. Kongresi’ne çağrıldı. Kongre’de görüşlerini açıklarken yüce önderimize bazı eleştirilerde bulundu. Ülkeye Dönüş adı altında, hareketin bir imhayla karşılaşabileceğini belirtti. Eğer bu koşullarda Türkiye’ye girilirse imhanın olasılık dâhilinde olduğunu söyledi. Hatta daha da ileri giderek ulu önderin kadroları bitirdiğini, robotlaştırdığını, köleleştirdiğini, en küçük bir inisiyatif ve özgür düşünme hakkı tanımadığını, demokrasinin değil tam bir diktatörlüğün hâkim olduğunu söyledi. Daha da ileri giderek düşünce özgürlüğünü savundu, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, diyerek ulu önderin örgütü tekleştirme politikasına karşı çıktı. Bizlere uçuk gelen düşünceleri bununla da sınırlı kalmadı. Bir adım daha atarak kadrolara çağrıda bulundu, örgütün Apo belasından kurtarılması gerektiğini, aksi takdirde doğduğu yerde boğulması gerektiğini söyledi.
Vay sen misin bütün bunları söyleyen, biraz beri gel de gününü göstereyim diyerek Semir’i kara listenin başına aldı. Örgüt emir ve talimatlarına uymadığı, ulu önderin görüşlerine karşı çıktığı, silahlı mücadeleyi reddettiği gerekçesiyle suçladı. Hakkında idam kararı çıkarıldı. Bu kararın infazı için, Federal Almanya’da bir evde gözaltına alındı. Ancak Semir oradan kaçmayı başardı. Kaçmayı başardı ama ulu önderin gazabından kurtulamadı, İsveç’in Stockholm kentinde öldürüldü.

14. Lamia Baksi(Dr. Jîyan)

Yazar Mahmut Baksi’nın kız kardeşi Lamia Baksi, İsveç hükümetinin ajanı olarak, örgüt içinde bazı çalışmalar yürütmek üzere gönderilmiş olabilir, tespitinde bulunan ulu önderin talimatıyla tutuklandı.
Lamia Baksi, Irak’ın Xakurkê Bölgesi’nde, örgütsel faaliyetlerde bulunduğu sırada, Cemil Bayık tarafından tutuklandı. Elleri ayakları bağlandı ve ulu önderin isteği doğrultusunda soruşturmaya alındı. İkna, uyarı ve tehditlerle başlatılan sorgu sürecine şiddet bulaştı, işkence yöntemleriyle itiraflarda bulunması sağlanmaya çalışıldı. Gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan iddialar karşısında bir süre direnen Lamia, bu direnişin hiçbir fayda getiremeyeceğini gördü ve bir an evvel bu rezaletten kurtulmak istediği için, olmayan ‘suçunu’ itiraf etti. Külliyen yalanlardan oluşan ifadeleri yazılarak ulu öndere gönderildi.

Ulu önder, raporları inceledim. Görünen odur ki, bu kadın iflah olamaz bir tiptir. İsveç hükümeti tarafından gönderilmiş. Büyük ihtimalle birçok görevi var. Sergilediği pratiklere bakılırsa, kadınlığını kullanarak militanları düşürmek istemiş. Dikkat edilirse en savaşçı militanlarımıza musallat olmuş. Belki de Mustafa Gönden onunla ilişkisi yüzünden vuruldu.

15. Mustafa Ömürcan (Sarı Ömer)

PKK-MK üyesi Ali Ömürcan’ın yeğenidir. 1980 öncesinde PKK’nın Avrupa kadrosu olarak faaliyet yürüttü. 1980 yılı sonrasında, eğitim almak amacıyla Lübnan’a geldi. 1982–85 yılları arasında Hakkâri ve Adıyaman Bölgeleri’nde birçok eyleme katıldı. 1986 yılında, PKK’nın 3. Kongresi’ne katılmak üzere Şam’a gitti. 1987 yılında, ulu önderin talimatıyla, örgüt talimatlarına karşı gelmek ve önderliğe başkaldırmak, suçlamasıyla infaz edildi.

16. Mahmut Bilgili

12 Eylül Askeri Darbesi döneminde, PKK davalarına bakan bir avukattı. Örgüt üyeliğiyle suçlanıp cezaevine konulur. 5 yıl Diyarbakır Askeri Hapishanesi’nde yatar. O dönemde tutuklulara uygulanan kötü muamele ve işkenceden payını alır. Tahliye olduktan sonra Avrupa’ya gidip örgütle ilişki kurdu. Ulu önder, kendisinden Diyarbakır Hapishanesi’nde yaşananlara ilişkin bazı kişileri suçlayıcı kitap yazmasını emretti. Ama o, ulu önderin bu emrine uymayarak, büyük bir suç işledi ve işlediği bu suç elbette ki cezasız kalmayacaktı, Mart 1987 tarihinde Hollanda’da bir lokantada öldürüldü, cesedi parçalanarak kanalizasyon çukuruna atıldı.

17. Mehmet Tunç

Bir dönem Avrupa’da PKK yapılanması içinde yer aldı. Ardından ulu önder tarafından Lübnan’da bulunan eğitim kampına çağrıldı. Daha önceden Paris’te tanıştığı Hevi isimli bir bayana âşık olmuş ve bu aşk bir ilişkiye dönüşmüştü. Tabiî ki bu durum, bütün kadınları kendimleştirmek istiyorum, diyen ulu önder tarafından hoş karşılanmadı, doğal olarak tepkisini çekti. Onu da, örgütümüzün kutsal yaşamını yozlaştırmak amacıyla gönderilmiş, diyerek suçladı, sevdiği kızın gözleri önünde kurşuna dizilerek infaz edildi.

18. Dilaver Yıldırım (Haydar)

PKK’nın ilk oluşumunda yer alan Dilaver Yıldırım’ın ilk eylemi PKK yöneticisi Kemal Pir’i Sinop Ulubey Hapishanesi’nden kaçırmak olur. Örgüt’e mali kaynak sağlamak amacıyla Ankara’da 1977 yılında Güven Hastanesi’nin soyulması eylemi sırasında yakalanır ve 12 Eylül Askeri Darbesi sürecini hapishanede geçirir. Tahliye olduktan sonra yeniden PKK ile ilişkiye geçer. Askerlik görevini ifa ederken tanıştığı bir kişi aracılığıyla yurtdışına kaçar. Bulgaristan sınırından geçerken Bulgar askerlerinin açtığı ateş sonucu ağır yaralanır. Ulu önderin isteği üzerine Lübnan’daki kamplara getirilir. Ancak umduğu PKK’yı bulamaz. Örgüt ve yüce önder hakkında ileri geri konuşmaya başlar. Bir gece, nöbet tuttuğu sırada intihar eder!

19. Halil Kaya (Kör Cemal)

PKK’nın 3. Kongresi boyunca, ulu önder tarafından pohpohlanan ve üst düzey kadrolara karşı kışkırtılan Halil Kaya, bu kongrede PKK Genel Sekreterliği birinci yardımcılığına getirildi. Sınırsız yetkilerle donatılıp, PKK’nın Merkez üyelerine musallat edildi. Ne oldum havasına kapılan bu kişilik, Suriye ve Lübnan da tetikçilik görevini yerine getirdikten sonra İran’a ve oradan da Irak’ta bulunan Xakurkê kampına gönderildi. Ulu önderin talimatlarını harfiyen uygulayan, bazen de kraldan daha kralcı kesilen bu adamın suçlamadığı, saldırmadığı tek bir kişi kalmadı. Ulu önderin kendisine biçtiği rolü oynadıktan sonra sıra kendisine geldi. Önce yüce önderimiz tarafından ağır biçimde eleştirilen, ardından tutuklanması ve soruşturmaya alınması talep edilen Halil Kaya hakkında gereken anında yapıldı, bir zamanların ikinci adamı tutuklandı ve soruşturmaya alındı. Oluşturulan soruşturma komisyonun başında Cemil Bayık bulunuyordu. Daha düne kadar Cemil Bayık’ı ulu öndere yardımcı olmamakla, onu boşa çıkarmakla suçlayan Kör Cemal, şimdi aynı suçlamayı Cemil Bayık’tan duyuyordu.

Kör Cemal’i öldürme, bu büyük tasfiyeciyi ortadan kaldırma şerefine Halil Ataç nail oldu. Dövülerek insanlıktan çıkarılan bu adam, kurşuna dizilerek öldürüldü ve Zagroslar’ın eteğinde, bir kayanın altına gömüldü.

20. Mustafa Çimen (Teyfik)

PKK’nın ilk silahlı birliklerinden, 14 Temmuz Silahlı Propaganda Takımı’nın bir üyesiydi. Mahsum Korkmaz (Egîd)’ın hem siyasi, hem de askeri yardımcısıydı. 15 Ağustos 1985 tarihinde Eruh’ta bir jandarma karakoluna yapılan baskında yer almıştı. 1985 yılında bir çatışmada TSK’nin eline sağ geçince ulu önder tarafından hain ilan edildi ve hakkında ölüm emri çıkarıldı. Pişmanlık Yasası’ndan yararlanan Mustafa Çimen, 1990 Yılında hapishaneden tahliye oldu ve aynı yıl Urfa’da PKK timlerince öldürüldü.

21. Metin Değer

Kulp’un değerler ailesindendir. 1980’lerde örgüte katıldı. Bir süre Diyarbakır kırsalında faaliyet yürüttükten sonra, eğitim görmek ve kışı geçirmek üzere Dersim alanına götürüldü. Kış kampında ajan olmakla suçlandı, aylar süren işkenceli soruşturmadan geçirilerek, suçlamaları kabul etmesi, itiraflarını yazıya dökmesi istendi. Her seferinde suçsuz olduğunu, sadece yurtsever olduğu için örgüte katıldığını, kesinlikle ajan olmadığını söyleyip dursa da, örgütü ikna edemedi.

22. Şahin Dönmez

Örgütün resmi kuruluşu olan ilk genel toplantısında üst düzey yönetim kadroları oluşturulurken; ulu önder tartışmasız olarak genel sekreterliğe getirilir. Genel sekreter yardımcıları tespit edilmeye çalışılırken, Şahin Dönmez söz alarak kendimi bu göreve uygun ve hazır buluyorum, der. Bu cüret ulu önderin dikkatini çeker, adamın bu yaklaşımından kaygı duyar. Bu davranış, örgüt ahlakımıza sığmaz. Kişilerin kendilerini görevlere önermelerinin içimizde yeri olamaz. Görevler önderlik tarafından belirlenir, diyerek hem diktatörlüğünü ilan eder hem de bu saf adamı hedefler. Oyun şöyleydi: Suçla, töhmet altında bırak, gerekirse bir biçimde tutuklat, olmazsa hain ilan et, hainliğinden getirim elde et, günü geldiğinde vurdurt, militanların gözünü korkut ve tartışılmaz despotizmini ilan et. Oyun hakkıyla oynandı, plan gerçekleşti ve istenen sonuç alındı.Şahin Dönmez vurulduğunda, bu haberi alan biz örgüt militanları bulunduğumuz her yerde kutlamalar yaptık. Büyük ve en büyük hainden kurtulmayı silah sıkarak, halay çekerek, “Biji Serok Apo” sloganı atarak kutladık. Yüce önderimiz ve partimiz ne kadar da güçlüdür, hainler yıllarca cezaevinde kalsalar bile cezalarını çekmekten kurtulamazlar, demiştik.

22. Şahin Baliç (Metin)

Yukarıda sıralanan bu hainlerle 1990 yılına gelindi. Bu hainler miatlarını doldurmuştu ve artık militanlar üzerinde hiçbir etki yaratmıyorlardı. Örgütün 4. Kongresi’nin yapıldığı bu yılda, yine birkaç yeni haine ihtiyaç vardı. Ama bir gün Şam’dan bir haber geldi. Şahin Baliç yüce önderliğin çocukluk arkadaşı Hasan Bindal’ı vurdu, onu vurarak önderliğin yerine geçmek istedi. Ancak yüce önderliğimiz bu büyük provokasyonu ortaya çıkardı. Durumu zamanında fark edip gereken tedbiri aldı. Alçak Şahin Baliç tutuklandı, sorguya alındı. Kısa sürede çözüldü, yapmak istediği her şeyi söyledi. Yargılanıp cezalandırıldı. Bu haber üzerine tek bir an bile tereddüt etmeden, vay alçak vay, baksana nelerin peşindeymiş, yüce önderin yerine göz dikmiş” dedim.

23. Zeki Yılmaz

Türk’tür. 1975 yılında örgüte katılır. 1977–80 yıllarında yapılan eylemlerin birçoğunda bizatihi yer alır ve 1980 yılında yakalanır. 1991 yılına kadar Diyarbakır Askeri Hapishanesi’nde yatar ve tahliyesinden hemen sonra Lübnan’daki kamplara gider. O dönem yapılan Zindan Konferansı’na katılır. Bu konferansta örgüt içi demokrasi eksikliğinden söz edince, ulu önderin hedefi haline gelir ve bilinmeyen bir yerde infaz timlerince öldürülür.

24. Mehmet Şener (Ahmet)

Ulu önder tarafından PKK 4. Kongresi için seçilen kurbanlık koyunlardan birisi de Mehmet Şener’di. Tüm militanlar Mehmet Şener’in örgüt tarafından vurulmasına sevindiler. Başkanımız yine bizi büyük bir ajandan kurtardı, deyip bayram ettiler. Ulu öndere olan hayranlık katlanarak arttı.

25. Cemil Işık (Hogır)

Yine büyük öndere iş çıkmıştı, çünkü PKK 5. Kongresi hazırlık çalışmaları başlamıştı. Büyük önder ne yapıp edip birkaç hain bulmalıydı, bu onun en temel görevlerinden biriydi. Ve kurbanlık koyunu seçmekte pek zorlanmadı, daha önceden örgütten kaçırtılan ve çete olarak suçlanan Cemil Işık, bu kongrenin günah keçisi olarak seçildi. 1992 yılı sonunda İstanbul’da yakalandı ve Bayrampaşa Hapishanesi’ne konuldu. Ancak iddiaya göre, Osman Tim, Gayrettepe’deki siyasi şubede örgüt hakkında tüm bildiklerini anlatmış ve örgütün darbe yemesine neden olmuştu. Bu nedenle de hapishanede bir PKK hükümlüsü tarafından boğularak infaz edildi.

26. Mehmet Çimen (Ali Rıza)

12 Eylül öncesinde örgüte katılan biridir. 11 yıl Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yattı. Tahliye olduktan sonra doğrudan gelip örgüte katıldı. Ulu önderin yüksek çözümleyici eğitimini aldıktan sonra Avrupa Koordinatörü olarak atandı. Mart 1993 tarihinde, ulu önder tarafından Suriye’ye çağrıldı. Şam’da uçaktan iner inmez derdest edilip bir taksinin bagajında Bekaa Vadisi’ne götürüldü. Burada bir süre tutuklu kaldı. Bir süre sonra da, kadınlarla ilişkiye girdiği iddiasıyla, sokulduğu banyo küvetinde üzerine asit dökülmek suretiyle buharlaştırılarak yok edildi.

27. Yıldırım Merkit

Örgütün oluşumunda yer aldı, kurucu kadrolarından sayılır. PKK’nın 27 Kasım 1978 tarihinde, resmen kurulması sonrasında Erzincan ve Tunceli Sorumluluğu’na getirildi. 1982 Ağustos ayında, Suriye-Ürdün sınırında yapılan PKK 2. Kongresi’nde hain ilan edildi. Uzun yıllar birçok ülkede PKK’dan saklanmayı başardı ama 1994 yılında, Romanya’da öldürüldü.

PKK’dan kaçmanın, ücra yerlerde saklanmanın ne olduğunu gör! Kaçabilirsin ama kurtulamazsın, er geç ulu önderin yüce adaletine hesap vereceksin…

28. Hidayet Bozyiğit

1976 yılında örgüte katılır. 1980–1982 yıllarında, Lübnan kamplarında askeri eğitmenlik yaptı. Daha sonra Türkiye’de silahlı mücadele geliştirmekle görevlendirildi. 1983–1984 yıllarında Botan bölgesinde Mahsum Korkmaz’ın yardımcısı olarak görev yaptı. 1985 yılında, bulunduğu Bingöl alanında örgüt yönetimiyle çelişkiye düştü, infaz edilmemek için kaçtı, daha sonra yakalandı. Bir süre cezaevinde kaldıktan sonra Pişmanlık yasasından yararlanarak tahliye edildi. Ancak, hakkında verilen ölüm emri, gecikmeli de olsa 1995 yılında, İstanbul’da uygulandı.

29. Nazime Aktürk

1991 yılında, henüz 16 yaşında iken İstanbul’da PKK’ya katıldı. Örgütün kadın silahlı örgütlenmesi olan YAJK’da yöneticilik yaptı. 1999 İmralı Konsepti’ne karşı çıkan grupla hareket etti. Ancak, örgütten ayrılan arkadaşlarıyla gerçekleştireceği randevuya geç kaldığı için örgüt tarafından yakalandı ve uzun süre tutuklu olarak sorgulandı. Dayatmaları kabul etmeyen Aktürk’ün, nöbetçisinin silahıyla intihar ettiği söylendi.

30. Faruk Bozkurt (Dr. Nasır)

İşçi olarak gittiği Avrupa’da örgüt saflarına katıldı. Uzun süre örgüt saflarında kaldı. Silahlı mücadelenin her alanında ve her kademesinde görev yaptı. Aşmadığı dağ, geçmediği ova kalmadı. Silahlı eylemlerde gösterdiği başarı sonucunda PKK-MK üyeliğine kadar yükseldi. Ulu önderin yakalandıktan sonra, annem Türk’tür, bana ne görev verirseniz yapmaya hazırım açıklamasında bulunduğu ana kadar örgütün as elamanlarındandı. Çünkü ilk kez şimdiye kadar infaz edilen tek bir militanın suçlu olmadığını, tüm bu infazların yüce önderin koltuğunu sağlama alma kaygısının bir sonucu olduğunu anlamıştım. Anladım ama artık kimseye yardım edecek güce sahip değildim, çünkü ulu önder beni de güvercinleri gibi yolmuş ve kendimi dört duvar arasında bulmuştum…

31. Faysal Dumlayıcı (Kani Yılmaz)

PKK’nın kuruluş aşamasında yer aldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile birlikte tutuklanarak Diyarbakır Askeri Hapishanesi’ne konuldu. Bu dönemde insanın aklına durgunluk veren birçok işkence uygulamalarına maruz kaldı. 12 yıl ceza yattıktan sonra tahliye oldu. Tahliye olur olmaz, biraz dinleneyim düşüncesine kapılmadan gelip örgüte katıldı. Faysal Dumlayıcı’nın ölüm emri İmralı’dan çıktı. Avukatlar vasıtasıyla Murat Karayılan ve çetesine ulaştırıldı. Karayılan ise titiz bir çalışmayla bu terörist suikastı gerçekleştirdi. Yine her iç infaz sonrasında olduğu gibi, bu olay sonrasında da örgüt yönetici ve militanları bayram sevinci yaşadılar. Hem de bir gün sıranın kendilerine de geleceğinden bihaber bir biçimde! Tabiî ki, ulu önderin sevinci çok daha büyüktü, ihanet eden sonuçlarına katlanır, açıklamasında bulundu. Sevinçliydi; hem yerini alacağından korktuğu bir muhalifinden kurtulmuş, hem de bu vesileyle ben de varım, diyen herkese gözdağı vermişti.

32. Ramazan Topbaş (Sarı İbrahim)

Batmanlıdır. 1978 yılında örgüt saflarına katıldı. Galiba bu kadar uzun yaşamak ona fazla görüldü. Şemdin’in adamıdır suçlaması ve kuşkusuyla 2006 yılında, Kerkük’te, ulu önderin İmralı’dan gönderdiği talimata dayanılarak, Murat Karayılan’ın çetelerinden biri tarafından vurularak öldürüldü.

33. Suriyeli Çekdar

Afrin’lidir. 1980’lerin sonlarında örgüte katıldı. Bu tarihten sonra Türkiye’ye geldi. 1998 yılına kadar Türkiye dağlarında faaliyet gösterdi. Hep en üst düzey görevler alarak çalıştı. 1998 yılında, Bingöl kırsalında, ulu önderin Şam’dan gönderdiği talimat doğrultusunda Şemdin Sakık’ın adamı olma suçlamasıyla tutuklanarak, soruşturmaya alındı. Tutuklu olarak götürüldüğü Irak’ta bir süre sonra serbest bırakıldı. Ardından örgütten ayrılıp evine gitti, sivil yaşama döndü. Ulu önder İmralı cezaevinde, başkası da sivil yaşamda! Olacak iş değil, buna hiç müsaade eder mi? Hemen örgüte talimat gönderdi, o alçak Şemdin’in adamıdır, gittiği yerde aleyhimize çalışma yürütüyor, gereken yapılmalıdır, dedi. Yine Murat Karayılan’ın çetelerine iş çıktı, Çekdar’ı Halep’te öldürdüler.”

RO/Cemil Süphan

Mansur: Türkler Kürtlerle eşitlik istemiyor

$
0
0
Rizgarî Online/ “Akil insanlar” listesinde yer alan sanatçı Lale Mansur: Bugüne kadar ayrıcalıklı olan hep Türkler'di dedi.Habertürk'te Ece Üner'in konuğu olan Mansur,"Neden barışı istemiyorlar anlamıyorum. Türkler Kürtlerle eşit meşit olmak istemiyor" gibi gündeme damga vuran açıklamalarda bulundu. Türk Muhalefeti partilerinin yaşanan sürece ilişkin tutumunu da eleştiren Lale Mansur "her vatandaşın eşit olmasını neden anlamıyorlar.Bunu anlamakta güçlük çekiyorum" dedi. Mansur şöyle konuştu: "Bugüne kadar ayrıcalıklı olan hep Türkler'di. Bu ayrıcalığı paylaşmak veya Kürtlerle aynı statüye gelmek istemiyorlar.

Geçenlerde CHP 'li bir vekil (Birgül Ayman Güler) "ben kabul etmiyorum" diyor. Tabi ki bunu anlıyorum. Bütün ayrıcalıklar sizdeydi, bunu da paylaşmak istemiyorlar. Anlıyorum bunu. Türkler Kürtlerle eşit meşit olmak istemiyor.

Sürece destek vermeyen kesimlerin kaygıları var. Ne vereceğiz diyorlar. Dillerini vereceğiz mesela. Buna karşı mı çıkacaklar? Demokratik haklarını vereceğiz. Çözüm olmayacak ve oğlunuz Şırnak'ta askere gidecek diye sorun kendinize? Başkasının oğlunun kocasının kanı üzerinden konuşmak kolay tabi ki.“

Mansur, sözlerinin sonundaki "Türkler Kürtlerle eşit meşit olmak istemiyor" cümlesine son anda "bazıları tabi " diye ekleme yaptı.

RO/Zilan Dersim

Barzani: Yeni bir diktatör için anlaşma yapmadık!

$
0
0
Rizgarî Online/ Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani, 2003 yılından önce de Kürdistan Bölgesinin federal bir yapısı olduğuna vurgu yaparak; “Biz kendi isteğimiz ile Bağdat’a gittik, fakat biz, Irak’ta bir diktatörün yıkılması ve yerine başka bir diktatörün oturması için anlaşma yapmadık” dedi.Dengê Azad com´da yer verilen habere göre, “Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani, Şerq El Ewset gazetesine verdiği röportajda Kürdistan Bölgesinin Irak’tan ayrılmayı düşündüğüne yönelik iddiaları reddederek Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin politikalarını sert bir şekilde eleştirdi. Barzani; “Maliki, kontrol etme ve kendini dayatma politikalarını kullanıyor” dedi.Hewlêr ve Bağdat arasındaki sorunlara da değinen Başbakan Barzani; “Yaşanan sorunlar, Irak Başbakanı ve diğer hükümet yöneticilerinin fikirleri ve unutkanlıklarından kaynaklanıyor. Çünkü onlar kontrol etme ve kendini dayatma yöntemlerini kullanıyorlar. Biz bu anlayışı reddettiğimiz gibi Irak anayasasına aykırı bir anlayış tarzıdır” dedi.

Kürdistan Bölgesinin 2003 yılından önce de federal bir yapısının olduğunu ve kendi istekleri üzerine Bağdat’a gittiklerine dikkat çeken Barzani devamla şunları söyledi; “Biz, anayasal temelde ve tüm kesimlerin üzerinde uzlaştığı yeni bir Irak’ın oluşturulmasına evet dedik, bir diktatörün yıkılıp yerine yeni bir diktatörün geçmesi için bir anlaşma yapmadık.”

Hewlêr ve Bağdat arasındaki sorunların petrol ve parasal konulara dayandığı iddialarını reddeden Başbakan Neçirvan Barzani; “Irak zengin bir ülkedir ve yaşanan sorunları çözebiliriz. Irak petrolünün tüm Iraklılara ait olduğu prensibi ile çalışmalarımızı yürütüyoruz. Şu ana kadar biz 76 milyon varil petrol ihraç ettik ve bu petrolden gelen gelir tüm Iraklılara aittir” dedi.

Kerkük sorununun Kerkük’teki petrol kaynaklarına dayandırılmasının büyük bir hata olduğuna dikkat çeken Barzani son olarak şunları söyledi; “Biz Kerkük’ü, içindeki petrol kaynakları için istemiyoruz. Çünkü Kerkük olmadan bile biz petrol ve doğal gaz ihraç ediyoruz ve amacımız günde 1 milyon varil petrol ihraç etmektir. Fakat Kerkük meselesi bizim açımızdan petrol değildir.”

RO/Ömer Kaçar

Kölelikte Israr Eden Bir Millet; Kürdler!

$
0
0
E. Bedirhan / Türkiye’nin amaçladığı şey PKK’nin tasfiyesi değildir. Burada tespit hatasına düşmemek önemlidir. Silahlar konusunda Türkiye’nin tek isteği, PKK’yi kendisi için tehlike olmaktan çıkarmaktır. Dikkat edin, Türkiye başbakanı geri çekilme konusunda ısrarla silahların Türkiye’de bırakılması gerektiğini vurguluyor...
Bundan önceki iki yazımda Türk-Kürd ittifakını işlemiş ve ulaştığım bazı sonuçları buradan paylaşmıştım. Önemli bir konu olduğu için bir kere daha bazı hususlara değinme ihtiyacı duyuyorum.
 
ABD’deki son seçimlerden kısa bir süre önce bir BDP heyeti temaslarda bulunmak üzere oraya gitmişti. Tam o esnada, Demokrat Partinin seçimleri kazanması durumunda Kürd sorununun çözümü konusunda aktif bir rol üsteleneceği iddia edilmişti. Yine o dönemlerde, ABD’li bazı yetkililerin, Mudanya’da Abdullah Öcalan ile görüştükleri basına sızmıştı. Ve nitekim seçimlerden sonra ABD bu konuda harekete geçti. Kürd sorununun çözümü için tarafların masaya oturması istendi.
 
Ortadoğuda bir Şii-Sünni kutuplaşmanın yaşandığı artık aşikardır. Şii bloğun başını İran çekmektedir ve İran ABD’nin bölgede en çok etkisizleştirmek istediği güçtür. Dolayısıyla Şii bloğunu doğrudan hedef almaktadır. Bunu bizzat yapmaktan ziyade daha çok bölgedeki Sünni devletleri bu bloğa karşı örgütlemektedir. Bir inisiyatif oluştulmuş ve bunun başı Türkiye’ye verilmiştir. Başta Suudi olmak üzere diğer Arap Emirlikleri ise bu konuda maddi destek vermekle görevlidirler. Başrol Türkiye’ye verildiğine göre, Türkiye’nin bölgede etkin olabilmesi için kendi içindeki sorunlardan arınması kaçınılmazdır. Bu sorunların başında gelen ise herkesin malumu Kürd sorunudur. ABD, bölgedeki en büyük müttefiki olan Türkiye’yi bu konuda çözüme zorlamıştır. Buraya kadar olan kısım, ABD’nin orta vadedeki stratejisi.
 
Türkiye ise, ABD’nin bu stratejisine kendi stratejisini eklemlemeye çalışmaktadır. Mademki bölgede büyük ağbi olması için Kürdlerle masaya oturması şart, o zaman bu işin içinden en az zararla en fazla kazancı elde etme çabasına düşmüştür. ABD ona bölgede aktif güç rolünü sunarken, kendisi de büyük ülke olma rolünü kendisine biçmiştir. Etrafındaki diktatörlüklerin yıkılması sonucu Kürdler kendi çemberini oluştururken o, bu çemberi Kürdlerin eli ile kırarak  büyük Türkiye’ye ulaşma yolunda ilerlemek istiyor. İmralı görüşmeleri, çözüm süreci, misaki milli vurguları ve Kürd-Türk ittifakı söylemleri tam da burda ortaya çıkıveriyor.
 
Abdullah Öcalan üzerinden PKK ile anlaşmak ve hedefleri doğrultusunda yürümek istiyor. PKK ile anlaşması hayatidir zira Kürdistan’ın diğer parçalarındaki olası Kürd baharını PKK üzerinden kendi denetiminde kontrol altında tutmak istiyor. Kürd çemberini Kürdlerin eliyle kırmak budur. Bu çember öyle bir çember olabilirdi ki, Türkiye ilerde nefes dahi alamaz duruma gelecekti. Ancak şimdi bu çemberin yönünü tamamen ortadoğuya çevirmek üzere. İlk sırada Suriye ve İran olduğu için, bu çemberin yönü Şiilere çevrilmek istenmektedir. Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajında İslam kardeşliğine atıfta bulunması böyle okunmalı. Böyle devam ederse Kürdler kendilerini Sünni bloğun içinde bulacaktır.
 
Çözüm süreci kapsamında PKK’nin silahsızlandırılması meselesine gelince, çarpıcı bir tespitte bulunmak önem arz etmektedir. Türkiye’nin amaçladığı şey PKK’nin tasfiyesi değildir. Burada tespit hatasına düşmemek önemlidir. Silahlar konusunda Türkiye’nin tek isteği, PKK’yi kendisi için tehlike olmaktan çıkarmaktır. Dikkat edin, Türkiye başbakanı geri çekilme konusunda ısrarla silahların Türkiye’de bırakılması gerektiğini vurguluyor. Gerilla nereye geri çekilecek? Güneye. Güneyde PKK ve silah yok mu? Var. Yani tekrar silahlanacak. Ama bir daha Türkiye’ye karşı kurşun sıkmama anlaşması yapılacak. Gerilla Rojava’da ve doğu Kürdistan’da silahlı olmaya devam edecek. Devletin PKK ile anlaşması durumunda bu bölgelerde silahlı olmaları onun da işine gelecek. Zira misaki milli çizgisine gelen bir PKK’nin misaki milli bölgelerinde silahlı olması en çok devletin yararına olacaktır. Zaten misaki milli’nin ilk cephesi Rojava Kürdistan’ında açılmış durumda. Bugüne kadar Suriye rejimi ile en ufak bir çatışma yaşamayan ve bunu bir strateji olarak benimseyen PYD güçleri ile rejim arasında son günlerde şiddetli çatışmalar yaşanmakta. Kürd-Türk ittifakının ilk somut adımları olarakta değerlendirilebilir. Türk askerleri artık ölmesin, Türkiye’ye huzur gelsin, misaki milli yolunda büyük Türkiye oluşsun diye kaç gündür Rojavada onlarca Kürd ölüyor. Ve korkarım çok yakın bir zamanda bu çatışmalar doğu Kürdistan’a da sıçrayacaktır. PKK’nin İran kolu olan PJAK, dün oradaki bütün Kürd örgütlerine aynı çatı altında toplanma çağrısı yaptı. Önümüzdeki aylarda orada da tıpkı Rojava’dakine benzer bir Kürd Yüksek Konseyi oluşabilir. Silahların İran’a çevrilmesi an meselesidir.
 
Bir taraftan ABD, bir taraftan da Türkiye’nin projelerinden bahsedip duruyoruz. Peki Kürdlerin projesi nedir? Özellikle kuzeydeki Kürdler, bahsi edilen çözüm sürecinde hangi haklarını elde etme çabasındadır? Eğer büyük Türkiye için Türklerle anlaşacak iseler, bunun karşılığında neleri almak istiyorlar?
 
İşin en acı tarafı da bu olsa gerek. BDP’nin anayasa taslağı basında yer aldı. Tek bayrak, tek vatan, tek millet! Kürdçenin resmi dil önerisi de dostlar pazarda görsün misaline benzemekte. Anadilde eğitimi bile kabul etmeyen bir devletin kalkıpta Kürdçeyi resmi dil ilan etmesi mantıktan uzaktır.
 
Geçen gün Diyarbekir’de yaşanan bir olay içimi fena acıttı. Atatürk’ün Diyarbekir’e ayak basışının yıldönümünde belediye binasına devasa bir Türk bayrağı asılmıştı. Hani artık kardeş oluyoruz ya, barış oluyor ya, artık Atatürkü sevmekte serbest, Türk bayrağını asmakta!
 
Bu cümleleri yazarken aklıma büyük Kürd şairi Cegerxwîn’in “Kîne Em” şiiri geliyor. Satır satır gönlümün önünden geçiyor. Bizi kendimize getiren satırlar. Kim olduğumuzu bize hatırlatan satırlar. Ve en önemlisi de kim olmamız gerektiğini vurgulayan satırlar!
 
Sahi, Kîne Em?
 
Dersim, Koçgiri ve Şeyh Said isyanlarında Atatürk’ün katlimize ferman verdiği millet miyiz biz? Türklerin yaralı ele geçen gerillasına Türk bayrağını silah dipçiği ile öptüren millet miyiz? Biz kimiz?
 
Bir zamanlar Batman ve Diyarbekir’in sokaklarında her gün onlarca evladının ensesine kurşun sıkılan millet miyiz? Kimiz biz?
 
Ey Diyarbekir!
 
Şeyh Said’in koynunda onura bezenmiş ninnilerle büyüyen Diyarbekir! Bugün Türk bayrağını dalgalandıran, Atatürk’ü selamlayan  Diyarbekir, sen kimsin?
 
Eski belediye başkanı Vedat Aydın’a da, onun cenazesine katılan yüzbinlerce Kürd’ün üzerine de kurşun yağdırılan Diyarbekir! Kimsin sen?
 
Biz nasıl bu hale geldik?
 
Yazıklar olsun diyorum! Bizi bu hale getirenlere yazıklar olsun. Toprağın altında yatan 40 bin şehidimizin çiçekler açtığı diyarların üzerinde Türk bayrağını asanlara yazıklar olsun. Bir milletin bayrağına saygı duymak, kendine saygı duymaktır. O yüzden biz Türk bayrağını aşağılama hakkını kendimizde bulamayız ancak o bayrağı sahiplendiğimiz anda onurumuzdan şüphe duyulmalı. Başka bir milletin istiklal marşını sahiplendiğimiz anda onurumuzdan şüphe duyulmalı.
 
Biz bu kadar mı onursuz bir millet olduk? Güneydeki kardeşlerimizin bayrağına paçavra diyeceğiz ama Türk bayrağını Diyarbekir’in göbeğine asacağız! Bir kere daha yazıklar olsun diyorum. Bizi bu hale sokanlara da, eğer ki Kürdler bu durumu kabullenecekse onlara da yazıklar olsun. Süreç böyle devam eder ve milli değerlerimizi teker teker kaybedeceksek, üstüne millet de bunu kabul edecekse, eğer varsa Kürd olarak bir  gramlık hakkım, onu helal etmiyorum. Kaderimizin şekillendiği bu dönemde, halen kölelikte ısrar ediliyorsa o millete ne denilebilir ki artık!
 
Bu satırlarım geneli kapsamaktadır. Sadece Kuzey Kürdlerini değil. Zira güneyde de durum pek iç açıcı değil. Yaklaşık 25 yıldır yarı bağımsız bir şekilde yaşıyorlar. Neredeyse devletleşme düzeyine gelmişler. Ekonomik gelişme sürüyor. Daha şimdiden, onlarca dolar milyarderi ve yüzlerce de milyoneri var. Ancak halen bile ekonomide tamamiyle dışa bağımlıdırlar. Elektirikten tutun, bisküvitlere, bebek bezlerine kadar herşeylerini Türkiye’den ithal ediyorlar. Tarım sıfır. Sanayi sıfır. Bir tekstil atölyesi veya gıda fabrikası dahi açamıyorlar. 21. Yüzyıl Kürdlerin yüzyılı olacaktı güya. Bu kafayla gidersek bizim son yüzyılımız olacağına benziyor.
 
Bundan sonra siyasi konular üzerine yazılar yazmayacağım. Muazzam özgürlük fırsatlarına rağmen kölelikte ısrar eden bir millete ne anlatabilirsiniz ki! Dünyanın en çağdaş hareketiyim diyen bir örgütün taraftarları, dünyanın en çağdaş lideriyim diyen bir insanın doğum gününde onun evini türbeymiş gibi ziyaret ediyor, evinin etrafınaki toprağı öpüyor, şifa niyetine poşetlere koyup yanlarında götürüyorlar. Ve işin acı tarafı, kimse böyle yapmayın demiyor. Kimse, bu durum bugün yaşadığımız dünyanın ruhuna uymuyor demiyor. Bir insanın doğum gününü kutlamak için her yıl her yerden insanlar otobüslere bindirilip oraya götürülüyor. Her yıl ya Urfa yolunda trafik kazasında bir kaç kişi ölüyor, yada polislerin saldırısında. Düşünsenize, doğum gününü ölümlerle karşılıyoruz! Biz böyle bir milletiz. Bu halimizle 21. Yüzyıla damga vurmaya geliyoruz. En acı cümlemi sona sakladım. Böyle devam edersek, güneyi ile kuzeyi ile, bizden hiç bir şey çıkmaz. Çıkmayacağını bildiğim için de artık yazmamaya karar verdim.
 
Selam olsun Ahmedê Xanî’ye, Melayê Cizîrî’ye, Pîremêrd’e, Baba Tahire, Mahsum Korkmaz’a, Leyla Qasım’a, Doktor Qasımlo’ya, Şêx Said’e, selam olsun! Tüm dünyaya nasıl bir millet olduğumuzu gösterdiniz. Onurumuza onur kattınız. İyiki vardınız, iyiki sizinle “serbilind” olduk...

'Süreç' açısından anayasa taslakları

$
0
0
Cengiz Çandar*/ Kürt sorununun çözüm çerçevesi, anayasada aranıyor. Bunun için ise en azından Ak Parti ile BDP arasında 'anayasal uzlaşma', 'olmazsa olmaz' şart.Siyasi partiler tarafından Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na verilen taslaklar, partilerin birbirleriyle aralarındaki doğal ve anlaşılır farkların yansıması. Buraya kadar şaşırtıcı olan bir şey yok denebilir. Ancak Kürt sorununun çözümü ve şu sırada ‘başlangıç’ aşamasında bulunduğumuz ‘süreç’ açısından bakıldığında ortada bir ‘sıkıntı’ var da denebilir.Sıkıntıdan kasıt, Ak Parti’nin taslağı ile BDP’nin taslağı arasındaki temel farklılık. Anayasanın –eski deyimle dibace, preambül olarak Fransızca vurguyla telaffuz edilen alafranga sözcükle preamble- ‘başlangıç’ bölümünde BDP, ‘Türkiye halkı’ sözcüklerine yer verirken Ak Parti, ‘Türk milleti’ diyor. CHP, ‘Türkiye Cumhuriyeti ahalisi’ diye ilginç bir ‘orta yol’ formülü üretmiş gibi gözükürken daha sonra ‘Türk ulusu’ diye devam ediyor. Lafzı tartışılabilir ama ruhu, mevcut anayasa gibi.

‘Anayasal konsansüs’ –özellikle MHP ile- mümkün gözükmediğine göre Kürt sorunu açısından Ak Parti ve BDP yaklaşımları üzerinde durulmalıdır. Arada önemli farklılıklar var.

Bunlar, temel ve ‘süreç’i zorlayacak özellikte sayılabilir mi?

Evet, çünkü BDP ve arkasına aldığı varsayılan ve ‘silahları susturması’ ve hatta ‘silahlara veda etmesi’ beklentisiyle ‘süreç’in kendiliğinden ‘tarafı’ konumundaki PKK’yı bu adımları atmaya teşvik edecek en önemli husus, ‘yeni anayasa’nın ‘etnik göndermeler’den arındırılmasıydı. ‘Etnik referans’tan, -onlar açısından- kastedilen ‘Türk milleti’ ya da ‘Türk ulusu’dur. ‘Millet’ ile ‘ulus’ sözcükleri arasındaki fark, ilkinin sağ siyasi gelenek, ikincisinin sol siyasi gelenek tarafından tercih edilmesinden ibarettir. Sol siyasi geleneğin ‘birinci tercihi’, bilindiği gibi, ‘ulus’ yerine ‘halk’ sözcüğünün kullanılmasıdır.

Gerçi, yürürlükteki 1982 Anayasası’nın ‘başlangıç’ bölümündeki ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda’, ‘Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının’ gibi ibareler, Ak Parti taslağında yok. Ama bunun yerine şu yerleşmiş:
“Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla her türlü ayrımcılığı reddeden, kültürel zenginliğimizin kaynağı olan etnik ve dini farklılıklarımıza saygı duyarak müşterek tarihimiz ve değerlerimiz etrafında birlikte yaşama arzusuyla hareket eden biz Türk milleti; demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan bu anayasayı egemen irademizin ifadesi olarak kabul ve ilan ederiz.”
Dikkatle okunduğunda, ‘Kürt kimliğinin tanındığı’, ‘inkârından vazgeçildiği’ ve ‘dolayısıyla onun da içerildiği ve kapsandığı’ gibi argümanlar ileri sürülebilir. Bunların, ‘yeni anayasa’da kendilerine gönül rahatlığıyla yerleşebileceği bir yer bulmak isteyen ‘Kürt siyasi hareketi’nin çevresindeki Kürtleri tatmin eder mi, bunun kolay bir cevabı yok. Elbette, bu dil, Abdullah Öcalan tarafından kabul edilirse BDP, sıkıntıya girer.

Ama eğer, ‘yeni dönem’le birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden ‘kuruluş dönemi’nden söz edildiğine ve bunu bir şekilde bizzat Abdullah Öcalan’ın yaptığına bakılırsa söz konusu ‘kurucu-ortak unsur’ olmak bakımından, Ak Parti taslağında niteliksel bir sorun gözüküyor.

Hatırlanabileceği gibi, başta Öcalan, ileri gelen Kürt şahsiyetleri, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na gönderme yapıyorlar. Böyle bir taslak, 1921 Anayasası’ndan ziyade, onların, Kürtlerin devlet yapısından dışlanma belgeleri olarak algıladığı diğer anayasaların ‘revize edilmiş’ halini andırıyor.
BDP’nin ‘başlangıç’ bölümü için seçtiği sözcükler ise şöyle:

“Türkiye Halkı, bütün bireylerin ve halkların, evrensel insan hak ve özgürlüklerine sahip olduğu inancını taşıyoruz. Irk, dil, din, mezhep, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken ve benzeri hiçbir ayrım yapmaksızın herkesin eşit olduğunu kabul ediyoruz. Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimlikler, kültürler, diller ve inançlar bu anayasanın güvencesi altındadır. Farklılıklarımızı, toplumsal bütünlüğümüzün harcı olarak görüyoruz. Bu anayasayı da bu değerlere bağlılığımızın ve birlikte yaşama irademizin bir beratı olarak kabul ve teyit ediyoruz.”

BDP Taslağı’nın ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Esasları’na ilişkin ilk bölümünde 1. Maddenin 3. Fıkrası şöyle düzenlenmiş: “Devletin idari yapısı ademi merkezi sistem esasına göre düzenlenir. Devletin toprak bütünlüğüne dokunulamaz.”
Üçüncü ve ‘dil’ ile ilgili madde önerisi ise bunlarla tutarlı biçimde şöyle:

“Madde 3 - (1) Devletin resmi dili, Türkçedir. Tüm vatandaşların resmi dili öğrenme görevi ve hakkı vardır. Türkiye halkının kullandığı diğer anadiller bölge meclislerinin kararıyla ikinci resmi dil olarak kullanılabilir. (2) Herkes, özel yaşamında ve kamusal makamlarla olan ilişkilerinde resmi dilin yanı sıra kendi anadilini kullanma hakkına sahiptir. (3) Devlet, ülkenin ortak kültürel mirasını oluşturan bütün dillere saygı duymak, dilleri korumak, dillerin kullanılmasını ve gelişmesini sağlamakla yükümlüdür.”
Gelin şimdi de önemli bir ‘temel haklar belgesi’ olarak kabul edilen 1978 İspanya Anayasası’nın üç fıkralı üçüncü maddesini okuyalım:
“(1) Kastilyan Devlet’in resmi dilidir. Tüm İspanyolların onu öğrenme görevi ve onu kullanma hakkı vardır. (2) Diğer İspanya dilleri de adı geçen özyönetime sahip toplulukların, statüleri ile uyumlu olarak, resmi dilleri olacaktır. (3) İspanya’nın farklı dillerinden kaynaklanan zenginliği, özellikle saygı gösterilecek ve korunacak olan bir kültürel mirasıdır.”
Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmediği için, İspanya Anayasası’ndan ‘kopya çekmeye’ de (ya da ‘esinlenmiş’ olunmasına) karşı çıkılmaz. Ancak, İspanya Anayasası, 17 özerk bölge ve 2 özerk şehiri, ‘idari yapı’ olarak kabul etmiş olan bir ülkenin anayasasıdır. Buna karşılık, İspanya Anayasası, ne federasyon ne de ‘üniter devlet’ sözcüklerine yer verir.

Aslında bu noktada da BDP tutarlı çünkü 5. maddenin 2. fıkrasında “Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Bölge Meclislerine aittir” diyerek ‘özerklik modeli’ni adını koymadan önermiş oluyor. Yürütme için ise 3. fıkrada, “Yürütme görevi, anayasa ve kanunlar çerçevesinde, ademi merkezi yönetim esaslarına uygun olarak cumhurbaşkanı, bakanlar kurulu ve bölge başkanlıkları tarafından yerine getirilir” diyerek ‘özerklik modeli’ni takviye ediyor.

Ak Parti ise “Yürütme görevi başkan tarafından yerine getirilir” şeklindeki yalın bir madde ile bir yandan ‘Başkanlık sistemi’ önerisi getiriyor ama taslağın diğer bölümleri, tutarlılık halinde bu maddeyi desteklemiyor ve muğlak bırakıyor.

Sonuç olarak, ilk bakışta, ‘lafzı ve ruhu’ itibariylee ‘uzlaşma’nın mümkün gözükmediği anayasa taslakları, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulmuş halde.

Bunların ne kadarı İngilizce deyimle ‘fall back position’ yani bir başka adımı atabilmek bakımından ‘geri çekilebilir’ nitelikte, ne kadar ‘vazgeçilemez’ yani ‘ilkesel’ nitelikte; göreceğiz.

BDP, bütün bu konular için Abdullah Öcalan’a başvurmak zorunda kalacak mı? Onun bu dikenli konuya yaklaşımı ne olacak; onu da göreceğiz.
Kürt sorununun çözüm çerçevesi, yeni anayasada aranıyordu. Bunun için ise en azından Ak Parti ile BDP arasında ‘anayasal uzlaşma’, ‘olmazsa olmaz’ şart sayılıyor.

‘Anayasal uzlaşma’ olabilir mi? Olabilir belki.

Nasıl?

Tartışacağız...

*Radikal/07/03/2013

Yasaklı bir dilin sakıncalı gölgesi!

$
0
0
Sidar Basut*/ Şaşırdım çünkü yeri öpenlerden tutun da, zikre girip “Navê wê evdillahe, la ilahe illalah! (Onun adı Abdullah...)” diyenlerden tutun, Amara’dan dönenlere “Xwedê xêra we qebul bike! (Allah hayrınızı kabul etsin)” diyenlere kadar, hatta Öcalan’ın doğduğu evin duvarlarına elini sürenler, bahçedeki toprağı ellerindeki ped şişelere dolduranlar bile vardı.************************

Kaç çocuk komünistin kızı olarak kodlandı bu memlekette? Ne çok utanırdım çocukken bana bu şekilde hitap edilmesinden! Kim demiş okulda en kazık sorular matematikten çıkar diye? Benim için en zor soru; 'Baban ne iş yapıyor?' sorusuydu. 'Şey, babam öğretmendi, ama 80 darbesiyle cezaevine girip 8 yıl yattıktan sonra mesleği elinden alındı.' Gafletinde bulunmuştum bir keresinde fen bilgisi öğretmenime. O kırmızı suratı ve salyalı ağzıyla (ki o zamandan beri kırmızı suratlar bende direk salyayı çağrıştırır) 'Baban komunist mi?' diye sormuştu. İyi de komünist olmak ne demekti? Ah bir de şu ismim yok muydu? 'Adım Sidar, Kürtçe ağaç gölgesi demek.' Neden sonra bana fen bilgisi oğretmeni gibi bakarlardı? Öyle ya, benim ismimin anlamı olsa olsa; yasaklı bir dilin sakıncalı gölgesi olabilirdi...
Okuldaki tek sıkıntım adımın anlamı ve Fen Bilgisi öğretmeni değildi elbet. Okulun kendisi başlıbaşına bir sıkıntıydı o zamanlar. Önce Türkçeyi öğrenmemiz gerekiyordu ki sanırım en zoru buydu. Bir de Atatürk vardı tabi, bütün öğretmenlerimiz onu sevmemizi istiyordu. Oysa ki bırakın sevmeyi, daha çocukken bile şaşırırdım bize Atatürk’ün ayakkabı numarasının ezberletilmesine. Çocukken kargalara taş atmaktan hoşlanması ve bunun kitaplarda yazılması komik gelirdi mesela. Daha da büyüyünce CHP’li kadınların fönlü saçları, inci kolyeleri ve kocaman gözlükleriyle Anıtkabir ziyaretlerinde ağlamalarına itiraf edeyim gülerdim. Aslında kişilerin inançlarıyla, duygularıyla dalga geçmeyi sevmem, ama başka birşeydi bu. Anlamsız gelirdi ve hayatım boyunca hiçbir zaman anlam kazanmadı. Çocukken yaşadığım o kafa karışıklığını bu kez Halfeti’de yaşadım. Nerden nereye! Biri Türkiye’nin başkenti Ankara, diğeri yine CHP’nin güçlü olduğu bir ilçe olan Halfeti! Ama bu kez aktörler farklı...

Binlerce insan 4 Nisan günü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın doğum gününü kutlamak için Halfeti’de toplandığında ben de ordaydım. Oraya gelen birçok kadının çocuklarının doğum günü 1 Ocak’ken ve en önemlisi hiçbirinin doğum günü kutlanmazken, belki de birçoğu ilk kez bağıra bağıra “Rojbûna te pîroz be ey serok! (Doğum günün kutlu olsun ey başkan)” diyerek birinin doğum gününü kutluyordu...

Doğrusu Amara’da gördüklerim beni hem şaşırttı, hem de ürküttü. Şaşırdım çünkü yeri öpenlerden tutun da, zikre girip “Navê wê evdillahe, la ilahe illalah! (Onun adı Abdullah...)” diyenlerden tutun, Amara’dan dönenlere “Xwedê xêra we qebul bike! (Allah hayrınızı kabul etsin)” diyenlere kadar, hatta Öcalan’ın doğduğu evin duvarlarına elini sürenler, bahçedeki toprağı ellerindeki ped şişelere dolduranlar bile vardı. Ürktüm; çünkü Kemalistlerin yıllarca yaptıklarını şimdi biz Kürtler mi yapıyoruz diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım...

Halfeti’den ayrılırken çok düşündüm, “celladına benzeyen” halklardan biri de bizdik galiba. Bunun sosyolojik ve psikolojik birçok nedeni vardır elbet! İzninizle onu da konunun uzmanlarına bırakalım. Gerçi nedenler bulunsa bile merak ediyorum doğrusu; nerden başlayacaklar bizi tedavi etmeye, hangi birimizin çocukluğuna inecekler?

*http://agendakurd.com

Şandekî Herêma Kurdistanê berev Wîlayetên Yekgirtiyê Emerîka birêket

$
0
0
Roja yekşem 07/04/2013 şandekî Herêma Kurdistanê ku ji rêzdar Fuad Husên Serokê Dîwana Serokayetiya Herêma Kurdistanê (Serokê Şandê), Aştî Hewramî Wezîrê Samanên Siruştiyê Hikûmeta Herêma Kurdistanê, Felah Mistefa Berpirsê Fermangeha Pêwendiyên Derveyê Hikûmeta Herêma Kurdistanê û Qubad Talebanî Berpirsê Fermangeha Hemahengî û Duvdaçûna Hikûmeta Herêma Kurdistanê berev Wîlayetên Yekgirtiyê Emerîka birêket.

Şanda Herêma Kurdistanê li vê serdana Washingtonê de, pêwendiyên di navbera Kurdistan û Emerîkayê guftûgo dike û dîtin û nêrînên serkirdayetiya siyasiya Herêma Kurdistanê ya li ser pirsên cûda cûda bi berpirsên Emerîkayê radigihîne‌.

Li çarçêweya vê serdanê da, şanda Herêma Kurdistanê dê li gel berpirsên Koşka Spî û her du Wezareta Derve û Bergiriyê hevdîtinan pêkbîne. Kongres û Encumena Senato jî du wêstgehê dinê ajandaya vê serdana şanda Herêma Kurdistanê ne ku ji çendîn hevdîtinan pêktê.

Şanda Kurdistanê li vê serdanê da, ji aliyê çendîn navendên hizrî û lêkolînî ve kor û semîner ji bo wan dihête sazkirin. Di derbarê pirs û mijarên girîngên qada siyasiya Iraq, Kurdistan û navçeyê bi awayekî giştî şand dê daxuyaniyan bidin. Li gel rojnamevan û kanalên medya jî şanda Herêma Kurdistanê dê çendîn hevdîtinan pêkbîne.

Krp

Tan: 'Türk milleti' çözüme aykırı

$
0
0
Rizgarî Online/ BDP'li Altan Tan, "Yeni anayasada 'Türk milleti' yazarsanız, tüm milletleri yazmanız gerekir. Bu anayasanın ruhuna ve yeni çözüm dönemine aykırı" dedi. AA´nın haberine göre, “Barış Ve Demokrasi Partisi ( BDP ) Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Hasankeyf ilçesinde gazetecilere yaptığı açıklamada, AK Parti'nin hazırladığı yeni anayasa teklifinin kendisini şaşırttığını belirtti. Anayasada Türk milleti ifadesinin yer almasının yanlış olacağını savunan Tan, "Siz Türk milletiyseniz biz hangi milletiz? O zaman Kürt milleti, Arap milleti, Çerkez milleti diye mi yazmak gerekir? Yeni anayasada 'Türk milleti' yazarsanız, tüm milletleri yazmanız gerekir. Bu anayasanın ruhuna ve yeni çözüm dönemine aykırı" diye konuştu. Bunun MHP ve CHP 'nin ulusalcılarından, mza toplayan 300 Türk milliyetçisinden korkmanın alameti olduğunu öne süren Tan, "Korkmakla endişeyle demokraside yenilik olmaz. Anayasanın değiştirilmesinin ana sebebi bu zaten. Neyi değiştiriyorsunuz? O zaman biz kimiz? Biz diyoruz ki böyle yazmayın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esas olsun" dedi.

Bir gazetecinin damadının Kastamonulu olduğunu hatırlatması üzerine Tan, konunun Türk'lük, Kürt'lük veya Arap'lık meselesi olmadığını ifade ederek, "Bu, demokrasi ve hukuk meselesi. Gördünüz Kastamonulu bir aileyi, şoförlüğünü yaparak gezdiriyorum. Dünürlerim başım, gözüm üzerine geldiler. Annem de Türk. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı yeter ve hepimizi kapsar. Bunun ötesindeki şeyler hiç kimseye fayda sağlamaz" diye konuştu.”

RO/Ömer Kaçar

Ocalan silav ji Barzanî re şand

$
0
0
Hevserokê BDP’ê Selahattîn Demîrtaş piştî serdana xwe ya li Qendîlê li Hewlêrê bi Serokwezîrê herêma Kurdistanê Nêçîrvan Barzanî re hevdîtinek pêk anî. Demîrtaş her wiha silavên Ocalan ji Serokê Herêma Kurdistanê Mesûd Barzanî re jî anîn.

Şandeya BDP’ê ya ji Hevserokê Giştî yê BDP’ê Selahattîn Demîrtaş û Parlementerê BDP’ê yê Stenbolê Sirri Sureyya Onder pêk dihat ji bo nameya Ocalan bigihînin KCK’ê hatin Başûrê Kurdistanê. Şandeyê piştî serdana Qendîlê bi Serokwezîrê Herêma Kurdistanê Nêrçîrvan Barzanî re hevdîtin pêk anî. Demîrtaş bi xwe re silavên Ocalan ji Serokê Herêma Kurdistanê Mesûd Barzanî re anî.

Li gorî daxuyaniya di malpera fermî ya Hukûmeta Herêma Kurdistanê de cih girt, Demîrtaş ji aliyê Nêçîrvan Barzanî ve hate pêşwazîkirin û di hevdîtinê de pêşketinên têkildarê pirsgirêka Kurd li Bakûrê Kurdistanê hatin gotûbêjkirin. Demîrtaş bi rêya Nêçrîvan Barzanî silavên Ocalan ji Barzanî re şand.

Demîrtaş di hevdîtinê de bal kişand ser rola Herêma Kurdistanê di çareseriya pirsgirêka Kurd e û ji Nêçrîvan Barzanî xwest ku di vê pêvajoya aşitiyê de rola xwe bileyize û hevkariyê bike. Hate zanîn ku Demîrtaş ji Barzanî xwest ku hukûmeta Herêma Kurdistanê ji bo çareseriya pirsgirêka Kurd a Bakûrê Kurdistanê rola xwe ya dîplomasiyê ya bi Ewropa û DYA’yê re bi cih bînin û di vî warî de peywendiyên xwe xurt bikin.

Nêçîrvan Barzanî jî her wiha, dilxweşiya xwe ya ji bo pêvajoya aşitiyê ya di navbera dewletê û Ocalan de hatiye destpêkirin anî ziman û got ku ew piştgiriyê didin vê projeya aşitiyê. Barzanî got ku ji bo çareseriya pirsgirêka Kurd li Tirkiyeyê tişta ku bikeve ser milê wan ew ê bikin.

Barzanî bal kişand ku pirsgirêka Kurd li Bakûrê Kurdistanê pirsgirêka gel e û got: “Divê ev pirsgirêk were çareserkirin. Çareseriya rastîn jî çareseriya aştiyane ye.” Her wiha, Barzanî îşaret bi wê yekê kir ku aşitî ji bo berjewendiyên gelên Kurd û Tirk û got ku ev yek xizmeta her du aliyan dike.

Hêjayê gotinê ye ku Hevserokê Giştî yê BDP’ê Selahattîn Demîrtaş û Parlementerê BDP’ê yê Stenbolê piştî hevdîtina li Qendîlê li gel rayedarên KCK’ê kirin, vegeriyan Hewlêrê û şevê din bi serdana Endamê Polîtburoya PDK’ê Kemal Kerkukî kirin. Serdanên şandeya BDP’ê li Başûr berdewam dikin û tê payin ku li gel rayedarên din ên Hukûmeta Herêma Kurdistanê hevdîtin bikin.

Anf

Kurdên Rojawa Ne penaberin Belku Di Mala Xwe Dene

$
0
0
Evro Cîgirê Serokê Parlementoya Kurdistanê Dr. Hesen Muhemed Sûre bi heyetek ji jinên çalakvan yên Rojawayê Kurdistanê yên li Swêd û Almaniyayê re civiya.Di hevdîtineke de heyeta han kêfxweşiya xwe a li hember vê serdana han diyar kir û spasiyên xwe jî pêşkêşî Hikûmet û Gelê Kurd li Başûrê Kurdistanê kir jiber ev hevkariyên ku, pêşkêşî xelkê Rojawayê Kurdistanê kirine.

Heyeta han di berdewamiya axaftinên xwe de daxwaza vê yekê jî kir ku, jiber nêz bûna demsala Hawînê û hatina germayê hin pêdeviyên din yên wan kesan ku, di nava kempan de dijîn werin dabînkirin.

Li hember de jî Cîgirê Serokê Parlementoyê diyar kir ku, Hikûmet û Gelê Kurdistanê hertim amadene ku, hevkariya xelkê Rojawayê Kurdistanê bikin û xelkê Rojawayê Kurdistanê li Başûrê Kurdistanê de nepenaberin belku, di nava mal û welatê xwe dene.

Çavkanî ev yek jî eşkere kir ku, Hikûmeta Kurdistanê tedbîrên pêwîst bo pêşkêş kirina hevkariyên zêdetir stendiye û tevahiya dezgehên xwe erkdar kiriye daku, li hember rewşa wan hesas bin û kemaniyên wan dabîn bikin.
Ktv

Amerîka Daxwaza Birine Ser a Soza Xwe bo Pişkinîna Firrokeyên Îranî ji Iraqê Kir

$
0
0
Wezareta derveya Amerîkayê tekez kiriye, ku rawestandina tundûtîjîyê li Surîyê tenê bi rûxana Esed berdest dibe û tekezî li ser mikurbûna xwe bo goşarxistina ser Esed û rejîma surîyê bi rêya rêgirîkirin ji derbasbûna firrokeyên Îranî bi ser esmanê Iraqê re kir û ragiahnd, ku Amerîka çaverê ye hikûmeta Iraqê belêna (soza) xwe bihîne cî.
Şêwirmendê wezîrê derveyê Amerîkayê Brît Makurg roja înê li balyozxaneya Amerîka ya li Bexdadê ji rojnamevanan re ragihand, ku Wîlayetên Yekgirtîyên Amerîkayê bawerîya wê eve ye ku bijardeya danûstandin û diyalog di navbera alîyên Surî de baştirîn rêye da ku dawî bi tundûtîjîyên li Surîyê bihê.
Brît Makurg herwisa da zanîn: ´´bijardeya diyalogê jî berdest nabe heger bihê û bi goşar û bi ladana Beşar Esed ji desthilatê nebe, ew jî bi rawestandina firrokeyên Îranî ku bi ser esmanê Iraqê de berev Surîyê ve diçin.´´
Makurg tekazî jî li ser pêywsîtîya cîbicîkirina ewan belênên hikûmeta Iraqê ji bo pişkinîna firrokeyên Îranî jî kiriye û ragiahndiye, ku ew dizanin kareke wisa pêywsîtî bi dme heye lê ew jî çaverê ne Iraq belêna xwe bibe ser.
Ev ragihandine piştî rexne girtina wezîrê derveyê Amerîka John Kerry ji hikûmeta Iraqê dihê ku dabû xuyakirin, ku hikûmeta Iraqê hêsankarîyan bo firrokeyên Îranî dike da ku çek û teqemenîyan bo Surîyê veguhêzin.
Serokwezîrê Iraqê Nûrî Malikî di 29 Adarê de tekezî li ser pişkinîna firrokeyên Îranî kiribû ku bi ser esmanê Iraqê de difirrin.
PNA / S.K

“Çözümde İslam kardeşliği büyük rol oynayacak”mış

$
0
0
Rizgarî Online/ Genç Siviller tarafından Dîyarbekîr Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda düzenlenen ‘Türk sorunu’ forumuna Genç Siviller Koordinatörü Fatih Demirci, Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak, araştırmacı yazar Sevan Nişanyan, Taraf Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur ve Eski Yenişehir Belediye Başkanı Fırat Anlı gibi birçok isim katıldı.Zaman gazetesinin haberinde sunlar kaydedildi:”Programın ilk bölümünde konuşan Mümtaz’er Türköne, 2007 yılında devletin zorunlu asimilasyon politikasından vazgeçtiğini aktardı. Devletin bu kararı kendisini restore etmek için aldığını belirten Türköne, “Kürt sorunu, Türk kimliğini savunma durumuna sokarak çözülmez. Böyle bir karşıtlık yaratmak çok yanlış. Kürt sorununun çözümünden bir Türk savunması yaratılmamalı. Tepkiler duygusal. Ortak paydalar, geçmiş ve ortak gelecek kuvvetle vurgulanmalı. Ortak bir dünyayı paylaşarak bir arada yaşamak, kader birliğini sürdürmek bazı şeyleri hatırlamak, bazı şeyleri unutmaya bağlıdır. Millet olmak biraz da unutmaktır. Kürt sorununun en şiddetli evresi yaşanıyor. Sabırlı olunmalı, yangına körükle gidilmemeli. Türkiye’nin batı kesimlerinde, belirsizliği, cevabı verilmeyen soruların, entrikanın karşılığı olan duygusal bir patlama yaşanıyor. Kendiliğinden, çok kısa bir zamanda soyut şeyler somutlaştığında sönecek ve kaybolacaktır. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey sabır, empati ve tahammül.” şeklinde konuştu.

“Ben Kürtleri Türk olarak ezmedim. Kürtleri ezenler Türkler değil. Bunun farkını anlayın. Bunu yapan devlet.” diyen Türköne, MHP ile rekabete girebilmek için CHP’nin bugüne kadar keşfetmediği Türkleri keşfettiğini, iki parti arasında Türklük üzerine bir rekabet başladığını anlattı. Genç Siviller Koordinatörü Fatih Demirci ise Kürt sorunu üzerine konuşmayanın kalmadığını, herkesin bu konu üzerinde yazdığını ve çizdiğini hatırlatarak, “Türk sorunu çıkmaması için ne yapmamız lazım? Bunu konuşmak istedik.” diye konuştu.

Yazar Sevan Nişanyan ise Türkiye’nin son yıllarda müthiş bir değişim geçirdiğini hatırlatarak şu değerlendirmeyi yaptı: “Bundan değil 10 sene, 5 sene, hatta 2 sene önce bile ‘Diyarbakır’da Türk sorunu, Türklerin hassasiyetleri ve Türklerin ulusal kimliğine ilişkin bir toplantı yapılacak ve burada Türklerin hassasiyetlerini anlatma görevi Sevan Nişanyan’a verilecek’ denilseydi herhalde bu kişinin aklından zoru olduğu kanaatine varırdık. Çok acayip bir durumdayız. Sevan Nişanyan geliyor burada Kürtlere Türkleri anlatmak için. Yanında Türk milletçi hareketinin içinden gelmiş, bir bakıma hâlâ kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan Mümtaz’er Türköne bulunuyor. Bunun tarihi bir olay olduğunu düşünüyorum.”

‘Çözümde İslam kardeşliği büyük rol oynayacak’

Diyarbakır Forumu’nda konuşan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak, kardeşlik hukukunun 100 yıldan bu yana atılan yanlış adımlar ve yanlış uygulamalar sebebiyle bu duruma getirildiğini dile getirdi. Uşşak, Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik hukukunun zedelenmesinden ötürü bu duruma gelindiğini anlattı. Cemal Uşşak, Abdullah Öcalan’ın Nevruz mesajında kardeşlik hukukundan bahsetmesinin de önemli olduğunu belirtti. Dindarların da Kürtlerin ıstırabını uzun yıllar hissedemediğinden yakınan Uşşak, konuşmasına şöyle devam etti: “Dindar olmaktan söz ediyorsak sadece Kürtlerin ıstırabını değil, birçok mağdurun acısını da duymamız gerekir. Geçmişte bu meseleyi İslam kardeşliğinin çözeceği dillendiriliyordu fakat bunun altı doldurulamıyordu. Bu meselenin çözümünde İslam kardeşliği çok önemli bir rol oynayacak. Bu İslam kardeşliği modern şekilde günümüze aktarıldığında başarılı bir sonuç verecektir.”

‘Çözüm süreci, ‘zafer’ üzerine kurulmamalı’

İstanbul Üniversitesi'nden Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan da konuşmasında çözüm sürecinin 'zafer' üzerine kurulmaması gerektiği uyarısında bulundu. Çözüm süreci aşamasında Türklerde oluşan hassasiyeti en iyi Kürtlerin anlayabileceğini aktaran Alkan, "Dolayısıyla bu süreçte biraz daha hakikaten barış dilini geleceği düşünerek kullanmak gerekiyor. Daha önemli bir görevleri de var: Etnik kimlik milliyetçiliği faşizme meyilli bir ideoloji. Burada Kürt aydınlarına çok önemli görev düşüyor. O da ırkçılığa, faşizme meyil halinin önünde demokrat bir kültür oluşturabilmek." dedi. Sorunun farklılıklarla bir arada yaşam derdi olduğunu vurgulayan Alkan, "Çok basit bir dert. Bunu birlikte kurabileceğimize inanıyorum. Bu çözüm sürecinin zafer üzerine kurulmaması gerekiyor. Zafer üzerine kurulmuş müzakere süreci kaybedilmiştir. Herkesin en az rahatsız olacağı bir alt sınır inşa etmek gerekiyor. O yüzden de iyi kötü herkesin az çok tatmin edilmesi şart." ifadelerini kullandı.“

RO/Cemil Süphan

Güney, katliamın ipucunu hayat kadınına vermiş

$
0
0
Rizgarî Online/ Paris'te 3 Kürd siyasetçi kadını katlettiği iddiasıyla tutuklu bulunan Ömer Güney, Ankara'da kaldığı otele çağırdığı hayat kadınına 'Yakında herkes benden bahsedecek' ileri sürüldü.Halen Paris’te tutuklanan Ömer Güney’in, Türkiye’deki günlerine ilişkin yeni detayları Türk medyasına yansıdı. Hürriyet gazetesinden Fevzi Kızılkoyun’un haberinde şunlar kaydedildi:”Avukatının, “Türkiye’ye ideal kadını bulmak için gitti” dediği Ömer Güney’in kaldığı otele hayat kadını çağırdığı, istihbarat birimlerinin hayat kadınının da bilgisine başvurduğu belirlendi. Paris’te 9 Ocak’ta PKK’lı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in öldürülmesinin ardından tutuklanan Ömer Güney’in, sık sık Türkiye’ye geldiği ve olaydan 19 gün önce Ankara’da olduğu belirlenmişti. Olaydan sonra MİT ve Polis istihbarat, Güney’in Türkiye bağlantıları için çalışma başlattı. GÖRÜNTÜLER TOPLANDI

Güney’in Ankara’da kaldığı Ulus ve Çankaya’daki 2 otel ile bilet aldığı tur firması, yemek yediği lokanta ve kafenin güvenlik kamerası görüntülerine istihbarat birimleri el koydu. İstihbarat birimleri, otel personeli dahil olmak üzere Güney’in görüldüğü yerlerdeki kişilerin de bilgilerine başvurdu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Güney’in Türkiye ziyaretleri ve bağlantılarını incelemek üzere soruşturma açtı. Savcılık, Fransa ile de bağlantıya geçerek Güney dosyasını istedi. Fransa’da Güney’in dosyası gelmediği için de savcılık henüz somut bir çalışma yapamadı. Ancak MİT ve Polis istihbarat, çalışmalarını bilgi alma üzerinde yürüttü. İstihbarat birimleri Güney’in Türkiye’ye geldiği sırada görüştüğü kişilerin bilgisine başvurdu.

Fransız Liberation gazetesine konuşan Güney’in avukatı, müvekkilinin, geçen yılki Türkiye ziyaretlerini, “Gönlündeki ideal kadını bulmak için” yaptığını öne sürmüştü. Güney’in Türkiye’ye gelişlerinde kaldığı otele hayat kadını çağırdığı ortaya çıktı. Güney’in birlikte olduğu “Nefes” takma adını kullanan hayat kadını, Güney’i tanımadığını, kendisine “0 531 257....” telefonundan ulaştığını belirterek, Hürriyet gazetesine şu bilgileri verdi:

BENİ KONUŞACAKLAR

“Kendisiyle bir saat karşılığında anlaşmıştım. Kaldığı otele gittim. Çok kibar davrandı. Daha sonra kalmamı istedi ve 3 saat kaldım. İstihbarat ekipleri gelip bilgime başvurunca Ömer Güney olduğunu öğrendim. Kendisi çok kibar birisiydi. Fransa’da yaşadığını ve turistik amaçlı Ankara’ya geldiğini söyledi. Bana iş hayatına ilişkin, ‘çok büyük projelerim var yakında herkes benden bahsedecek’ dedi. Anlaştığımız rakamın üzerinden para verdi, fazladan bahşiş de bıraktı. Bir daha geldiğinde yine arayacağını söyledi.

2 OTELDE KALDI

Cinayet şüphelisi Güney, Ağustos ve Aralık 2012 tarihinde Paris’ten İstanbul aktarmalı olarak Ankara’ya geldi. Güney Ankara’da biri Çankaya’da diğeri de Ulus’ta iki otelde kaldı. Güney’in Ankara’ya son gelişinde Ulus semtinde bulunan otelde 19-21 Aralık tarihinde kaldığı da belirlendi.”

RO/Cemil Süphan

“Onların da hatırası karşısında eğiliyoruz”

$
0
0
Rizgarî Online/ Xarpêt´te Halkların Demokratik Kongresi’nin düzenlediği, ‘Çözüm için müzakere, barış için eşitlik’ toplantısının açılışında konuşan BDP´nin Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, “Bu sürecin selametle sürmesi için; ‘Sakın ola hükümeti eleştirmeyin, hükümetin canını sıkmayın, Erdoğan’ın duymak istemediklerini söylemeyin’ Böyle barış sağlanamayacağı için bana sorarsanız tehlikeye de girmez. Biz bu sürecin Meclis tarafından denetlenmesini, Erdoğan hükümetinin keyfine bırakılmamasını istiyoruz. O nedenle Meclis’in devreye girmesi ve CHP ’nin kurucu bir rol oynaması gerekiyor. Genel bir af olmadan ve Sayın Öcalan’ın özgürlük koşulları sağlanmadan barışın sürekliliği güvence altına alınmış olmayacaktır” dedi. Radikal gazetesinin kaydettiğine göre, “Türk şehitlerin hatırası karşısında eğildiklerini söyleyen Kürkçü, şöyle konuştu: “Bugün Türkiye ’de 20 yaşını dolduran bütün erkeklerin askere gitme mecburiyeti var. Bu mecburiyet altında insanlar savaşa girdi. Öldüler, öldürüldüler, hayatlarını kaybettiler. Onlar da Kürt halkının evlatları gibi ölmeyi ve öldürmeyi hak etmiyorlardı. Kendilerinin belirlemediği, kendilerinin talep etmediği, kendilerinin karar vermediği savaşta hayatlarını kaybettiler. Bizler onların da hatırası karşısında eğiliyoruz. Onları hiçbir zaman bu çatışmanın düşman kampı olarak görmüyoruz.”

İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise “Demokratik, özgürlükçü bir anayasa geliştirilmezse tekrardan başa dönebiliriz ve daha kötü şeyler yaşanabilir” diye konuştu.”


'Çekilme'nin PKK'daki karşılığını bilelim

$
0
0
Ezgi Başaran*/ Sınır dışına çekilme, devlet için bir başlangıç noktası. Öcalan'la görüşmelerin ilk günlerinden, yani 1997'den beri, bu böyle."Nasıl geldilerse öyle çıksınlar, yasal düzenlemeye ne hacet" öyle mi? Vay be. Bazı şeyler unutuluyor ya da hiç bilinmiyor olmalı. Herhalde öyle. Aksi halde, PKK’nın sınır dışına çekilmesiyle ilgili kullanılan retorik böyle güdük, böyle alaturka, böyle tehlikeli olmazdı. Nedenini müsaadenizle anlatayım. Ki örgütün de BDP’nin de niye ‘yasal düzenleme’ diye direttiğini bilelim.Sınır dışına çekilme, devlet için bir başlangıç noktası. Öcalan’la görüşmelerin ilk günlerinden, yani 1997’den beri, bu böyle. Bunun Kürt sorununun çözümünde gerçekten ilk adım olup olmaması gerektiğini şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü Öcalan bile bu başlangıç noktasını çoktandır kabullenmiş vaziyette. Şu anda KCK’dan tutuklu bulunan avukatı Cengiz Kapmaz’ın 1999’dan beri kendisiyle yaptığı görüşmelere dayanarak yazdığı İmralı Günleri kitabında bunu görebiliriz.

***

Şöyle anlatıyor Kapmaz: “Öcalan’a göre devletin ileri adım atması PKK’nin güven vermesine bağlıydı. Öyleyse sürecin önünü açacak adım PKK’den gelmeliydi. Öcalan’ın kafasında gerillayı Türkiye dışına çekme düşüncesi vardı. Bu düşüncesini ilk kez 5 Temmuz 1999’da avukatlarıyla paylaştı. ‘Bizim şiddeti durdurmamız başlangıç olabilir. Silahlı mücadele aşamasını geride bırakma tekniği uygulanabilir. Bu yeni adım olabilir. Pratikte de güçleri Güney’e (Irak Kürdistanı) çekme, sınırların gerisine çekme olabilir. Bundan sonra yasal güvence arayışları olabilir. Parlamentonun görüş açısı da değişir.’”

Öcalan geri çekilme planını 1 Eylül 1999’da hayata geçirmeyi planlamış ve bunu örgüte iletmişti. Peki sonra ne oldu? Onu da şu anda örgütün Kandil’deki en yetkili isminden, Murat Karayılan’dan dinleyelim.

***

Karayılan ‘Bir Savaşın Anatomisi’ adlı kitabında bakın 1999 çekilmesini nasıl anlatıyor: “1 Eylül’de geri çekilme kararını tüm güçlere telsizden bizzat ben, bir değerlendirme konuşmasıyla birlikte ilettim. İki hafta sonra geri çekilmede müthiş bir dağınıklık ve panik havası hâkim oldu. Geri çekilmenin düzenlenmesi, planlanmasının iyi yapılamaması ve Türk devletinin de fırsat bu fırsattır diyerek saldırıya geçmesi, tuzaklar kurması sonucu geri çekilme sürecinde ciddi darbeler alınmıştır.” Sadece Kürt siyasi hareketinden değil, örneğin Diyarbakır’da karşınıza çıkan herhangi bir vatandaştan da o günlerin travmasını çok canlı dinleyebilirsiniz. Hatta Öcalan’ın ‘Silahlı mücadele dönemi bitmiştir’ mektubunun okunduğu (Mart 2013) Newroz Meydanı’nda dahi o çekilmenin acı hatırasının çeşitli kereler gündeme geldiğini bizzat işittim.

***

Türkiye’de bulunan 1500’e yakın PKK’lının Fikret Bila’nın aktardığına göre 700’ü şiddete bulaşmadığı için evine dönebilir. 800 kişi ne yapacak? “Silahları gömüp gitsinler”, “Sivil kıyafet giysinler, dikkat çekmesinler”, “Silahları gömmeseler bile mağaraya bırakıp gitsinler” şeklindeki önerilerin mahalle saklambacında dahi ciddi kabul edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Kot gömlekleriyle taksiye binip, “Çek Kandil’e” diyecekleri bekleniyor değil herhalde. Her bakımdan meşakkatli iş. Karayılan, 2010 Kasım’da ANF’ye şöyle demişti: “(Sınır dışına çekilmenin) pratik hiçbir anlamı yoktur. Güçler ta Dersim’den üç ay boyunca yürüyecek, Güney Kürdistan’a gelecek, böylece çözüm gelişecek! Hayır, çözüm gelişirse Dersim’deki güçler zaten oradan çözüm sürecine dahil olurlar. Bu daha kestirme bir yol değil mi? Eğer çözüm niyeti ve zihniyeti varsa neden güçleri ta Dersim’den, Erzurum’dan, Bingöl’den aylarca yürüterek, güney sınırlarına taşıyacağız?”

***

Gazetelerde geri çekilmeyle ilgili çeşitli çıkış yolu haritalarından söz ediliyor. Hangi yolun ne kadar süreceği belirtiliyor. Bunlar güzel de TSK da başka türlü bir mesaj veriyor. Operasyonlar durdu iddiasına karşılık yaptığı açıklama mesela: “Türk Silahlı Kuvvetleri, hukuki mevzuat gereği kendisine verilen vazifesine devam etmektedir.” Bakın… Halka sunuluşu itibariyle öyle sanılabilir ama bugün hiç denenmemiş bir yöntemin arefesinde değiliz. Aksine denenmiştir. Hatta askerler, Kıvrıkoğlu ve Karadayı tarafından. Öcalan (Mart 2010’da) bu olayı şöyle anlatır: “Karadayı ve Kıvrıkoğlu her ikisi de savaşı sınırlandırmak istiyorlardı. Onlar da silahların susmasını, çatışmaların bitmesini, silahlı güçlerin bir yere toplanmasını, ondan sonra çözüme dair her şeyin konuşulabileceğini söylüyorlardı. Bize haber gönderdiler. O dönemdeki askerler tecrübeliydi, samimi gibiydiler. Onlardan birisi, ‘Oyun büyük, bunu boşa çıkartmamız gerekiyor. Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip şiddetten vazgeçerseniz, her konuyu konuşabiliriz’ dediler. Bunun üzerine ateşkes ve sınır dışına çekilme kararım oldu ve gerillalar sınır dışına çekildi.”

Sonra ne oldu, hepimiz biliyoruz. Amerika’yı yeniden keşfetmesek de bugün artık, bu tecrübelere dayanarak yeni bir metotla hareket etmek şart. O yüzden belki de… Siyasi iradenin güvenlik güçleriyle yasal olmasa da zımni bir anlaşmaya varması, çekilecek PKK’lıların söz verildiği gibi salimen yollarına gitmesi, yani çözüm sürecinin devamı için hayli önemli.

*Radikal/07/03.2013

Demirtaş Barzani ile görüştü

$
0
0
Rizgarî Online/ Öcalan'ın mektubunu Qendîl´e götüren BDP'li Demirtaş ve Önder´in, mektubu KCK yöneticilerine teslim ettikten sonra başkent Hewlêr´de Başbakan Barzani ile görüştüğü bildirildi..İmralı Adası'nda görüştükleri Abdullah Öcalan'ın mektubunu Qendîl´deki KCK Yürütme Konseyi üyelerine götürmek için cuma günü Özgür Kürdistan Bölgesine giden BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, dün Qendîl Dağı'na çıkarak Abdullah Öcalan'ın yazdığı mektubu KCK yöneticilerine teslim etti. DHA muhabiri Ferit ASLAN´ın bildirdiğine göre, “Mektup teslimi sırasında Öcalan ile yaptıkları görüşmenin detaylarını da KCK yöneticilerine aktaran Demirtaş ve Önder, birkaç saat kaldıktan sonra dün akşam yeniden Erbil'e döndü.

KCK yönetiminin mektuba cevap vermek için aralarında toplanıp tartışacağı ve yanıtı yazıp Demirtaş'a teslim edecekleri ifade edildi.

Görüşmede, Demirtaş ve Önder'in, KCK yöneticilerine Öcalan'ın sürece dair beklentilerini, kaygılarını detaylı paylaştıkları, özellikle süreç için önemli adım olan çekilme konusunda Öcalan'ın önerilerini dikkate değer bulan Kandil yönetiminin, kararlaşma konusunda sıkıntı çektiği belirtildi.

DEMİRTAŞ VE ÖNDER BAŞBAKAN BARZANİ İLE GÖRÜŞTÜ

Kandil Dağı'nda Abdullah Öcalan'ın mektubunu KCK yöneticilerine teslim eden ve cevap bekleyen BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreya Önder, bu sabah saatlerinde Erbil'de Irak Kürdistan Bölgesi yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüştü.

Yaklaşık 2 saat süren görüşmede, Demirtaş ve Önder, çözüm süreci konusunda Barzani ile bilgi alışverişinde bulunarak, İmralı adasında Öcalan ile Kandil'de KCK yönetimi ile yaptıkları görüşmeler hakkında da Barzani'ye bilgi verdi.

BDP lideri Demirtaş ve Milletvekili Önder'in bugün akşam saatlerinde de Parlamento Başkanı Erselan Bayaliz ile görüşeceği ifade edildi.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Önder'in Kandil ile yapacakları görüşme sonucu mektubun cevabını bekleyip beklemeyeceklerine sonra karar verecekleri ifade edildi.”

RO/Zilan Dersim

Olayın gidişatı

$
0
0
Murat Belge*/ Yakın geçmişte “Demokratik Açılım” adıyla anılan bir yeni politika ilân edilmişti. Bu da, “Kürt sorunu”yla ilgili bir politikaydı. Toplumun belirli kesimlerinde bir sevinç havası estirmişti. Bugün “Barış Süreci” denince taş kesilen çevreler doğal olarak buna da hemen karşı çıktılar, karalamaya giriştiler. O günlerde BDP de hiç hoşnut görünmüyordu bu “Demokratik Açılım”dan.Oysa toplumda ezici çoğunluk barış istiyordu. Bu ülkede yaşayan Kürt nüfusun bayağı büyük kısmı için bağımsız bir Kürdistan kurmak üzere Türkiye’den ayrılmak, mutlaka erişilmesi gereken bir hedef değildi. Erişildiğinde rahat ve huzur sağlayacak bir şey olmadığı da belliydi. Bu böyleyse, sürüp giden müzmin savaş da anlamlı olmaktan çıkıyordu. Varılan noktada, demokratik siyasî mücadeleyle elde edilebilecek kazanımlar, silâhlı mücadelenin getirdiklerinden daha çekici görünüyordu.Durumu böyle değerlendirdiğim için bu “Demokratik Açılım” evresinden çok memnun kalmıştım. Birkaç yazımda, bunun önemli bir kapı açtığı anlamına gelecek şeyler yazmıştım. Birtakım aksilikler (ya da belki kaçınılmaz kazalar) yüzünden, açılan bu kapı kapansa da, kapanmanın kalıcı olmayacağını, bir aşamada biriken enerjilerin gene bu doğrultuda yoğunlaşacağını savunmuştum.

Kapı kapandı. Gerekçe, “Habur’dan geliş üslûbu”ydu. Savaşın (ama ona bağlı olarak olanca eski düzenin ancien réjime’in) devamından yana olanların geçici bir zaferiydi bu. Yok, gelen o gerillalar düğün bayram havasındaymış, yok, sanki savaşı kazanmış gibi geliyorlarmış, falan filan. Başarılı oldular, Türk nüfus arasına hoşnutsuzluk yaydılar. Hükümet durdu. Hükümetin durmasıyla kalmadı olay. Hükümete yakın medya, durması, kapının da kapanması zaten doğru olanmış, dolayısıyla böyle olması iyi olmuş havasına girdiler.
Bu “eleştiri”lere karşı da yazmıştım. Adamlar elbette sevinecek, düğün bayram havasına girecek, ne var bunda heyheylenecek? Dört ayak üstünde sürünerek gelmelerini mi bekliyordunuz?

Ama egemen olan öteki havaydı. Bazı BDP’lilerin de “Oh! Neyse bu ‘Demokratik Açılım’ rezaleti bitti” diye göbek atacak tavırlar aldığını da hatırlıyorum.
Şimdi “Barış Süreci” başladı. Şu anda BDP bundan tedirgin olmuş gibi durmuyor herhalde. Öcalan’ın daha açık tavır almasının sonucu. Ama şu durumda BDP’nin nasıl tavır aldığı en önemli konu değil. Çok daha önemli olan, toplumun genelinde adı “Barış” olan sürece destek vermek isteyenlerin oranının artmış olması.

Normaldir. Toplumda yeni bir şey olunca, çoğunluk nasıl tavır takınacağına kolay karar veremez. Bizde olduğu şekilde, “Bu yenilik kötüdür” diye ses çıkaranların avazı dünyayı tutarsa, çoğunluk da buna bir ölçüde katılır ya da kapılır.

Ama, bütün vaat ettikleriyle “Demokratik Açılım” bir kapanıma dönünce, o aynı kararsız kitle iyi olabilecek bir fırsatın kaçtığını daha iyi hisseder. Yüksek sesle laf etmez ama içinden “Yanlış iş yaptık, yazık oldu” diye geçinir.

Bunların hepsi oldu. Onun için de bugün “Barış Süreci” başladı. Öcalan görüşmeleri ayan beyan ortaya çıktı. Ancien régime taraftarlarının umduğu gibi bir tepki çekmedi. Şimdilerde bir “âkil adam”lık motifi araya girdi ki, o cephe, şimdi bunu diline dolayacak, sabah akşam o adamlara sövecek. Bu arada, çok muhtemeldir, gene bazı kazalar olacak, bu süreç de bir yerlerde tıkanacaktır. Böyle olması hiç şaşırtıcı değil. Varolan tarafların her davranışı akılcı olmuyor. Sürecin düşmanları da boş durmuyor.
Ama ilk tıkanmadan sonra “barışçı” alternatifin tarafları nasıl kendiliğinden çoğaldıysa, böyle yeni “kapanmalar” da geçici olacak, yeniden açıldığında, barışa umutla bakanların oranı yeniden yükselecektir. Çünkü olayın kendisi, kendi “rasyonel” akışına bırakıldığında, oraya doğru akmaktadır. Nesnel koşullar (burada ve dünyada) silâhlı mücadeleyi değil, siyasî mücadeleyi öne çıkarmaktadır. Türkiye’de savaşın götürdükleriyle barışın getirecekleri arasındaki muazzam fark artık çok daha iyi görülmekte, anlaşılmakta, telaffuz da edilmektedir.

Onun için, genel çizgileriyle ele alındığında, uzun vadeye daha iyimser gözle bakabiliyorum. Ama tarihte hiçbir şey öyle kendiliğinden iyiye gitmez. Bunca yılın kötülüğünden sonra, “iyi”yi öne çıkarmak için çok çalışmak gerekiyor.

*Taraf/ 07.04.2013
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live