Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

2 Kişiyi Öldüren Sanık: PKK 1 Milyon TL ve …

$
0
0
<a href=http://rizgari.com/images/wenenuce/cinayetin_arkasindan_pkk_cikti.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/cinayetin_arkasindan_pkk_cikti.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a> <b>Rizgarî Online/</b> Dîyarbekîr'de bir hayvan pazarında 2 kişiyi öldürmekten yargılanan Şahin Tokur, PKK'nin ağabeyi Kasım Tokur'dan 1 milyon lira ile 2 çocuğunu istediğini, kavganın da bu nedenle çıktığını söyledi. Dîyarbekîr'de geçen yıl Canlı Hayvan Borsası'nda 2 kişinin öldürüldüğü olayla ilgili dava duruşmasına devam edildi. Hayvan pazarında 2 kişiyi öldürmekten yargılanan Şahin Tokur, PKK'nin ağabeyi Kasım Tokur'dan 1 milyon lira ile 2 çocuğunu istediğini, kavganın da bu nedenle çıktığını söyledi. Sanıklardan Kasım Tokur ise, “ PKK beni kaçırıp sabana kadar ellerimi bağladı 1 milyon TL isteyin bıraktılar. Olay günü Antalya’ya kaçacaktık” dedi.CHA´nın haberinin ayrıntısında şunlar kaydedildi:”Geçen yıl meydana gelen olayla ilgili dava duruşmasına Diyarbakır 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya tutuklu sanık Şahin Tokur ile tutuksuz sanıklar Latif ve Kasım Tokur katıldı. Duruşmada müştekilerin karakolda verdiği ifadeleri okunduktan sonra sanıkların ifadesi alındı.<br /> <br /> Tutuklu sanıklardan Şahin Tokur, olaydan yaklaşık 20 gün önce PKK’lıların kendilerine baskı yaptığını söyledi. Tokur, “PKK’lı 7-8 kişi evimizin etrafını sardılar. Bunlardan biri Reber kod adlı Mehmet Şah Yildeniz’di. Yildeniz’in yüzü açık diğerlerinin yüzü kapalıydı. Yildeniz onların komutanıydı. Abim Kasım Tokur’un gelmesini beklediler.<br /> <br /> Ağabeyim Kasım gelince 3 kişi silahını başına dayadı. Kasım'ı aracıyla birlikte alıp götürdüler. Sabaha karşı ağabeyim bitkin bir şekilde geldi. Aracını gasp etmişlerdi. 1 milyon lira ayrıca 2 çocuğunu örgüte vermesini istemişlerdi. Abimin çiftliğinde yaklaşık 1,5 milyon TL değerinde hayvanı vardı. Bu olay üzerine abim Diyarbakır’dan ayrılmak istedi. Eşyalarını toplayıp kamyonetle Diyarbakır’a geldi, Antalya’dan ev kiralamıştı. Diyarbakır’dan bize haber gönderdi. Antalya’ya gideceğimizi söyledi.” dedi.<br /> <br /> Olay günü hayvan alırken Şahabettin Tekel ve bir kişi yanıma geldiğini anlatan Tokur ifadesinde şunları dile getirdi: “ Şahabettin köyde PKK’nın faaliyetlerini yürütüyordu. Komisyon başkanıydı. Kolumu tutarak Kasım'ın örgüte ihanet ettiğini söyleyip, yerini sordu. Beni götürmek istedikleri sırada yüzüme tükürdü. Yanında olan Hüsnü Tekel direndiğimi görünce silahını çıkarıp bana dayadı. Bana sessizce 'Sesini çıkarma kapıda hevaller seni bekliyor' dedi. Bunun üzerine Hüsnü'yü tüm gücümle itip yere düşürdüm. Hüsnü yerden kalkarak silahı bana doğrulttu. Bu arada bana tekme atarak yere düşürdüler. Ben yerden kalkıp silahıyla üzerime gelen Hüsnü'ye ateş ettim. Şahabettin de silahına davrandı. Bu kez Şahabettin'e ateş ettim. Şok olmuştum, oradan kaçtım. Mısır tarlasında bekledim. Telel ailesiyle aramızda daha önce hiçbir husumet olmamıştı.”<br /> <br /> Sanık Kasım Tokur ise duruşmada verdiği ifadesinde PKK’nın sürekli kendisini rahatsız ettiğini AK Parti’ye neden oy verdiğini söylediklerini belirterek, “ Olaydan iki ay önce annem beni arayarak köye çağırdı. Eve gittiğimde yüzleri kapalı 3 kişi oğluma silah uzattıklarını gördüm. Reber kod adlı örgüt yöneticisi ise oturuyordu. Beni araca bindirip köyün meydanına getirdiler. Köy meydanında vatandaşlar vardı. 45 PKK’lı ise çevreyi sarmıştı. Köylüler ile PKK’lılar konuşuyorlardı, benim ajan olduğumu söylüyorlardı.<br /> <br /> Kandil’den yazı geldiğini köylülere soracaklarını öldürülmesini mi veya 1 milyon TL para alınmasını mı hangisini tercih edeceklerini sordular. Köylüler ses çıkarmadılar. İranlı Halit olarak tanınan bir örgüt mensubu köylülere bir konuşma yaptı. Halit beni mezarlığa çekti ellerimi bağladı. Daha sonra ormanlık alana götürdüler sırt üstü ellerimi bağlayıp sabaha kadar beklettiler.<br /> <br /> Telsizle bir görüşme yaptılar 3 gün içinde 40 bin dolar getirmemi istediler. Hayvanlarımı sattıktan sonra da 1 milyon TL’ye tamamlamamı istediler ve serbest bıraktılar. Bu parayı getirmezsem beni ve ailemi yok edeceklerini söylediler. Ben karakola giderek şikayetçi oldum. Bu nedenle köyden taşınma kararı aldık. Olay günü Diyarbakır'da eşyalarımızı toplayıp Antalya'ya gidecektik." şeklinde beyanlarda bulundu.<br /> <br /> Sanıkların avukatı Zafer Gür ise iki aile arasında herhangi bir arazi anlaşmazlığı bulunmadığını belirterek, olayın meşru savunma olduğunu belirtti.<br /> <br /> Mahkeme, sanık Şahin Tokur'un tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı erteledi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında hazırlanan iddianamede, saldırıyı gerçekleştiren Şahin Tokur'un 'Kasten öldürme', 'Kasten yaralama' ve 'Ateşli silahlar kanununa muhalefet' suçlarından 2 kez ömür boyu ve 11.5 yıl hapis cezasına çarptırılmasını istemişti. İddianamede saldırıyı azmettirdiği iddia edilen Kasım Tokur'un da 2 kez ömür boyu ve 3 yıl hapisle, diğer şüpheliler Latif Tokur ve Erkan Tokur'un ise 'Kasten öldürme suçuna yardım etme' suçundan 30'ar yıl hapisle cezalandırılmasını istemişti.”<br />

Türkler, varlığını Ermeni ve Rum´un yokluğuna borçlu

$
0
0
<a href=http://rizgari.com/images/wenenuce/turkler-varligini-ermeni-ve-rumun-yokluguna-borclu.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/turkler-varligini-ermeni-ve-rumun-yokluguna-borclu.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Söyleşi*/</b> Sayılarının bir milyona yaklaştığı tahmin edilen Müslümanlaştırılmış Ermeniler, tarihçi Ümit Kurt’a göre hâlâ dedelerinin nenelerinin yaşadığı can korkusunu yaşıyor. Ama bir yandan da hikâyelerini bağırarak anlatmak istiyorDoksandokuz yıl önceydi. 24 Nisan’da, bu topraklarda yaşayan bir halkın soyunun kırılması amacıyla bir ölüm yolculuğu başlatıldı. Sonuçta yüzbinlerce insan öldü, yüzbinlercesi kökünden kopartılıp dünyanın dört bir yanına savruldu. O halkın bu topraklardaki izleri büyük ölçüde silindi. Ama tamamıyla değil. Ermeni Soykırımı’nın üzerinden yıllar geçerken, bu topraklarda ancak Ermeni Hristiyan kimliklerinden vazgeçerek hayatta kalabilenlerden yeni nesiller doğdu. Şimdi sayılarının bir milyona vardığı konuşuluyor. Yavaş yavaş hikâyelerini anlatmaya başladılar.<br /> <br /> Biz de bu hafta Ermenilerin Müslümanlaştırılma sürecini tarihçi Ümit Kurt’la konuştuk. ABD’de Clark Üniversitesi’nde Holokost ve Soykırım Araştırmaları Merkezi’nde doktora yapan Kurt, Antep Ermenileri üzerine çalışıyor. Murad Uçaner’le birlikte Adıyaman’ın Besni ilçesinde Müslümanlaştırılmış Ermenilerle sözlü tarih çalışması da yapmış olan Kurt’un kitapları arasında Taner Akçam’la birlikte yazdıkları Kanunların Ruhu- Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek adlı kitap da var. Kurt, “Müslümanlaştırılmış Ermeniler, artık ‘gavur’ olarak görülmek istemiyor” diyor.<br /> <br /> <b> Ermenilerin Müslümanlaşması ne zaman başladı? </b><br /> <br /> Abdülhamit dönemine, 19’uncu yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar götürülebilir. 1895-96 dönemindeki Ermeni katliamlarından hem önce hem sonrasında... Bu katliamlar, Ermenilerin reform taleplerinin sertçe bastırılması. O dönemde Ermeniler doğu Anadolu’da, Kürt ve Çerkez toplulukların, aşiretlerin saldırısına uğruyor. Hasatları talan ediliyor, evleri yakılıyor. Bir taraftan İstanbul’a merkeze vergi ödüyorlar, bir taraftan Kürt aşiretlere haraç. Kaçırılan Ermeni kızlarına tecavüz ediliyor. Bazı Ermeniler bu ortamda ihtida yolunu yani Müslüman olmayı seçiyorlar. İhtida ettiğinde hem o kadar çok vergi vermiyorsun, hem güvenlik sorunun kalmıyor. İhtida, bu anlamda, gadre uğrayan Ermeniler için hayatta kalma stratejisi.<br /> <br /> <b> Ermenilerin Müslümanlaştırılması, 1915 döneminde nasıl gerçekleşiyor? </b><br /> <br /> Zaten Abdülhamit döneminden kalma ihtida deneyimleri var. Tehcirin ölüm olduğunu gören Ermenilerin ihtida talepleri Haziran’da ortaya çıkıyor. Talat Paşa, 22 Haziran 1915 tarihli bir telgrafla, bireysel ve toplu tüm ihtidaların kabulünü ve bunların tehcirden muaf tutulmasını emrediyor. Buna göre Müslüman olan Ermeniler Suriye’ye tehcir edilmeyecek ama Anadolu içinde yerleri değiştirilecek, dağıtılacaklar. Ama bu telgraftan sadece üç hafta sonra, politika değişiyor. Talat Paşa sırf tehcirden kurtulmak için ihtida ettiklerini belirtip, ¨İhtida etseler de tehcir edin¨ diyor. Çünkü, yüzde 5-10’luk oranı tutturamayacaklarını görüyor.<br /> <br /> <b> Nedir yüzde 5-10 oranı? </b><br /> <br /> İttihat Terakki’nin tehcir sırasında uyguladığı bir nüfus politikası ve etnik mühendislik projesi var. Anadolu coğrafyasının Türk-Müslüman bir kimlik çerçevesinde homojenleştirilmesini amaçlıyor. Buna göre, tehcirden muaf tutulan Ermeniler, Anadolu’da gönderildikleri yerdeki Müslüman nüfusun yüzde 5’ini geçmeyecek. Mesela Adana’da ihtida edenler belli köylere dağıtılacak ama o köylerdeki nüfusun yüzde 5’ini geçmeyecek. Eğer Suriye’ye gidenler ihtida etmişse, oradaki Müslüman nüfusun yüzde 10’unu geçmeyecek. Zaten tehcir başladığında, Halep’e giden Ermenilerin sayısı 400 bine yakın olduğu, yüzde 10’luk barajı hayli hayli geçtiği için ikinci, üçüncü yere tehcir edilir, bir çöl bölgesinden diğerine gönderilir bu insanlar. Kitlesel ölümler ondan sonra başlar.<br /> <br /> <b> Talat Paşa’nın “İhtida etseler de tehcir <br /> <br /> edilecekler” kararı uygulanıyor mu? </b><br /> <br /> Osmanlı arşivlerinden bulduğum bir belgeye göre Ağustos 1915’ten itibaren Kastamonu, Konya, Karasi, Urfa, Eskişehir ve Edirne’den gelen bütün ihtida talepleri reddediliyor. Ama ihtida, İttihat Terakki döneminde, bir başlatılıp bir ara verilen bir süreç. İhtidayla ilgili tek bir mevzuat, tek bir uygulama yok. 5 Kasım 1915’te, ihtida kurallarının belirlendiği bir talimatname hazırlanıyor. Buradada da “Merkezin tek tek güvenlik soruşturmasından geçirerek kalmasına izin verdiği Ermenilerin ihtida talebi kabul edilecek” deniliyor.<br /> <br /> <b> İhtida nasıl gerçekleşiyor? </b><br /> <br /> İttihat Terakki döneminde Adliye Nezareti altında mezhep ve din değiştirme işlemlerini yürüten bir birim var. Bu nezaretten bir bürokrat geliyor. Önce ihtida edecek kişiye bir Müslüman ismi veriliyor ve kelime-i şahadet getirmesi isteniyor. Yanlarında din adamı da oluyor. Grup halinde seremoniyle ihtida edebiliyorsunuz. Ya da bireysel olarak Müslüman olunabiliyor. Bu kişiler Müslüman olduktan sonra da sürekli güvenlik soruşturmasından geçiriliyor. Bir adam hapisten çıkar, sonra her gün polise gidip imza atması gerekir ya, onun gibi, hep istim üstündeler ve neredeyse her hareketleri izleniyor.<br /> <br /> <b> Sizin Besni’de görüştüğünüz Ermeniler oraya nasıl gelmişler? </b><br /> <br /> Besni Adıyaman’ın küçük bir ilçesi. 1915’ten sonra, yaklaşık kırk Ermeni çocuk orada toplanmış. Kimisi Malatya’daki yetimhaneden kimisi Adıyaman’daki yetimhaneden getirilmiş. Adam, “Tarlada çalıştıracak adam lazım” diyor, getiriyor çoçuğu. Çocukların çoğunu kendi aralarında evlendirmişler. Bugün bu insanlar Ermeni olduklarını biliyor. Etraftakiler de biliyor. Ama, konuşulmuyor. Herkesin bildiği ama konuşulmayan bir hikaye. Sessiz bir diyalog.<br /> <br /> <b> Şimdiki kuşak, Ermeni olduğunu nasıl öğrenmiş? </b><br /> <br /> Herkes onlara, çocukluklarından itibaren “gavur” diyor. “Nereden geliyor bu gavurluk” diye merak edip öğreniyorlar. Ya da birisi askeri liseye gitmek istemiş. Babası “Bizi asker etmezler” dermiş. “Niye” diye soruyor. Çok sorunca da bir şekilde anlatıyorlar. Ama kesik kesik anlatıyorlar. Sorulduğunda birkaç damla gözyaşı döken var. Vücudundaki, o zamandan kalma yarayı gösteren var.<br /> <br /> <b> Bu insanlar, Müslüman kimlikleriyle barışık mı? </b><br /> <br /> Barışık. Ben başka bir bölgeden, imamlık yapan Ermeni biliyorum. İnandığı şeyin, 1915’te yapılanlara külliyen karşı olduğunu, Müslümanlığın o olmadığını düşünüyor. “Bu kitaba inanan biri bunları yapamaz” diyor. Yapılan şeyin bir kırım, imha olduğunu biliyorlar. Ermenilerin böyle bir gadre maruz kalmasının nedeninin ise tamamen ekonomik olduğunu düşünüyorlar. “Zanaatkarlık, zenginlik, askerlik yapmamak...” diyorlar.<br /> <br /> <b> Şu anda Ermeni kimlikleriyle ilgili bir korku hissediyorlar mı? </b><br /> <br /> Tabii ki. Sebebi, hâlâ inkar siyasetinin devam etmesi. Hâlâ bu insanların, ülkenin vatandaşı gibi değil, rehineymiş gibi görülmeleri. Güvercin tedirginliği sadece Hrant Dink’e özgü değil, Müslümanlaşmış Ermeniler için de geçerli. Bu insanlar dedelerinin, nenelerinin can korkusu yüzünden ihtida ettiklerini biliyorlar. Kendileri de hala aynı korkuyu yaşıyorlar. Çekincenin diğer sebebi, toplumdaki ayrımcılık. ‘Gavur’ olarak kodlanıyorlar. “Camiye gidiyorum ‘gavur geldi’ diyorlar” diye anlatıyorlar. Ama ben, önümüzdeki dönemde insanların kişisel hikayelerini daha çok anlatacağını, bu gerçeği daha çok bağıracaklarını düşünüyorum. <br /> <br /> <b>Müslümanlaştırılmış Ermenilerin yaralarının sarılması için beklentileri ne? </b><br /> <br /> Edindiğim izlenim, bu insanlar ciddi biçimde geçmişle yüzleşme ve kendi Ermeniliklerini keşfetme ihtiyacı duyuyorlar. Bunun da ötesinde hiçbir ayrıma tabi tutulmadan eşit vatandaş statüsünde yaşamak istiyorlar. Talepleri “gavur” olarak nitelendirilmemek, devlet tarafından kodlanmamak.<br /> <br /> <b> Anadolu’da Müslümanlaştırılmış Ermeni nüfusun bu kadar çok olması kendisini Türk sananlara ne düşündürmeli? </b><br /> <br /> En başta “Türk” kimliğinin tamamen inşa edilmiş ve başka kimliklerin yokluğu üzerinden varolduğunu düşündürmeli. Yani aslında Türk, “varlığını” Ermeni’nin, Rum’un, Süryani’nin “yokluğuna” borçlu. Bugün nereden baksanız bir milyona yakın Müslümanlaştırılmış Ermeni’den bahsediliyor. Dolayısıyla Anadolu dediğimiz coğrafyanın Türkleştirilmiş bir coğrafya olduğunu unutmamız gerekiyor.<br /> <br /> <b> Genelevden çıkarılan kardeş<br /> <br /> Ermeni kadınların zorla evlendirilmesi ne kadar yaygın? </b><br /> <br /> 30 Nisan 1916 tarihli bir talimatname var. Buna göre aile reisinden mahrum kadınlar ve çocuklar Ermeni ya da yabancının olmadığı köy ve kasabalara dağıtılacak. Bunun, ikinci maddesinde de genç ve dul kadınların, tezviçleri yani evlendirilmeleri emrediliyor. Bu arada Osmanlı arşiv belgelerinde benim rastladığım, 1915’te tehcir sırasında Ermenilerle evlenmek isteyen memurların ve diğer Müslümanların yazdığı çok sayıda talep dilekçesi var. Mesela, Kayseri’nin Gigi köyünde Maria’nin tehcir edilmesi gerekiyor. Ama Emval-i Metruke komisyonundaki bir memur, Maria’yla evlenmek istiyor. Başvuru yapıyor, Maria’nın ihtida ettiğini anlatıyor ve onunla ilgili tehcir kararının kaldırılması için dilekçeler yazıyor. Hatta tehcir edilmişse bile bulunmasını, kendisinin bulunduğu yere gönderilmesini istirham ediyor.<br /> <br /> <b> Ermeni kadınlar o adamlarla evlendiklerinde nasıl bir hayatları oluyor? </b><br /> <br /> O kadar dramatik olay var ki. Örneğin, kadının bütün ailesi, gözünün önünde öldürülmüş. Ve bir Müslüman adam onunla zorla evlendirilmiş. Evlendikten sonra Müslüman kocalarından şiddet görenler, kaçanlar, hamile kalınca çocuğunu düşürenler, çocuğa kıyamayıp doğurup sonra kaçanlar, çocuğunu bırakıp gidemeyenler....<br /> <br /> <b> Bu kadınlar bir şekilde Ermeni toplumuna döndüklerinde nasıl karşılanıyorlar? </b><br /> <br /> Müslümanla evlenmiş ve hele bir de ondan çocuk yapmış kadınlar, soykırım sonrası Ermeni toplumunda fazla kabul görmüyor, ne yazık ki dışlanıyorlar. Onlar da mecburen Müslüman olarak yaşamaya devam ediyor ya da intihar ediyor. Bir olay var onu asla unutamam. Kilis’te tehcir sırasında jandarma ve zabitanlar için kurulan bir genelev var. Orada da Ermeni kadınlar var. Bir gün bana Kaliforniya’dan bir e-mail gelmişti, Edward Karamanukyan’dan. Karamanukyanlar Antep’in o dönem en zengin ailelerinden. Bu adamın dedesi, kız kardeşini Kilis’te 1918’de mütarekeden sonra o genelevden almış. Edward, bana bu hikayeyi anlamıştı.<br /> <br /> <b> Halide Edip, çocukları Türkleştirdi<br /> <br /> Tehcir sırasında yetim kalan Ermeni çocuklarla ilgili nasıl bir politika izleniyor? </b><br /> <br /> Maarif Nezareti tarafından çıkartılan talimatnameye göre “12 yaşının altındaki çocuklar ‘talim ve terbiyeleri’ için devlet yetimhanelerine yerleştirilecek.” Geriye kalan çocuklar, nüfuzlu ailelere dağıtılacak. Diğerleri de, Müslüman köylerine, fakir ailelere 30 kuruş aylık bağlanarak dağıtılmalı.<br /> <br /> <b>Aylıkla, çocukları evlat edinme teşvik ediliyor yani... </b><br /> <br /> Evet. Ayrıca, aileler köle pazarlarından, özellikle anne babası zengin olan çocukları alıyorlar, çünkü, evlat edinen aile o çocuğa kalan malı mülkü de alıyor. Ama tabii Müslüman aile, Ermeni çocuğu kendi çocuğu gibi görmüş, ‘yetim kalmasın’ diye almış da olabilir. Böyle motivasyonlar da olabilir.<br /> <br /> <b> Yetimhanedeki “talim-terbiye”den kasıt ne? </b><br /> <br /> Çocukların Türkleştirmesi. Örneğin, Halide Edip’in rolü burada başlar. Beyrut’ta Cemal Paşa’nın kurduğu Ayn Tura yetimhanesinin direktörüdür. Orada çocuklara Türkçe öğretir, Türk kültürüne göre yetişmelerini sağlar. Ermenice konuşmak bu yetimhanelerde yasaktır. Çocukların zaten 12 yaşın altında olması da Tükleşmesi için gerekli. Yoksa ihtida etse bile Ermeniceyi, ana-babasını unutmayacak, Ermeni bilincini koruyacak.<br /> <br /> <b> Anne babaları ölüm yolculuğuna çıkarılırken, devlet bu çocuklar için neden yetimhaneler kuruyor, evlatlık mekanizmaları oluşturuyor? </b><br /> <br /> Bir kere ucuz emek! Tarlanda çalışıyor hizmetkarlık yapıyor. Kuru ekmeğe muhtaç. Müslümanlaştırırsan, Türkleştirirsen, vatan için çalışacak potansiyel nüfus. Ayrıca, bu çocukları evlat edinenler, dediğim gibi mirasına da konuyor. “Ermenileri sürdüm, öldürdüm, bitti” diye bir şey yok. Koca bir emval-i metruke (terkedilmiş mallar) meselesi var. Bunun halletmek için oluşturulmuş bir devlet mekanizması var. Çocuklar da bunun bir parçası.<br /> <br /> <i>*TUĞBA TEKEREK- Taraf /21 Nisan 2014 Pazartesi</i><br />

İtiraz Hareketinden, İtaat Hareketine: BDP

$
0
0
<a href=http://rizgari.com/images/wenenuce/sidar-basut-makale.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/sidar-basut-makale.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a> <b>Rizgarî Online/</b> Kürd Yazar Sidar Basut: BDP’nin tepeden yönetilen bir parti algısının HDP’yle birlikte daha da güçlendiği aşikar. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulan HDP, yine Öcalan’ın talimatıyla tasfiye edilen BDP, ne yazık ki itiraz hareketinden itaat hareketine evrildiğini bir kez daha, üstelik bu sefer kendi tabanından da büyük bir tepki alarak gözler önüne serdi.”İşte hurbakis.net´te yayimlanan Sidar Basut'un yazısının tamamı: “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir diye ünlü bir söz vardır. Son günlerde BDP’li vekillerin HDP’ye geçişinin sanki sürpriz bir durummuş gibi şaşkınlıkla karşılanması doğrusu hiç anlamlı gelmiyor. Zira HDP’nin kuruluş amacının BDP’nin tasfiyesi anlamına geldiğini zaten biliyorduk, üstelik bu durum neredeyse 1 yıla yakın bir zamandır konuşuluyordu.Peki, HDP, BDP’den farklı olarak ne diyor?<br /> <br /> Kendisini bir halk ve itiraz hareketi olarak ifade eden BDP, temel politikasını ise Kürd meselesinin çözümü noktasında ilerletiyordu. Ancak özellikle son genel seçimlerde, farklı fraksiyonlardan da milletvekili adayları göstererek bir anlamda lokal bir parti olmaktan kendisini kurtarmaya çalışmıştı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. İç demokrasisi eksik yürüyen BDP, dışarıdan bünyesine dahil ettiği milletvekilleriyle doku uyuşmazlığı yaşadı. Bunun son örneği şüphesiz Altan Tan oldu. Son dönemlerde çıktığı bütün televizyon kanallarında, ya da röportaj verdiği gazetelerde BDP’yi sert bir dille eleştiren Tan, kendisinin bir vitrin olarak kullanıldığını belirtmişti.<br /> <br /> Bu söylemini ise şöyle gerekçelendirmişti Altan Tan:<br /> <i>“HDP’nin de BDP’nin de veya tek partide toplanılacaksa o partinin de yeniden inşa mecburiyeti var. Mesela Kürtlerde muhafazakarlık oranı çok daha yüksek. Biz Diyarbakır şehir merkezinde ilk defa bu kadar çok oy kaybettik, bu oyu zenginleşen orta sınıflardan değil yoksullardan da kaybettik. Dindar, muhafazakar kitleyle, samimi doğru bir ilişki kurmanız lazım. Ben vitrine bir tane Altan Tan koydum, gerisini bildiğim gibi doldurayım mantığıyla olmaz. İkincisi de kent yoksullarıyla ilgili de bir şeyler üretilmesi lazım. Diyarbakır’da yerinden dönüşüm ile varoşlarda oturanlara hizmet götürmemişsiniz. Sosyal olarak bu hizmetleri yeteri kadar yapamadıysanız, sınıfsal olarak da desteğiniz zayıflıyor.”</i><br /> <br /> Tan, yine aynı röportajında HDP’yi marjinal solun partisi olarak tanımlayıp, HDP’nin yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunuyor:<br /> <br /> <i>“HDP Türkiye’deki marjinal solun partisi haline geldi. Zaten Türkiye’de bunların ciddi bir oy tabanı, halk tabiriyle müşterisi yoktu. HDP’ye yine BDP seçmeni oy verdi, aldığı oyun yüzde 99’u Kürt seçmenin. Tüm muhalefeti kucaklama iddiasında olan HDP, kuruluşundan itibaren Türkiye’deki marjinal solun örgütlenmeye çalıştığı, üzerine Kürtlerin ilave edilmek istendiği bir organizasyon şekliyle ortaya çıktı. BDP artı HDP yüzde 6,5 oy almış, bu ne özerkliğe yeter ne de Kürdistan’ın statüsünün daha da belirginleştirilmesine. Kürdistan’ın tamamı diye 16 şehre baktığımızda, AKP 1 milyon 830 bin, biz 1 milyon 845 bin oy almışız. Demek ki siz tek başınıza bir özerklik filan ilân etme durumunda değilsiniz. Onun için bu yüzde 6,5’un Türkiye’nin demokratikleşmesinde yüzde 10-15’lere çıkması lazım.”</i><br /> <br /> Kürdlerin muhafazakar kesimini de kapsayacak bir partiye ihtiyaç duydukları konusunda doğrusu Altan Tan’la hemfikirim. Zira söz konusu din olunca ne yazık ki millet kavramı gerilerde kalıyor. Elbette bu eleştirilmesi gereken bir durum, ancak realite böyle olunca siyasetin de bu yönde mesafe kat etmesi gerektiği kanaatindeyim.<br /> <br /> Esasen BDP demokrasi söylemini sadece sözde değil, pratikte de uygulayarak bir revizyona gitmiş olsaydı, bunu başarabilirdi. Ancak BDP’li vekillerin istifa ederek bundan sonra HDP çatısı altında yollarına devam etmeleri, BDP tabanı başta olmak üzere, Kürdistani yönü güçlü olanlar tarafından oldukça sert eleştirilere maruz kaldı. Zira bırakın muhafazakar kesimi kapsamayı, HDP gerek söylemi, gerekse pratiğiyle Altan Tan’ın da belirttiği gibi ne yazık ki marjinal sola hizmet etmekten öteye gidemedi. Üstelik HDP, Kürd meselesine yaklaşımı noktasında kendisini eleştirenleri “milliyetçi Kürdler” olarak tanımlamaktan da sakınca görmedi. Bu söylemiyle BDP içinde bile kutuplaşma yaratan HDP, yerel seçimlerde ise büyük bir başarısızlık örneği gösterdi. Bütün bu tepkilerin genel seçimlere nasıl yansıyacağını ise hep birlikte göreceğiz?<br /> <br /> BDP’nin eleştirildiği bir diğer konu ise, kendisini bir halk hareketi olarak tanımlamasına rağmen, böylesi bir kararı tabanına sormadan alması oldu. Sosyal medyada BDP’nin referanduma gitmesi yönünde kanımca önemli ve anlamlı bir öneriye rağmen, neredeyse yangından mal kaçırırcasına BDP’li vekiller istifa ederek HDP’ye geçeceklerini belirttiler. Gücünü halktan alan bir partinin, böylesi önemli bir konuda tabanından bağımsız hareket etmesi, ne yazık ki çokça savunduğu demokrasiye de ters bir durum!<br /> <br /> BDP’nin tepeden yönetilen bir parti algısının HDP’yle birlikte daha da güçlendiği aşikar. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulan HDP, yine Öcalan’ın talimatıyla tasfiye edilen BDP, ne yazık ki itiraz hareketinden itaat hareketine evrildiğini bir kez daha, üstelik bu sefer kendi tabanından da büyük bir tepki alarak gözler önüne serdi.“<br />

Maliki´den bağımsızlık Kürdistan´a tepki

$
0
0
<a href=http://www.rizgari.com/images/maliki-irak.gif><img src=http://www.rizgari.com/images/maliki-irak.gif align=left width=95 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Kürdlerin bir zamanlar Irak’tan ayrılmama kararı aldıklarını ileri sürerek şu an hiç kimsenin bağımsızlıktan bahsetmesinin kabul edilmez olduğunu belirtti.Maliki,Lübnan Hizbullahı’na yakınlığıyla bilinen Menar televizyonuna verdiği röportajda, seçimlerin bir saat bile ertelenmeyeceğini ve zamanında düzenleneceğini söyledi.Kürdistan Bölgesi’nden yapılan açıklamaları ve özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Arap televizyonu SkyNews’e verdiği röportajda “Bağımsızlık Kürdlerin en doğal hakkı, uzun ya da yakın bir zamanda ilan edilmesi gerekiyor” sözlerine tepki gösteren Maliki şu ifadeyi kullandi:“Hiç kimsenin ne Kürdistan’da ne de başka bir yerde yasaların dışına çıkmaması gerekiyor, ilgili yasada şöyle deniliyor, ‘Irak, bağımsız federal bir ülkedir,’ bu da Irak’ın bölünemez olduğunun garantisi, bu yüzden de kimsenin bundan daha fazlasını istemesi kabul edilemez.”

Barzani:Bağdat’ı çok bekledik, fakat sabrımızın bir sınırı var

$
0
0
<a href=http://rizgari.com/images/wenenuce/necirvan-barzani-pkk-aciklama-0305.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/necirvan-barzani-pkk-aciklama-0305.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani, Bağdat ve Hewlêr arasındaki enerji ve bütçe sorunu ile ilgili devam eden müzakere ve görüşmelerde hiçbir ilerlemenin sağlanamadığının altını çizerek; “Biz çok sabrettik fakat sabrımızın da bir sınırı var” dedi.Dengê Azad com´da yer verilen habere göre,”Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani, bugün Hewlêr’de Kürdistan Bölge Hükümeti 8. hükümet kabinesinin oluşturulması görüşmeleri çerçevesinde Kürdistan Yurtseverler Birliği-YNK heyeti ile görüşmesinin ardından kameraların karşısına geçerek gazetecilerin sorularını yanıtladı.16 Nisan’da Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile ilgili olarak sorulara verdiği cevapta Barzani, ziyaretin ikili görüşmeler çerçevesinde gerçekleştiğini belirterek; “Bu ziyaretimizde Türkiye Başbakanı ve diğer yetkililer ile görüşmeler yaptık” dedi.<br /> <br /> Kürdistan Bölgesi ve Türkiye arasındaki ilişkilerin çok ilerlediğinin altını çizen Başbakan Barzani; “Birçok alanda özellikle de enerji konusunda Kürdistan Bölgesi ve Türkiye arasında işbirliği var. Kürdistan Bölgesi petrolünün ihracı ile ilgili Türkiye’nin hiçbir sorunu veya endişesi bulunmuyor aksine onlar açık bir şekilde petrolün bize ait olduğunu ve istediğimiz şekilde satabileceğimizi her zaman söylüyorlar” dedi.<br /> <br /> Hewlêr ve Bağdat arasındaki ilişkiler ile ilgili olarak da Barzani; “Maalesef şu ana kadar olumlu herhangi bir gelişme olmadı. Irak hükümeti hala Kürdistan Bölgesi bütçesinin Mart ve Nisan ayı ödeneklerini göndermedi. Irak hükümeti sadece Ocak ve Şubat aylarına ait kısmi bir bütçe gönderdi ki bu da sadece memurlarımızın maaşlarına yetiyor. Öte yandan Irak’ın tüm bölgelerinin bütçeleri tam olarak gönderiliyor” dedi.<br /> <br /> Hewlêr ve Bağdat arasındaki görüşmelerin tıkanma olasılığı ile ilgili endişelerini de dile getiren Başbakan Barzani; “Biz Irak’ın mevcut yapısı içinde bir çözüm bulma beklentisi içindeydik. Bu nedenle de çok fazla sabrettik ancak sabrımızın da bir sınırı var. Çözüm ve uzlaşmanın olmayacağı kesinleştiği zaman bizde kendi çözüm yolumuzu buluruz” diye konuştu.”<br />

'İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko' adlı makale üzerine bir kaç eleştiri

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/idrisi-bidlisi-aso-sagrosi.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/idrisi-bidlisi-aso-sagrosi.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Aso Zagrosî/</b> "..Sayin Dr. Ali K. Yıldırım’ın Rizgari. Com’da „İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko“ anabaşlığı altında bir makalesi yayınlandı. Sayin Yıldırım’ın makalesindeki Îdrîsî Bedlîsî’ye dair ileri sürdüğü bazı iddialara kısaca da olsa cevap vermeye çalışacağım. Aslında daha önceleri farklı makale ve yazı serilerinde Îdrîsî Bedlîsî ve Çaldıran savaşı üzerine durmuştum.."<b>Sayin Dr. Ali K. Yıldırım’ın „İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko“ adlı Makalesi üzerine bir kaç eleştiri</b><br /> <br /> <br /> Sayin Dr. Ali K. Yıldırım’ın Rizgari. Com’da „İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko“ anabaşlığı altında bir makalesi yayınlandı.<br /> <br /> Sayin Yıldırım’ın makalesindeki Îdrîsî Bedlîsî’ye dair ileri sürdüğü bazı iddialara kısaca da olsa cevap vermeye çalışacağım. <br /> <br /> Aslında daha önceleri farklı makale ve yazı serilerinde Îdrîsî Bedlîsî ve Çaldıran savaşı üzerine durmuştum.<br /> <br /> Sayin Yıldırım hemen makalesinin girişinde “İçlerinde Celadet Bedirxan ve Nuri Dersimi’nin bulunduğu, geçen yüzyılın ilk dönem kürt milliyetçileri; İdris-i Bitlisi’ye karşı eleştirel tutum takınmışlardı. Onlar, bugünkü Kürt ve Kürdistan sorununun kökenlerini, 16. Yüzyılda yaşanan İran ve Osmanlı savaşlarına bağlar iken; Kürt coğrafyasının parçalanarak, bir kesimin Osmanlı tarafından ilhak edilmesinde Bitlisi’nin sorumluluğuna vurgu yapıyorlardı.<br /> <br /> Idris’i Bitlisi’yi yargılayan tutum, yakın zamana değin, bütün Kürtler arasında genel kabul görmekte idi. Şimdilerde bir tek Türkiye vatandaşı Kürtler arasında İdris-i Bitlisi’nin rolünü olumlayan bazı farklı seslerin yükseldiğini görüyoruz.” diyor.<br /> <br /> Sayin Yıldırım’ın “Idris’i Bitlisi’yi yargılayan tutum, yakın zamana değin, bütün Kürtler arasında genel kabul görmekte idi” tezi yanlıştır. Çünkü Kürd ve Kürdistan tarihi üzerine en çok araştırma yapan Doğu ve Güney Kürdistan tarihçileridir. Onlar Îdrîsî Bedlîsî’yi negatif değerlendirmiyorlardı ve değerlendirmiyorlar. Hatta onu “alim”, “Büyük Devlet Adamı” ve “Büyük bir Tarihçi “ olarak değerlendiriyorlar.(Huseyin Medeni, Kurdistan û Stratejî Dewletan, Bergî Yekem, sayfa 93-94)<br /> <br /> 30 Ağustos 1968 tarihinde vefat eden Kürd tarihçisi Salih Qaftan “Mêjûy Gelî Kurd” adlı eserinde onu “Kürdleri Safevilerin kıyımından kurtaran.... alim ve aydın Kürd” olarak goruyorlar. (age, s. 162) Bu konuda Baba Merdoxi, Dr. Kemal Mazhar ve N. Mustafa gibi tarihçilerde farklı düşünmüyorlar.<br /> Yani anlaşılması gereken “bütün Kürdler” İdrisi Bedlisi’yi negatif görmüyorlardı.<br /> Kuzey Kürd çevrelerinin bazı kesimlerinde böyle bir yaklaşım var. Fakat, bu yaklaşım verilere, araştırma ve incelemelere dayalı bir yaklaşım değildi/değil. Biz geçen yüzyılın 70’li yıllarında Kürd tarihi hakkında hiç bir bilmezken İdrisi Bedlisi’yi “hain” olarak biliyorduk. Kuzey Kürdistan’da en azından son yıllarda o döneme(Safevi ve Osmanlı devletlerine ve Kürdlerin konumuna dair) ilişkin kafa yorma var. <br /> Sayin Yıldırım’ın en büyük sorunlarından biri Safeviler tarafından Amed’e atılan Muhamed Han Ustaclu’yu ve Betlis’in başına getirilen Şarkluvi Ustaclu’yu “Kürd” olarak görmesi ve tezini bunun üzerine bina etmesidir. Bugüne kadar okuduğum kaynaklar “Ustaclu”ları bir Türkmen aşireti olarak not etmişlerdir. Ayrıca eğer sayin Yıldırım onların Kürd asılı olduklarını ispat ederse tarihsel bilgi olarak fena olmaz. Sonuçta bu Ustaclular Kürdistan’daki bir dizi katliamda önemli rol oynuyorlar.<br /> <br /> Çaldıran Savaşı öncesi, Şah İsmail Kürdistan Mirlerini tasfiye ediyor ve onların yerine Türkmenleri(Alevi Kürdleri değil) görevlendiriyor. Örneğin Maraş, Hasankef, Diyarbekir, Erzincan, Kemah, Kiği, Erzincan vb Kürd şehirlerinin başına Türkmen yetkilileri görevlendiriyor. Bu görevlendirmeler barışçıl bir şekilde gerçekleşmiyor, savaş ve katliamlar neticesinden gerçekleşiyor.Çaldıran Savaşı öncesi Kürdistan Beylerinden 11 bey Hesenkêf Mîri Mîr Xelil Eyyubi ile birlikte büyük hediyelerle Xoy şehrine gidip Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek istiyorlar. Bilindiği gibi Kürd Eyyubi Hanedandlığı tüm Ortadoğu’da yitirmesine rağman Hesenkêf kesintilerle de olsa Eyyubilerin son kalesi olarak varlığını sürdürdü.. Mîr Xelîl Eyyubî Şah İsmail’in eniştesiydi.(bacısıyla evliydi) Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmeye giden mirlerin bir yada ikisi hariç hepsi tutuklanıyor ve yerlerine Türkmenler atanıyor. Mîr Xelil Eyyubi’de 3 yıl Tebriz’de hapiste kalıyor ve sonra kaçıyor.Biraz daha durumu netleştirmek amacıyla Sefewi tarihçilerinden Hasan Rumlu’nun Ahsenü’t Tevârih- Şah İsmail Tarihi adlı eserinden bir alıntı yapmak istiyorum. Hasan Rumlu Diyarbekir’da 913 Hicri/1507/8 Miladi yılında yapılan bir Kürd katliamından şöyle söz ediyor:“Han Muhammed(Türkmen komutanlarından biridir. Aso) Padişah ordusundan ayrılıp Kara Hamid’e( Diyarbekir) yöneldi. Oranın egemeni Emir Bey Musullu’nun kardeşi Gaytemis Bey karşı geldi ve şehri teslim etmedi. Bu nedenle yiğit gaziler çölde kışladılar. Diyarbekir Kürtleri ordunun dört bir yanına saldırıp tek tek yakaladıklarını öldürüyorlardı. Gıda stoku yok denecek kadar azalmıştı. Gıda stokunun tükenmekte olduğunu fark eden Han Muhammed Kürdlerin kışlasına yöneldi. Fakat Kürdlerin bulunduğu yere ulaşmanın ve onları ele geçirmenin zor olduğunu görünce bir savaş hilesine baş vurdu ve onlardan kaçmaya başladı. Kürdlerde kendisini izlediler. Düzlüğe gelindiğinde Muhammed Han can yakan şimşek gibi, onlara çarptı. Kürdlerden bir çoğunu öldürdü ve yaraladı. Kürdlerde kılıç ve süngülerle kıyamet gibi etkin ordudan bazılarını öldürdüler. Sonunda fetih ve zafer esintisi Muhammed Han’dan yana oldu ve Kürdler kaçtılar. Gaziler onları izlediler ve yaklaşık 7000 kişiyi öldürdüler. Onların bölgesinden çok miktarda ganimet ve yiyecek ele geçiren gaziler daha sonra ordularına döndüler.(Hasan Rumlu, age, Ardıç Yayınları, sayfa 117)Hasan Rumlu kitabının bir başka bölümünde “ Han Muhammed ustaclu Mardin Yaylasını onurlandırdı. Kardeşi Kara Bey Cizire’yi yağmalamak için gönderdi. Kara Bey buyruğu yerine getirdi ve imansız Kürdlerin çoğunu öldürdü ve çok miktarda ganimetle Mardin’de Han’ın ordusuna katıldı.(H. Rumlu, age, sayfa 129)Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed Draset Fi Tarix İran adlı eserinde “ Şah İsmail adamları bir yıl içinde Diyarbekir’de 15 000 Kürdü öldürdüler” diye yazıyor.(aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin 2009)Diyarbekir ile ilgili verdiğim örnek Kürdistan’ın bir çok şehri içinde geçirlidir.Kerkük’ten Sivas’a kadar tüm Kürdistan çapında Şah İsmail yönetimine karşı Kürdlerin direnişe geçmesi, Mevlana İdrisî Bitlisî’nin girişimleriyle açıklanacak bir durum değildir. Zaten iktidarlarını kaybeden Kürd Mirleri direniş içindeler, o esnada İdrisi Bitlisi devreye giriyor ve toparlayıcı bir rol oynuyor.İdrisi Bitlisi Osmanlı devletiyle Kürd Mirleri arasında aracılık yapıyor ve Yavuz Sultan Selim tarafından büyük yetkilerle donatılmış bir şekilde Kürdistan’da faaliyet içindedir.Şah İsmail tarafından Kürd katliamları yapılmamış olsaydı, Kürd Mirleri mülksüzleştirilmemiş , sürgüne gönderilmemiş ve hapse atılmamış olsaydı Osmanlı devletinin Kürdistan’a ayak basması oyle kolay olmayacaktı.<br /> <br /> Bir örnekte Doğu Kürdistan’da vermek istiyorum.Şah İsmail 1506 yılında “Kürdistan’a karşı genel bir saldırıya geçiyor. Sarmi Kurê Seyfedin Mukrî direnişe geçiyor”( Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 156)Mukri Kürdleriyle Safevi orduları arasındaki savaşlara ilişkin olarak 1541 ve 1578 yılları arasında Safevi sarayında gelişmeleri yakından takip eden ve Şah Tahmasb’ın savaşlarına katılan tarihçi Hasan Rumlu’ya sözü bırakmak en doğrusudur.<br /> Şu noktanın altını çizmek lazım. O dönem ne İdrisi Bitlisi alanda var ve ne de Mukri Kürdlerinin Osmanlı devletiyle bir ilişkileri var.Hasan Rumlu şöyle yazıyor: “ Hakan İskender Şan(Hasan Rumlu Şah İsmail’e böyle hitap ediyor-Aso) bu yılı Xoy’da kışladı(1506-Aso). Büyük emirlerini, Kürd Sarim’ın üzerine yolladı. Zafere sığınmış ordu, o yolunu yitirmiş grubun ülkesine varınca, Kürdler gök gibi yüksek dağlara sığındılar. Gaziler onların memleketlerini yağmaladılar ve imansızların çoğunu öldürdüler.Bu arada Sarım’ın çatışmaya hazırlandığını ve bu amaçla dağın eteğinde bulunduğunu öğrendiler. Zaferi ilke edinmiş askerler o işe yaramazı defetmeye yöneldiler. Kürdlerde savaş amaçlı adımlarını ileriye atınca aralarında cetin bir savaş ceriyan etti. Her taraftan da çok sayıda insane öldürüldü. Ünlü Emirlerden Abdi bey ve Tekeli Mühürdar Sarı Ali de öldürülenler arasındaydılar. Bayram Bey Karamanlu ve Hulefa Bey Padişah ordusuna döndüler.(Hasan Rumlu, age sayfa 111)Hasan Rumlu taraflı olan bir tarihçi olarak Safevilerin aldığı bu yenilgiyi açık bir şekilde ifade edemiyor. Ama bu savaş üzerine yazan Baba Merdoxi, Dr. Kemal Mazhar ve daha başka tarihçiler Safevilerin Sarim Mukri karşısında ciddi bir yenilgi aldığını yazıyor. Daha sonraki savaşlarda Mukriyan Kürdleri Safeviler tarafından yenigiye uğratılıyorlar ve “imansız Kürdler” kılıçtan geçiriliyor.…………Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrası döneminde Safewi ve Osmanlı devletleri arasında Kürdistan topraklarında yapılan tüm savaşlarda Kürd kıyımı yapıldı. Kürd şehirleri bir çok defa el değiştirdi ve her seferinde büyük katliamlar yaşandı.Bir çok insanımız Çaldıran savaşından sonra yani 1514 yılından itibaren Osmanlı devleti ile Safevi devleti arasında bir sınırın çizildiğini düşünüyor. Sanki bu savaştan sonra Safevilerin Kuzey Kürdistan’a yönelik girişimleri son bulmuş gibi… Hayır savaş sonrası da Kuzey Kürdistan’ın bir çok şehri defalarca el değiştiriyor.Hatta 1554’de Şah Tahmasb “Kürdistan seferine çıkıyor, yol boyunca tüm yerleşim birimlerini yerle bir ediyor. 1555’de Bitlis, Erciş, Muş, Ahlat gibi şehirleri harebeye çeviriyor ve halkını katlediyor.”(Huseyin El Caf’ın Tarixi İran’dan aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 158)İran tarihi ile ilgili bir çok doktora çalışmasını da yöneten Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed “ Safevilerin Kürdlere karşı yapmış olduğu katliamlar Holako ve Timurleng’ın yapmış oldukları katliamları unuturdu” diyor.Yine Dr. Kemal Mazhar’ın anlatımlarına göre Şah İsmail’in oğlu ve ondan sonra İran Şah’ı olan Şah Tahmasb’ın korumaları “bir günde Şah’ın sarayında Dunbuli Kürd aşiretinden 400 kişiyi öldürüyorlar. Geriye kalan Dunbuliler mecburiyet karşısında Osmanlı topraklarına geçtiler”(Dr. Firset Merhi, age, sayfa 158)Şah Tahmasb 1524-1576 yılları arasında iktidarda bulunuyor. O dönem Dunbuli Kürdleri Şii olmasa dahi onlara yakın bir dinsel yapıya sahip olduklarından dolayı sarayda çalışabiliyorlardı. Yada bugün bildiğimiz Raya haq dinsel gruba bağlıydılar.<br /> <br /> <b>KELDANİ PAPAZI BİR CANLI TANIK OLARAK ÇALDIRAN SAVAŞINDAN ÖNCE SAFEVİLERİN CİZRE’YE YÖNELİK SALDIRI VE KATLİAMLARINI ANLATIYOR</b><br /> <br /> Sayin Yıldırım’ın “Kürd olarak” lanse ettiği “Ustaclular”dan “ “Han Muhammed ustaclu Mardin Yaylasını onurlandırdı. Kardeşi Kara Bey Cizire’yi yağmalamak için gönderdi. Kara Bey buyruğu yerine getirdi ve imansız Kürdlerin çoğunu öldürdü ve çok miktarda ganimetle Mardin’de Han’ın ordusuna katıldı.(H. Rumlu, age, sayfa 129)<br /> <br /> Bu olayda Çaldıran Savaşı öncesi öncesi yaşanıyor. Bu konuda <br /> <br /> Siirt Keldani Başpiskoposu Adday Şêr 1867-1915’in Fransızca yayınladığı ve daha önce çevirisini yaptığım bir tarihsel belgeyi aktarmak istiyorum.<br /> Keldani Kilisesinin Kitaplığında bulunan bu tarihsel belgenin tarihi çok eski. Bu belge Çaldıran Savaşı’nın arifesine dayanıyor. “Cizre’nin ve Köylerinin Talanı” adlı belge bir Keldani Papazı tarafından kaleme alınmış, 1510 ve 1513 yılları arasında Cizre’de yaşanan olayları konu alıyor.<br /> 500 yıl önce gelişmeleri doğrudan yaşayan Sliba de Mansurya şöyle anlatıyor: “1510 yılında büyük bir felaket ve afet ile karşı karşıya kaldık. Kendisini Tanrı olarak gören Şah İsmail tüm doğuyu ele geçirdi.”<br /> Şah İsmail bölgeye hileci ve sert kalpli Muhamed Bey adlı birini gönderiyor ve kendisine boyun eğmeyen tüm Krallerı öldürme ve direnen tüm şehirleri yıkma emrini veriyor.<br /> Yazar “Bizim Cizre Kralımız” dediği Mir Şeref (yazar Saraf olarak yazmış) hakkında şöyle yazıyor:“Bizim Cizre Kralı eşsiz Şeref , yürekli ve cesur bir adam olduğundan onu aşağılıyor ve kendisine hediyelerle birlikte kimseyi karşılamaya göndermedi. Şah’ın adamları gelerek zengin Beith Zabdai bölgesine saldırdılar. Dicle Nehri’ni geçerek Kardo Dağının yakınlarında savaşa tutuştular. Mir Şeref yenilgi aldı. Muhamed Bey’in adamları tüm ülkeyi talan ettiler, hayvanları götürdüler, halktan bir çoğunu katlettiler, papazları, diyakosları, çocukları, çalışanları, sanatçıları, genç ve yaşlıları katliamdan geçirdiler. Köyleri ateşe verdiler, Kilise ve manastırları yıktılar ve bir çok genç erkekleri ve genç kadınları köle olarak alıp götürdüler. Kral Şeref mecburi olarak onunla barış yaptı ve yeğenini ona eş olarak verdi. Bu despotun gitmesinden sonra bölge çekirgelerin saldırısına uğradı ve hasılatın yarısını tahrip ettiler.”<br /> Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre bu arada Cizre’de bir veba hastalığı peyda oluyor, inek ve öküzlerin bir çoğu kırılıyor. Bu arada Cizre’liler yine ekin işleriyle uğraşıyorlar ve kışı rahat geçiriyorlar. İlkbahar’da Cizre’liler yine tarım işleriyle uğraşıyorlar ve büyük bir hasılat beklerken bölge yine çekirgelerin saldırısına uğruyor.<br /> Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre 1512 yılında “Kürd Kralı Şeref” despot Muhammed Bey’e karşı isyan etti. Mir Şeref dağlık bölgelerde su kenarında kum kadar çok olan bir ordu topladı ve tuzak kurmak için Athel bölgesine gönderdi. (Addai Şêr, Athel’a ilişkin düştüğü dipnota, elinde bulunan bir belgeye göre Athel Siirt’e iki günlük yol uzaklıkta buluyor, diyor) Bölgeyi ele geçirdi, talan yaptı ve büyük bir katliam yaptı.(Katliama ilişkin olarak Addai Şêr düştüğü dipnotta elindeki bir belgeye göre ölenlerin sayısı 40 kişidir, diyor) Ölenlerin içinde Keldani Papazı Jean da vardı.<br /> Bu gelişmelerin ardından Cizre Kralı Şeref akşam saatlerinde şehri kuşatıyor ve telalcılarını şehri yüksek yerlerine göndererek halka şöyle çağrı yapıyor:“Acele evlerinizden çıkın ve geceyi geçirmek için surlara doğru gelin…….”<br /> Erkekler, kadınlar ve çocuklar dahil herkes evlerinden çıkarak yanlarına hiç bir yiyecek almaksızın surlara doğru gittiler. İnsafsız Kral adamlarına şehri yakma emrini verdi. Ertesi sabah cuma günü telalcılar Kral’ın talimatı üzerine halka çağrı yaparak şehri terketmelerini istediler, yoksa katliama uğrayacaklarını söylediler. Halk yanına hiç bir yiyecek almaksızın şehri terk etti ve 3 gün ovada kaldı. Kürdler evleri yaktılar ve buldukları her şeyi götürdüler. Kötü Kral şehri yaktıktan sonra korkunç kalesine SAKH’a çekildi(Addai Şêr düştüğü nota Sakh kalesi Cizre’den 2 saat uzaklıkta olduğunu yazıyor)<br /> Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre Mir Şeref’in gidişinden sonra Kızılbaşlar geldiler ve şehre hiç bir direnişle karşılaşmadan girdiler. Komutanlarının ismi Awlastı. Awlas halka haber göndererek geri getirdi ve şehri yeniden inşa etmeye çalıştı.Bu arada başlarını keçe ile örten cesur bir halk Şah İsmail’e saldırıyor ve yenilgiye uğratıyor. Bu haberi alan Kürdler arı gibi dağlardan toplanarak Kızılbaşlara saldırdılar. Kürdler Awlas’la Cizire üzerinde yapılan köprünün yanında Awlas’ı yenilgiye uğratılar. Awlas, Muhammed Bey’den yardım istiyor. Muhammed Bey bir orduyu kardeşinin komutasında bölgeye gönderiyor.( Addai Şêr, düştüğü dipnotta ismi verilmeyen Muhammed’in kardeşi için Kara Bey diyor)<br /> Papaz Sliba de Mansurya anlatımlarına devamla;“Muhammed Bey’in kardeşine bağlı güçler girdiler, talan ve katliama başladılar. Şehrin Müslüman ve Hıristiyan ileri gelenlerini yakalayıp işkenceye tabi tutular, kadın ve genç kızlara tecavuz ettiler. Tüm bunlar 1513 yılının Nisan ayının son cuma günü meydana geldi. Ertesi günü zehirli yılan adamlarını alarma geçirdi, kılıçlarını çekerek katliama başladılar. Onlar yaşlılara bile acımadılar. Hamile adınların karınlarını kılıçla deşiyor ve küçük çocukları duvarlara vurup parçalıyordu. Şehrin sokkakları cesetlerle doluydu. Bu kötü insanlar kudurmuşcasına eşekleri, hayvanları ve köpekleri dahi öldürüyorlardı. Onlar birbirlerinin eşlerine dahi tecavüz ediyorlardı. Son gelen ordu(Kara Bey’e bağlı olan güçler), Awlas’ın askerlerinin eşlerini el koydular, eğer bir kadın ‘bırakın beni ben Türküm deseydi, sen yalan söylüyorsun’ diyorlardı.<br /> Cizre’yi yaktılar. Katliamdan sağ kurtulan Müslüman, Süryani ve Yahudileri alıp esir olarak götürdüler. Yol boyunca yorulanlar ve yürümeyecekleri de katlettiler. Tüm esirleri uzak memleketlerde sattılar”<br /> Evet, 500 yıl önce yaşamış olan Çaldıran Savaşı’ndan 2 yada 3 yıl öncesi Cizre Kürdleri ile Safeviler arasında meydana gelen savaşlara ve yaratılan tahribatlara dair bir Keldani canlı anlatımları bunlar. Bazı okuyucular, bu anlatımları eksik yada abartılı bulabilir. Ama, yaşanan savaşlar ve katliamların da reel olduğu görüşlüyor. Bu anlatımlar Kürdlerin Osmanlı devleti ile birlikte hareket etme serüvenini anlamaya yardımcı olabilir.<br /> <br /> Sayin Yıldırım Şah Tahmasb ile Şah İsmail dönemlerini birlikte anlatığından dolayı yaşanan sürecin gerçekleri çok bulanıklaşıyor. Aynı şey Yavuz ile Kanuni Sultan içinde geçirlidir. Eğer bu dönemleri karıştırırsak İdrisi Betlisi’yi ve Çaldıran Savaşını anlamaktan zorluk çekeriz.<br /> <br /> <b>ŞAH TAHMASB İLE ŞAH İSMAİL DÖNEMLERİNİ KARIŞTIRMAMAK LAZIM</b><br /> <br /> Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar Bedlis Kürd Hanedanlığının başında bulunan Mîr Şeref’i görevinden alarak başka bir alana daha Malatya’ya atamak istiyorlar. Mîr Şeref, Malatya’ya değil, Tebriz’e giderek Şah Tahmasp’a bağlılığını bildiriyor. Şah Tahmasp ordusunu Xelat(Ahlat) ve Adilcevaz’a doğru harekete geçiriyor. Mîr Şeref Xelat’ta Şah Tahmasp için dillere destan bir eğlence düzenliyor.(Şerefxan, Şerefname, s. 491) Şah Tahmasp Mîr Şeref’e “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını veriyor.Şerefxan Bedlisi Şah Tahmasp’ın “Emirnamesi”ni yayınlamıştır.(age, 492-494). Şah Tahmasp bu Emirnamesinde Bedlis’in yanında Ahlat, Muş ve Xınıs gibi alanları da Mîr Şerefxan’a veriyor. Daha sonra Mîr Şerefxan ile Osmanlılar arasında bir dizi çatışma yaşanıyor.(daha detaylar için Şerefnameye bakınız)<br /> <br /> Aynı şey Mîr Şemseddîn’in başına (Mîr Şerefxan’ın oğlu ve aynı zamanda tarihçi Şerefxan Bedlisi’nin babası)<br /> <br /> Osmanlı yetkilileri her ne olursa olsun Bedlisli Kürd Mirlerinden kurtulmak istiyorlardı. Bu sefer Mîr Şemseddîn’e giderek Bedlis’in yerine kendisine Malatya ve Maraşı verdiklerine dair Kanuni Sultan Suleyman’ın talimatını götürüyor. Mîr Şemseddîn’in adamları ve Rozeki/Rojki aşiretinin ileri gelenlerinden bazıları toplantıda Mîr Şemseddîn’e izin ver bunların hepsini yok edelim anlamında bir şeyler söylüyorlar. Fakat, başka Kürd Mirleri Mîr Şemseddîn’e böyle bir şeye girişmemesini tavsiye ediyorlar. Mîr Şemseddîn Osmanlı yetkililerin önerisini Kabul ediyor. Bedlis Kalesini Osmanlılara bırakmak amacıyla boşaltıyor ve adamlarıyla Sason üzerine Malatya için yola çıkıyor.<br /> Şerefxan’ın anlatımlarına göre “O sırada Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beydi. Kendisi Şemseddin Bey’I ilgi ve sevgi ile karşıladı ve kendisine Malatya’ya gitmemeyi tavsiye etti. Hatta ihtar ederek şöyle dedi ‘Köklü ve eski ailenizde bu büyük mirası üzerine alacak senden başka kimse kalmadı. Rum topluluğuna hiç güvenilmez. Her hangi bir şekilde seni ortadan kaldırmaya muvaffak oldukları takdirde , Bedlis hükümdarları ailesinin zinciri, maazallah kesilmiş olur” diyor.(age, sayfa 508)<br /> Mîr Şemseddîn, Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beyin tavsiyesine uyarak Malatya’ya gitmiyor ve Şah Tahmasb’a sığınıyor. Şah Tahmasp kendisine “Xan” ünvanı veriyor ve bir çok üst görevlere getiriyor. Şerefname’nın yazarı Şerefxan İran’da dünyaya geliyor, Şah Tahmasb’ın çocuklarıyla beraber Saray’da okuyor ve daha sonra İran’da bir dizi üst görevlere getiriliyor ve savaşlara katılıyor. Mîr Şemseddîn vatan hasretiyle çok kötü şartlar altında yaşama veda ediyor. Şerefxan en son Naxçivan’ın yöneticisi olduğu zaman Kürd Beylerinin istemi üzerine Sultan III Murad, Şerefxan Bedlisi’ye haber gönderek atalarının yurdu olan Bedlis’I kendisine verdiğini ve geri dönmesini istiyor. Şerefxan yanında bulunan adamlarıyla Van’a ve oradan Bedlis’e geliyor. Bedlis’te Kürd Hanedanlığını yeniden canlandırıyor. Şerefxan Bedlisi eserinde Şah Tahmasb’a bir dizi övgü yağdırıyor.( Daha detaylar için Şerefname’ye bakınız)<br /> Bu örneği seçmenin nedeni İdrisi Bedlisi ve Mir Şeref Bedlisi’nin Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’e karşı girdikleri ilişkiler, Çaldıran savaşında oynadıkları roller biliniyor ve hatta bir dizi çevrelerince de eleştiriliyor. Ama aynı Mir Şeref Kanuni Sultan Suleyman döneminde Şah Tahmasb’a bağlılığını bildirebiliyor. Mir Şeref’in oğlu Mir Şemseddin ömrünü İran’da sürgünde geçiriyor.. Sultan III. Murad döneminde Mir Şeref’in torunu, Mir Şemseddin’in oğlu Şerefxan Bedlisi Bedlis’e dönebiliyor.<br /> Kürd Mirleri atalarından kalan iktidarlarını korumak amacıyla ilişkilere yaklaşım göstermişlerdir. Şah İsmail Kürd Mirlerinin iktidarına son verip yerlerine Türkmen liderlerini getirdiği zaman Kürdler Yavuz Sultan Selim’I destekleyerek Şah İsmail’in Kürdistan’daki iktidarına son vermişlerdir. Kanuni Sultan Suleyman Kürd Mirlerinin iktidarına yöneldiği zaman Kürd Mirleri Şah Tahmasb’a yakınlık göstermişlerdir. Şah Abbas Kürdlerin iktidarına son vermek ve Kürdlerin yerlerine Türkmen kabilelerin yerleştirmeye çalıştığı zaman Dimdim Kalesi ve Mukri Kürdlerinin direnişi ortaya çıkıyor.<br /> Kızıl Irmak’tan Hemrin Dağlarına, Kafkasya’dan Safevi devletinin iç kısımlarına kadar hakim olan Kürdler ve Kürd Mirlerini herkes hesaba katmak zorundaydı. Kürdler hangi tarafı desteklemiş ise güç balansı o tarafa kaymıştır.<br /> Eğer Kürdlerin gücü olmamış olsaydı, niçin Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail tarafından gasp edilen Kürd Mirlerinin iktidarını yeniden Kürd Mirlerine verme sözü versin? Yavuz Sultan Selim bu pragmatik yaklaşımıyla Şah İsmail’e karşı Kürdlerin desteğini kazanmıştır. Kürd Mirleride Osmanlının desteği ile iktidarlarına kavuştuklarından dolayı kazanmışlardır. Bu tarihsel bir gerçeklik ve tarihsel bir anın değerlendirilmesidir. Şah Tahmasb’ın babası Şah İsmail’e karşı savaşan Mir Şeref’i niçin Şah Tahmasb “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını versin? Şah Tahmasb’da babasının hatalarından ders alarak Kürdlere karşı pragmatik bir yaklaşım içine giriyor.<br /> Yine konumuzla bağlantı sağlamak amacıyla Çemişgezek Kürd Mirliğine burada vurgu yapmak istiyorum. Şah İsmail güçleri bölgeyi işgal ettikten sonra Çemişgezek Mir’i Rüstem Bey’in iktidarına son veriyorlar ve onun yerine bir Türkmeni getiriyorlar. Mir Hacı Rüstem iktidarını yeniden elde etmek amacıyla Şah’a gidiyor. Fakat, Şah ona atalarından kalan iktidarı vermiyor ve başka bir alana gönderiyor. Kanuni Sultan Suleyman’ın Mir Şerefi ve Mir Şemseddin’ı Bedlis’ten Malatya ataması gibi….<br /> Çaldıran Savaşından sonra Yavuz Sultan Selim Haci Rüstem’i, torunu ve 40 Çemişgezek ileri geleniyle birlikte öldürtüyor.<br /> Mir Hacı Rüstem’ın oğlu Pîr Hûseyîn o dönem Irak’ta sürgünde bulunuyor. Babasının ölümünü duyar duymaz Mısırlılarla ilişki aramak için yola çıkıyor.<br /> Pîr Hûseyîn’in Şah İsmail’in denetimi altındaki alanları bırakarak Mısırlılarla ilişki aramasının bir mantıkı olmalıdır. Demeki Pîr Hûseyîn, babasının iktidarına son veren Şah İsmail’e güvenmiyordu. Bundan dolayı o alanı terk ediyor. Daha sonra aracılar vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim ile anlaşıyor ve atalarının iktidarının iktidarını yeniden elde ediyor. Şerefxan’ın verdiği bilgilere göre Pîr Hûseyîn Osmanlı ordusunu beklemeksızın Çemişgezek güçleriyle Şah İsmail’ın yandaşlarına saldırıyor ve iktidarını yeniden kuruyor. Safevi tarihçisi Hasan Rumlu ise “Şah İsmail Tarihi” adlı eserinde bu çatışmayı daha başka anlatıyor. Sözü Hasan Rumlu’ya bırakalım: “Sultan Selim tarafından atanan ve Trabzon egemeni olan Mustafa Paşa , kalabalık ordusu(ve kan içici Rumlar) ile Erzincan’a yöneldi. Bunu öğrenen Rumlu Nur Ali Halife, Aykutoğlu Muhammed ile birlikte , hareket bayrağını o yöne doğru dalgalandırdı. Öncü askerler Çemişgezek ‘e vardığında, coşkulu askerleriyle görünen Bıyıklı çavuş, gaziler karşısında saflarını düzenlemeye başladı. Nur Ali Halife sekiz yüz düzenli atlısıyla sayıları onbinden fazla olan dev gibi Rumların merkezine saldırdı ve mızrak ucuyla bir bölümün yaşam resmini varlık sayfasından sildi. Sonun da Rumlar üstün oldular. Ve Nur Ali Halife’yi öldürdüler”(Hasan Rumlu, age, sayfa 190)<br /> Sonuçta Pîr Hûseyîn Çemişgezek’deki iktidarına kavuşuyor.<br /> Pîr Hûseyîn sadece iktidarıyla yetinmiyor. Aynı zaman da Şah İsmail adamlarını Kürdistan’dan kovmak için diğer savaşlara aktif bir şekilde katılıyor.<br /> İdrisi Bedlisi Pîr Hûseyîn’in diğer Kürd Mirleriyle birlikte Şah İsmail’in bölgedeki yöneticisi Karahan’a karşı olan savaşını şöyle anlatıyor:<br /> “Sağ yanda Hisnkeyf hakimi, Melik Halil Eyyubi, Sason Hakimi Muhammed bey, Şirvanat beyleri ile Eğil Hakimi Kasım Bey; her biri sancak ve tuğları kabile ve aşiret mensupları ile birlikte hazır bulunmuşlar, sol yanda da Bitlis Hakimi Melik Şeref, Nemran Hakimi Davud Bey, Atak Hakimi Zorakki Ahmed Bey, Şah Welet Bey, Suleymani ve Hacuki beyleri kabile ve aşiretleriyle birlikte hazırlanmışlardı. Sol kanatta Çemişgezek Hakimi Pir Hüseyin Bey ile Arapgir hakimlerinden Orhan, kendi halkı ve Dulkadir Bey ve askerlerinin de ittifakıyle yerini almıştı”<br /> Bu arada Îdrîsî Bedlîsî Kürdlerle Osmanlı ordusu arasında koordinasyon görevini yerine getiriyor.<br /> Çatışmaların başlamasını Îdrîsî Bedlîsî bir film sahnesi gibi anlatıyor. Sözü yine Îdrîsî Bedlîsî’ye bırakalım:<br /> “O saatte ilahi tevfikle başlarında Kürd beylerinden Çemişgezekli Pir Hüseyin’in bulunduğu sol kanattaki mücahidler tarafından mülhit topluluğunun üzerine yüründü. Uzun bir süre devam karşılıklı çatışmada yiğit Kürd gençlerinden bir çoğu yere yıkıldı. Dulkadir ordusundan bir grupla onlara destek veren ulufeci Türkler, direniş gösteremeyip yüz çevirdiler. O sırada bu hakir fakir, Kürdistan ileri gelen beyleriyle, özellikle sol kanattan Şeref Bey, sağ kanattan Melik Halil ve diğer beyler ile ‘Şu an durmak mümkün değildir, Pir Hüseyin Bey’e ve sol kanattaki askerlere yardıma yetişmek gereklidir’ diye karara vardık. Bir anda adı geçen beyler sol kanatta yönelip intikam kılıcını çektiler ve bir anda alçak düşman topluluğuna yetiştiler. İki taraf arasında üzün bir savaş oldu. Kürdistan yiğit gençleri gayret edip düşmanı oradan kaldırdılar…………….. düşman Mardin’e doğru kaçtı…”(İdrisi Bedlisi, Selim Şahname, s.279-280)<br /> Hasan Rumlu’da bu çatışmadan söz ediyor ve Karahan Ustaclu’nun bu savaşta öldürülmesinden sonra Kızılbaş Ordusunun yenilgi aldığını ve Diyabakır’ın Osmanlıların eline geçtiğini yazıyor.(Hasan Rumlu, age, sayfa 185)<br /> <br /> <b>KÜRDLER BİRLEŞMİYORSA ÎDRÎSÎ BETLÎSÎ NİYE SUÇLU OLSUN?</b><br /> <br /> Sayin Yıldırım’ın Şerefxan'dan aktardığı İdrisi Bitlisi’nin Osman Sultanından Bıyıklı Mehmet Paşa’yı Kürdistan’a “Mîrê Mîran” atılmasına gerekçe olarak gösterdiği “‘’Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır; herkes ‘yanlız ben olayım, benden başkası olmasın diyor ve kimse kimseye itaat etmiyor.” demesini eleştiriyor. <br /> <br /> İdrisi Bitlisi’nin kendisi de bu olayı Selimname’de anlatıyor. Kürd Mirleri birbirlerini Kabul etmiyorlar.<br /> <br /> Yıllarca Kuzey Kürdleri İdrisi Bitlisi’yi Yavuz Sultan Selim ile girdiği ilişkiden ve Sultan’a Kürdistan Mirlerinin başına Bıyıklı Mehmet Paşa’yı atama önerisinden dolayı “hain” ilan ettiler.<br /> <br /> Aslında İdrisi Bitlisi’nin aklında Kürd Mirlerinden birini Eyubbi Hanedanlığından gelen ve Hasankef Miri olan Mir Xelîl yada Bitlis Miri Mîr Şeref’i Kürdistan’da Mîrê Mîran olarak atamak vardı..<br /> Fakat, hiç bir Kürd Miri diğerine razı olmuyordu.<br /> <br /> Sanki Kürdler bugün çok değişmişler.<br /> <br /> Eğer bundan dolayı İdrisi Bitlisi’ye hain denilecekse ondan 500 yıl sonra yine aynı trajediyi yaşıyoruz.<br /> <br /> İdrisi Bitlisi Kürdlerin taraihsel yarasına 500 yıl önce parmak basmıştı. Eğer Kürdler bu kadar zaman içinde ders almamışsa sorun Kürdlerde ve liderlerindendir.<br /> <br /> Aso Zagrosî<br /> <br /> <i>Not: Safev, Osmanlı, Çaldıran Savaşı ve İdrisi Bedlisi’ye ilişkin yazdığım makaleler toplu halde okunsa konu daha da anlaşılır. Bu makale için söz konusu makalelerden geniş aktarmalar yaptım.</i><br />

Pîrozbahi

$
0
0
<img hspace="4" alt="" align="left" src="http://rizgari.com/images/wenenuce/komita-pisgiriya-rojava.jpg" width="135" height="95"/>...Şert û mercên sîyasî yên herêmê û rewşa nû ya Sûriye û Rojavayê Kurdistanê, ji bo bidestxistina mafên neteweyî yên milletê kurd fersendekî zêrîn peyda kirîye. Herwekî ku Melayê Cizîrî jî berîya pênsend salan gotîye: 'Talih ku bête firset, mohlet li nik heram e.'...<b>Berêz serok û endamên serkirdayetîya Partiya Demokrat ya Kurdistanê-Sûriye!</b><br /> <br /> Bi giştî di Rojhelata Navîn û bi taybetî jî li Başûrê Rojavayê Kurdistanê de bûyerên pir girîng pêk tên, em wek neteweyek parçekirî û bêdewlet, di demeke dîrokî re derbas dibin. Şert û mercên sîyasî yên herêmê û rewşa nû ya Sûriye û Rojavayê Kurdistanê, ji bo bidestxistina mafên neteweyî yên milletê kurd fersendekî zêrîn peyda kirîye. Herwekî ku Melayê Cizîrî jî berîya pênsend salan gotîye: &#8220;Talih ku bête firset, mohlet li nik heram e.&#8221; Di vê çarçoveyê de ji bo bidestxistina mafên neteweyî yên milletê kurd û yekrêzîya civaka kurd, yekîtî û hevkarîya hemû kom û rêxistin û şexsiyetên Rojavayê Kurdistanê, gavekî pêdivî û pîroz e.<br /> <br /> Tê zanîn ku roja 03/04/2014yê, çar partiyên Rojavayê Kurdistanê, li Hewlêra paytexta Kurdistana Başûr, bi armanca pêkanîna yekîtîya siyasî kongreya xwe lidarxistin û di dawîya vê kongreyê de, bi navê Partiya Demokrat a Kurdistana Sûriyê rêxistineke nû pêkanîn. Di heman kongreyê de bi awayekî demokratîk endamên serkirdayetîya partîya nû hatin hilbijartin û pişt re jî berêz Siûd Mela wekî serokê vê partîyê hate destnîşankirin.<br /> <br /> Em kongreya Partiya Demokrat a Kurdistana Sûriyê (PDK-S), ji bo miletê kurd ê li rojavayê Kurdistanê hewldaneke serkevtî û qazanceka baş dibînin, herweha hêvî dikin ku serkirde û rêberên partiyê, bi ruhê 1957ê yekîtîya xwe berfireh bikin û di bin şiyara &#8220;federalî ji bo rojavayê Kurdistanê&#8221; de tevbigerin û bi hev re kar bikin da nehêlin ev firseta ku îro li rojavayê Kurdistanê peyda bûye ji dest biçe.<br /> <br /> Lewra em dizanin ku hinek rêxistinên kurd (bi taybetî jî PYD) ji bo berjewendîyên grubî û şexsî, çarenivîsa xwe bi sîyaseta rêjîma dîktator û dagirker a Sûriyê û dewletên statuquparêz ên herêmê ve girêdane, bi hevkarî û piştgirîya rejîmê û bi zora çekan, zulim û hukmê li ser alîyên sîyasî yên din dikin. Herweha bi îlankirina rêvebirî û &#8220;kanton&#8221;ên bê muhatab, rojavayê Kurdistanê ji nû ve hatiye parçekirin û sîyaseta rejîma Baas hatîye meşrûkirin. Sala 2011 li Ameda Bakûrê Kurdistanê îlankirina &#8220;Xweserîya Demokratîk&#8221;, çiqas bi wate û serkevtî bûye, îlankirina &#8220;kantonan&#8221; jî herî zêde dê ewqas bi wate bin. Encama vê sîyaseta xapînok û statuqoparêz a PKK/PYDyê, têkçûna berjewendîyên neteweya kurd û ji destrevandina firsendeka zêrîn a nû ye.<br /> <br /> Serokê berêz û endamên hêja yên serkirdayetîya PDK-S !<br /> <br /> Bi minasebeta pîrozkirina damezrandina PDK-S, me bi mesûliyetîyeka neteweyî xwest bi kurtebirî hinek xalên girîng bi we re parve bikin. Dawîyê em dixwazin dubare bikin ku damezirandina Partîya we ji dil û can pîroz dikin, herweha amadene digel we piştgirîya neteweyî bikin û di xebata we de serkevtinê dixwazin.<br /> <br /> 17/04/2014<br /> <b>Komîteya Piştgirîya Başûrê Rojavayê Kurdistanê/Amed</b>

Pêngaveke mezin Dezgeha Medyayê ya Basê ber medya navdewletî

$
0
0
<img hspace="4" alt="" align="left" src="http://rizgari.com/images/wenenuce/basnews-li-tirkiye-derdikeve.jpg" width="135" height="95"/>Hevdem ligel 116&#8217;emîn salvegera derçûna yekemîn hejmara rojnameya Kurdistan li Qahîreya paytexta Misrê, îna dahatû heftenameya Bas wek yekemîn rojnameya Kurdî li Başûrê Kurdistanê, çapa Tirkî û Kurmancî di hevtenameyekê de bi navê &#8216;BasHebar û BasNûçe&#8217; li bajarê Stenbolê yê Tirkiyê derdikeve.Dezgeha Medyayê ya Bas, ku niha her sêşem bi 32 rûpelan heftenameya Bas li Başûrê Kurdistanê dixe ber destê xwendevanan, herwiha ajanseke nûçeyan a aktîf bi navê &#8216;BasNews&#8217; bi pênc zimanan (Kurdî-Kurmancî û Soranî, Erebî, Tirkî, İngilîzî û Elmanî) birêve dibe û ne ku tenê li ser asta Kurdistanê, lê li ser asta İraq û navçeyê, welatên cîran û Ewropayê jî sînorê asayî yê hejmara xwendevanan derbas kiriye, hevdem ligel salvegera rojnamegeriya Kurdî heftenameya Bas a Tirkî û Kurdî derdixe.<br /> <br /> Ev heftenameya han ku îna dahatû yekem hejmara wê li Stenbolê derdikeve, 32 rûpel dibe, 16 rûpel bi zimanê Tirkî û 16 rûpelên din jî bi Kurdî zaravayê Kurmancî dibe, evna jî piştî wê ezmûnê tê ku Ajansa Nûçeyan a BasNewsê di nav medya Kurdî de pêşketineke mezin bidest xistiye û bi pênc zimanan rojane nûçeyan belav dike, ku beşa Tirkî bûye çavkaniyeke girîng bo medya û rojnameyên Tirkî, bi awayekî ku gelek caran nûçeyên Bas û BasNewsê dibin manşetên rojnameyên navdar û girîng ên Tirkiyê.<br /> <br /> Di vê derbarê de Sernivîskarê Heftenameya BasHaber û BasNûçe Faysal Dagli ji BasNewsê re got: &#8216;&#8217;Roja înê 24.04.2014 yekem hejmara heftenameya BasHaber û BasNûçe li Stenbolê derdikeve. Binkeya wê ya serekî li Stenbolê dibe, lê belê peyamnêrên wê li piraniya bajarên Tirkiye, Bakurê Kurdistanê û Ewropayê jî hene. Armanca vê projeyê ew e ku bibe pirek di navbera Tirkiye û Herêma Kurdistanê de, herwiha gehandina nûçe û zanyariyan bo xwendevanên Tirkiyê û nêzîkkirina parçeyên din ên Kurdistanê bi rêya BasNûçeyê.&#8217;&#8216;<br /> <br /> Derheqa siyaseta nivîsîna hevtemaneyê de jî Dagli wiha axifî: &#8216;&#8217;Siyaseta nûçeyan bêalî dibe û armanc jî rastgoyî û gehandina girîngtirîn nûçe û zanyarî ye bo xwendevanên Tirkîzan, Kurdên Bakur û Rojavayê Kurdistanê.&#8217;&#8216; Derheqa hilbijartina roja înê de jî, navbirî wiha axifî: &#8217;&#8216;Li Tirkiyê heftename zêdetir roja înê derdikevin, ji ber dawiya hefteyê ye û xwênee gelekî zêdetir in, her ji niha ve jî pêşwaziyeke baş li projeya BasHaber û BasNûçe hatiye kirin û çendîn rojnamevanên naskirî yên Kurd û Tirk têde dinivîsin. Di hejmara yekem de jî çendîn hevpeyvîn, peydeçûn û dosyayên girîng têde tên belav kirin, ji wan; dosya peywendiyên navbera Herêma Kurdistanê û Tirkiye, armanca hilbijartina Tirkiye û Bakurê Kurdistanê, medya Kurdî, komkujiya Ermeniyan ku 24.04 salvegera wê ye. Herwiha du babetên her du hevkarên me Botan Tehsîn û Nûredîn Weysî têde hatine belavkirin.&#8217;&#8216;<br /> <br /> Rojname jî ji aliyê şirketeke navdar a dabeşkirina rojnameya Tirkî, li bajarên Tirkiye û Bakurê Kurdistanê tê belav kirin.<br /> <i>Basnews</i>

ABD: Suriye’de yine kimyasal kullanıldı

$
0
0
<a href=http://www.basnews.com/UserFiles/b_haber_53791ea533ef43c58a70401f8e2df7b4.jpg ><img src=http://www.basnews.com/UserFiles/b_haber_53791ea533ef43c58a70401f8e2df7b4.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Amerikalı yetkililer, bu ay içinde Suriye’de isyancıların bulunduğu bölgede zehirli kimyasallar kullanıldığı yönünde bazı işaretler olduğunu bildiriyor.Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, Suriye’nin Batısında bulunan Kefer Zita köyünde düzenlendiği iddia edilen saldırıda, sanayi tipi kimyasallar, büyük ihtimalle ‘klorin’ adlı zehirli gaz kullanıldığını söyledi.BasNews´te yer verilen habere göre,”Carney, şunları söyledi: “Şu anda bu saldırıdan hükümet güçlerinin sorumlu olduğu yönündeki iddiaları inceliyoruz. Savaşta kimyasal madde kullanımıyla ilgili her iddia bizim için çok önemli ve konuyu ciddiyetle ele alıyoruz. Orada ne olduğunu belirlemek için çabalıyoruz. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) dahil tüm kurumlara danışmayı ve elde ettiğimiz bilgileri paylaşmayı elbette sürdüreceğiz.”Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Suriye’nin elinde bulunduğunu açıkladığı bu tür silahların silahlardan kurtulmasını sağlamak için Birleşmiş Milletler’le birlikte çalışıyor. Örgütün bu hafta yaptığı açıklamada, söz konusu silahların yüzde 80’inin ya Suriye’den çıkarılarak ya da imha edilerek ortadan kaldırıldığı bildirildi.<br /> <br /> Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, zehirli klorin gazının Suriye’nin uluslararası baskılar sonucunda geçen yıl ilan etmek zorunda kaldığı cephanesinde bulunan kimyasallar listesinde yer almadığını söyledi.<br /> <br /> Washington yönetimi ve müttefik ülkeler, Suriye’de Esad güçlerinin zehirli ‘sarin gazı’ kullanarak geçtiğimiz yıl yüzlerce sivilin ölümüne yol açtığını savunmuştu. Suriye hükümeti ise, kimyasal silahların muhalefet tarafından kullanıldığını iddia etmişti."<br />

Barzani: Özgür basının önü açılmalı

$
0
0
<a href=http://www.basnews.com/UserFiles/b_haber_9bbaca5713064c19a25cc16fdb3d1973.jpg><img src=http://www.basnews.com/UserFiles/b_haber_9bbaca5713064c19a25cc16fdb3d1973.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, ilk Kürdçe gazetenin yayına başlamasının yıldönümünde kutlanan ‘Kürd Gazeteciler Günü’ için bir mesajı yayınladı. Medya çalışanlarından gerçek görevlerinden uzaklaşmamalarını isteyen Barzani, ‘Medya, siyasetle dirsek teması kurmamalı’ dedi. BasNews ´te yer verilen habere göre, Barzani’nin mesajından satır başları şöyle: “Toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmenin öncü güçlerinden biri medyadır. Elbette günümüzde medya organları, demokrasi ve sivil toplum prensiplerine bağlı kalmanın da güvencesi. Kürdistan’da şu an yayın hayatını sürdüren yüzlerce medya organı var ve yaptıkları haberciliğin Kürdistan halkının çıkarlarını korumak ve doğru bilgilenmesini sağlamak açısından çok önemli.”<br /> <br /> “Gazetecilerin görevini yapabilmesi için siyasi fraksiyonlardan uzak durmalı ve bağımsız olmalı. Siyasetçilerin de medya özgürlüğü için uygun siyasi ve toplumsal atmosferi yaratması gerekiyor. Medyanın bir siyasi partinin denetiminde olması ve bazı kesimlerle direk teması kurması kabul edilemez.”<br /> <br /> Barzani mesajının sonunda hükümetten ve Kürdistan Gazeteciler Sendikası’ndan medya mensuplarının özgürce işlerini yapabilmesi için yayıncılık alanında huzur ve güvenliğin sağlamasını istedi.“<br />

Kamuoyuna Müjde

$
0
0
<a href=ihttp://rizgari.com/images/wenenuce/kdp-t-resmen-basvurdu.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/kdp-t-resmen-basvurdu.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a> <b>T-PDK)/</b> 03.01.2014 tarihinde Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına vermiştik. Uzun ve sabırlı bir bekletişten üç ay, 20 gün sonra 22.04.2014 (bugün) te içişleri bakanlığın yetkilileri tarafından partimizin resmen kurulduğunu bize bildirildi. Bu toplumsal olay bütün Kürtler ve insanlık için hayırlı olmasını Allahtan diliyoruz. 22. 04. 2014 <br /> <br /> <b>Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi<br /> <br /> (T-PDK) Kurucular kurulu genel Başkanı<br /> <br /> Mehmet Emin KARDAŞ </b><br />

Mizgînî ji raya giştîre!

$
0
0
<a href=http://rizgari.com/images/wenenuce/kdp-t-resmen-basvurdu.jpg><img src=http://rizgari.com/images/wenenuce/kdp-t-resmen-basvurdu.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a> <b>PDK-T/</b> Di roja 03.01.2014’de me ji bo damezrandina Partiya Demokrata Kurdistanê -Tirkiya serlêdan li wezareta navxwe a Tirkiye yê kir. em bi sabrike dirêj berdengî bersivê man, piştî serlêdanê 2 mah û 20 roja berpirsiyarên wezareta navxe 22.04.2014’de(îro) ji mere peyam hat gotin “Partiya we hatiye pejirandin”. Em ji xwedê hêvîdarin ko ev rûdana civakî ji hemî Kurd û însanan re bixêr bicirê. 22.04.2014<br /> <br /> <b>Serokê Giştî Ê Partiya Demokrata Kurdistan Tirkiya (PDK-T)<br /> <br /> Mehmet Emîn KARDAŞ</b>

IBV' de Enfal Anma Etkinlikleri

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/ismail-besikci-vakfi.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/ismail-besikci-vakfi.jpg align=left width=85 hspace=5 vspace=5 border=0></a> <b>Rizgarî Online/</b> İsmail Beşikçi Vakfin'da "Enfal Anma Etkinlikleri " düzenleniyor. 24 Nisan 2014 de başlayacak olan etkinlikler iki gün sürecek. Etkinlikler arasında Enfal üzerine kısa Filmler, Enfale ilişkin Slayt gösterimi ve söyleşiler yer alıyor. Söyleşiler Kürdçe ve Türkçe yapılacak.<b>Roja Yekem / 1. Gün 24 Avrêl / Nisan 2014, Pençşem, Perşembe</b><br /> Seat / Saat : 19.00<br /> Nişandana Kurtefîlmên Li Ser Enfalê / Enfal Üzerine Kısa Filmler<br /> Firokevan / Pilot, Bîlal Şakir<br /> 6’/2013<br /> Hawara Vê mala Xalî / Bu Boş Evin Çığlığı, 16’ / 2013<br /> Umêd Rastbîn<br /> Şahid / Tanık, Hesen Saleh<br /> 24’ / 2013<br /> Seat / Saat : 20.00<br /> <b>Nîşandana Slayt Li Ser Enfalê / Enfale ilişkin Slayt Gösterimi</b><br /> Gotarbej / Konuşmacı : Elî Erkardî (Wênegirê Rojnamevanî / Fotoğrafçı)<br /> Seat/ Saat : 20.20<br /> <b>Heypeyvîn / Söyleşi : </b>Enfal<br /> Gotarbej / Konuşmacı : Merîvan Îbrahîm (Lêkolîner/Araştırmacı), Koşiş Mîkaîlî (Çalakgerê NBO, NBO Aktivisiti)<br /> <b>Roja Duyem / 2. Gün 25 Avrêl /Nisan 2014, În, Cuma</b><br /> Seat / Saat : 19.00<br /> Nişandana Fîlma Li Ser Enfalê / Enfal Üzerine Film Gösterimi<br /> Lêgerîna Nasnameyê / Kimlik Arayışı, Awat Osman<br /> 67’/ 2013<br /> Seat / Saat : 20.30<br /> <b>Heypeyvîn / Söyleşi :</b> Enfal Di Sînemaya Kurdî De / Kürt sinemasında Enfal<br /> Gotarbej / Konuşmacı : Zana Heme Xerîb, Memê Mala Hine<br /> Fîlm bi Kurdî (Soranî), jêrnivîs Îngîlîzî ye. / Film Kürtçe (Sorani), altyazı İngilizcedir.<br /> Gotar ji bi Kurdi û Tirkî ne. / Söyleşiler Kürtçe  ve Türkçedir.

Bugünkü Statüko ve İdris-İ Bitlisi

$
0
0
<img hspace="4" alt="" align="left" src="http://rizgari.com/images/wenenuce/a-k-yildirim-idrisi-bitlisi-220414.jpg" width="135" height="95"/><b>Dr. Ali K. Yildirim /</b> İdris-i Bitlisi üzerine yazdığım yazı üzerine ASO ZAGROSİ bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Facebook ortamında devam eden polemik Rizgarî sayfalarına da yansıdı. Daha önceleri sn. M. Ciwan ile de bir polemiğe girmiştik.Benim ne Türkler ve ne de başkası ile özel bir sorunum yok. 8 yaşında Ankara&#8217;ya taşınmış biri olarak çoğu kişiden daha rahat anlaşırım Türk ve Türk olmayanlarla. Fakat sorun bu değil, tarihe yapılan bir dizi subjektif müdahale insanı yazmaya itiyor.<br /> <br /> Bana cevap niyetine yazılan (ya da eski yazılardan eklenen) şeylerin çoğunu ben de kabulleniyorum. Zaten bu nedenle Aşırı merkeziyetçi Türk-Moğol geleneğini eleştiriyorum. Mesele kimin ne kadar adam öldürdüğü, veya katledilen insan sayısını yarıştırmak değil.<br /> <br /> Öyle olsa YAVUZ&#8217;un gaddarlığı üzerine dünya kadar bilgiyi alt alta dizer ve bununla İDRİS-İ BİTLİSİ&#8217;Yİ pekala haklıyabilirdim. Buyurun M. Bayrak&#8217;ın Evrensel&#8217;de ki yazısından bir örnek: <b><i>İdris-i Bidlisi, Yavuz Selim&#8217;in hükümdarlık dönemini işlediği Farsça Selimname&#8217;sinde  (Osmanlı literatüründe 25 adet Selimname vardır MB); bu aşamada katledilen Kızılbaşlar&#8217;ın sayısının 50 binden fazla olduğunu şu Farsça sözlerle ifade eder:  &#8220;Ve ez ibtida huruc-u an Cemaat der Vilayet-i Anatoli ta an ki Ali Paşa-yı Vezir maktul şüd mütecaviz ez pencah hezar nefs ez tarafeyn der Anatoli bekatl amed vü çendan hezar hanedar menhub ü esir şüd. &#8220;  (Bkz. Selimname&#8217;den aktarılarak, Prof.Dr. M. C. Şehabeddin Tekindağ: Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim&#8217;in İran Seferi; İst. Ed. Fak, Tarih Dergisi, Sayı: 22, Mart- 1967). </b></i><br /> <br /> <b>Açıkki katledilenlerin önemli bir kesimi Kürt idi. Kaldı ki Kürt olmaması da benim gözümde bir şeyi değiştirmiyor. </b><br /> <br /> <b><i>Ne YAVUZ ve Ne BİTLİSİ, ne de Şah İsmail ortak değer olarak dayatılamaz.</i></b><br /> <br /> Benzer katliamları Şah İsmail yapmadı mı? Aso Zagrosi bu konuda bolca örnek veriyor. Unutmayalım ki Safaviler, bugünkü Zaza Kürtlerin ataları olan Ali &#8216;&#8217;sempatizanları&#8217;&#8217; Dunbıller (Deylemlıler veya BUYİD olduğu söylenen B.N) yanında, desteğini aldığı çok sayıda &#8216;&#8217;Kızılbaşı&#8217;&#8217; da daha sonra iktidarını sağlamlaştırınca katletti.<br /> <br /> <b>Sorun, derinleşerek devam edegelen, bugün şikayetçisi olduğumuz statünün kökleri ile ilgili. İşte bu noktada nerede ise Ulusal kahraman haline getirilen BİTLİSİ&#8217;nin rolü gündeme geliyor. KÜRT LER&#8217;in önemli bir kesimi YAVUZ&#8217;a sürekli bir destek sunarak hata yaptılar. Şikayetçisi olduğumuz bu günkü statüko o günlerin eseridir. İDRİS-İ BİTLİSİ; TÜRK hükümdarlara hizmet eden bir politikacı ve bürokrat olarak SAFAVİLER&#8217;den kurtardığı toprakları OSMANLI&#8217;ya bağlıyan mimar olarak rol oynuyor o günlerde.</b><br /> <br /> Şimdi &#8216;başka çaresi yoktu!&#8217; denilebilir. O gün olmayan çare bugün niye olsun? Kürt topraklarını birinden alıp diğerine bağlamak o gün doğru idi se bugün de doğrudur. Kürtler&#8217;in bu yüzyıldaki tarihi ve sayın K. Fani Doğan&#8217;ın örnek olarak verdiği Kürt ağırlıklı CELALİ ayaklanmaları bize mücadele etmek isteyen için zor da olsa yol olduğunu gösteriyor. <br /><br /> &#8216;&#8217;History of The Ottoman Empire and Modern Turkey&#8217;&#8217; eserinde Profesor Stanfor j. Shaw; 1513 yılında Suriye ve Kutsal şehirlerin SAFAVİLER&#8217;in eline düşmemesi için MEMLUKLULER&#8217;in OSMANLI ile ittifak oluşturduğundan ve bu ittifakın sonucunda Osmanlı&#8217;nın doğuya yönebildiğinden bahseder (s 80-81).<br /> <br /> Ortada daha savaş yok iken Anadolu içlerinden ilerleyerek Şiileri, Kızılbaşları, Hiristiyanları v.b katleden YAVUZ&#8217;a sıranın kendisine geleceği korkusuyla DÜLKADİR BEYLİĞİ erzak sağlamaz. Bunun üzerine alternatif yol olarak TRABZON gündeme gelir.<br /> <br /> 1514 yılında OSMANLI&#8217;nın ÇALDIRAN&#8217;da SAFAVİLER üzerinde sağladığı zafer sonrası sıra DÜLKADİR VE MEMLÜK devletine gelir. Bunun üzerine, değişen güçler dengesini değerlendiren MEMLUK, SAFAVİ VE DULKADİR OSMANLI&#8217;ya karşı bir ittifak oluşturur.( Prof Shaw s82) Kürtler ise OSMANL&#8217;dan yana tavır alır.<br /> <br /> MEMLUK VE DULKADİR aptalmıydı da, OSMANLI&#8217;ya karşı dünkü düşman ile ittifak yaptı? Meşhur söze göre &#8216;politika da kalıcı dostlar gibi kalıcı düşmanlar yoktur&#8217; da ondan. Sonrasını biliyoruz: Osmanlı Mısır&#8217;ın yanında, kutsal mekanlar da işgal ettiler. Bu YAVUZ&#8217;un müslümanlığıyla değil, çıkar savaşı ile açıklanabilir.<br /> <br /> Yine Prof Shaw, Kürt topraklarını zapt etmenin elindekinden daha büyük askeri gücü gerektirdiğini fark eden Selim&#8217;in ; Kürt Beyler&#8217;ine sadece maddi ve askeri destek verdiğini ve bunun karşıllığında onların saf değiştirdiğini belirtir (s82). Yani bir çıkar söz konusu. Peki bu doğru muydu? Kısa vadeli bir perspektif ile bakıldığında bu doğrudur. Ama bu yaratılan statüko, sonraki dönemlerde büyük problemlere ve ıstıraplara neden olmuş ise bu tavır yanlıştır. Bu durumun nedeni Kürtler'in ulus öncesi ortak topluluk duygusuna henüz erişmemeleri ile açıklanabilir. Onlar için ortak topluluk genellikle aşiret veya beylik idi. Birleşmemeye neden olan bu durumdanı; Arap, Türk ve Farslılar&#8217;ın Kürtler&#8217;e hükmetmesinden AHMEDE XANİ meşhur dürtlüğü ile şikayetçi olur.<br /> <br /> O zaman bir çare yoktu diyemeyiz. Kürtler işbirliği yapmamış olsaydı ne kürt toprakları Türkler&#8217;in eline geçer ve ne de Suriye, Arabistan, Mısır düşerdi. Bunun iki yolu vardı, ya bağımsız durmak ya da Memlüklüler ve Dülkadililer gibi bu kez zayıf olan ile ittifak yapmak. Çok güçlenen ve karşısında balans sağlayacak güç kalmayan osmanlı, zamanla Kürt beyliklerinin tasviyesine yönelecektir.<br /> <br /> İsmet Yüce&#8217;nin &#8216;&#8217;Tarihsel olarak, 20.yüzyıla doğru bir Kürdistani zemin oluşturmuştur.&#8217;&#8217; dediği  süreç, aksine yine aynı yazarın şu haklı ifadesi ile anlamlı hale gelir: &#8216;&#8217;Osmanlıya karşı da tarihsel bölge direnişleri gerçekleşmiş ve bu günün ulusal kaynaklarını oluşturmuştur. Behdinan Beyliği: 1566-1596; Cizre Beyliği: 1580; Sason Beyliği: 1566-1578 ve Bilmas ile Baban Beyliği: 1700-1710 yıllarında merkezi hükümete direnmişler ve kızılbaşı-sünnisi ile Osmanlı tarafından katliama uğratılmışlardır. Bu durum 1900lere II.Mahmut dönemine kadar sürmüştür.&#8217;&#8217; (İSMET Yüce RIZGARI) <br /> <br /> Aşırı merkeziyetçi Türki anlayış tasfiyeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda bugünkü resterasyon çabalarının yönü hakkında pek bir şey söyleyemiyorum.<br /> <br /> Esasen kendi içerisinde belki de en tutarlı tavır, benim yazı yazmama neden olan, ÖCALAN&#8217;a ait. Arkasında kimin olduğu durumu değiştirmiyor. Bugün bir şey istememeye tarihsel bir örnek gerekli görüldüğünden BİTLİSİ &#8216;&#8217;tavrı&#8217;&#8217; ÖCALAN tarafından dillendirildi. Çünkü mevcut konjenkturde &#8216;&#8217;ecdadımız&#8217;&#8217; popüler bir söylem.<br /> <br /> &#8216;&#8217;Kürt-Osmanlı&#8217;&#8217; ittifakının 500 yılını yaşıyoruz&#8217;&#8217; diyen Kek Şakir Epözdemir&#8217;e cevaben yazdığım yazı ile bitireyim :<br /> <br /> &#8216;&#8217;savaş araçlari ve teknolojinin çok gelistigi daha zor kosullarda Irak parcasinda Kürtler yakin zamana kadar mücadele ettiler. iyi de ettiller. Elbette bedeli agir oldu. Kürtler birlik olsaydi, iki gücün arasinda üçüncü güç olarak çikabilirdi. onun ceremesini de sonraki nesil cekiyor. Kürt beylerı maalesef vizyon ve iddia sahibi degillerdi. Beylik çıkarları dışında bır üst KÜRTLÜK idialı veya devlet olma iddiası cok cılız. Mesela Karakoyunlu Kara Yusuf, Mısır Sultanı Ferah'tan kaçıp Bitlis Mir'i Şemsettin'e sığınıyor. Şemsettin ona kızını veriyor ve yardım edip onun bazı toprakları ele geçirmesini sağlıyor. Emir Şemsettin'e onun (Kara Yusuf B.N) emriyle Bitlis dahil birkaç kale veriliyor. ''Kendisi ile Melik Şemsettin arasındaki ilişkiler ilerleyip kökleşti. O kadar ki, Kara yusuf, Melik Şemsettin'e 'oğlum' diye hitabediyordu'' (SEREFNAME s 305) Kendisi hükümdar olmayı deneyip Hükümdar olsaydı da, hiç olmazsa kızının kocası 'Kara Yusuf ''oğlum'' diye hitap etmeseydi daha iyi olmaz mıydı? Bugün bu anlayışın ne kadar uzağında olunduğu tartışma götürür.<br /> <br /> <i>Not: yarından itibaren çalışmaya başlıyorum. Kimseye cevap verecek vakit bulamayacağım. Zaten bu kadarı yeter.</i>

KURDÎ-DER: Pirtûkên kurdî hazir in em li benda dewletê ne

$
0
0
<img hspace="4" alt="" align="left" src="http://rizgari.com/images/wenenuce/kurdi-der-pirtuken-kurdi-amadene.jpg" width="135" height="95"/>Komeleya Pêşxistin û Lêkolîna Zimanê Kurdî (KURDÎ-DER) ragihand, wan pirtûkên kurdî bo perwerdeya kurdî amade kirine û li benda destûra Wezareta Perwerde ya Tirkiyê ne.Di çarçoveya &#8220;Pakêta Demokrasiyê&#8221; ya ku par ji aliyê hikûmeta AKPê ve hatibû ragihandin, rêya li pêşiya perwerdeya kurdî û dibistanên taybet bo perwerdeya zimanê dayikê hatibû vekirin. <br /> <br /> Li ser vê bingehê, saziya kurdî ya KURDÎ-DERê jî di bin ronahiya bernameya BDPê bo perwerdeya bi zimanê dayikê, dest bi xebat û amadekariyên perwerdeya bi zimanê kurdî kir. <br /> <br /> KURDÎ-DERê ku sala 2005an bi vekirina kursên taybet ên fêkirina zimanê kurdî dest bi kar kiribû, demeke dirêj e li ser pirtûkên kurdî kar dike.<br /> <br /> Di qonaxa yekem a xebatên saziyê de pirtûkên kurdî yên qonaxa seretayî hatin amadekirin û ji her yekê hinek hat çapkirin. Pirtûk bi zaraveyên kurmancî û zazakî hatine amadekirin. <br /> <br /> Pirtûkên kurdî yên alfabe, xwendin û nivîsandin, zaniyarên li ser jiyanê û bîrkarî niha amade ne û pirtûkên qonaxên navendî û lîse jî di mijarên felsefe, civaknasî, dîn û zaniyarên pîşeyî jî di qonaxa amadekirinê de ne. <br /> <br /> Di pirtûkên coxrafî yên kurdî de, nexşe û erdîngariya Kurdistanê hatiye nivîsandin, di pirtûkên dîrokî de jî dîroka Kurdistanê hatiye ziman.<br /> <br /> Li gorî malpera Al Jazeera Turkê, serokê KURDÎ-DERê Sebahedîn Gultekîn, li ser vê yekê wiha got: &#8220;Helbet di pirtûkan de dê herêm û gelên din, ziman û çandên din jî dê bên bikaranîn.&#8221;<br /> <br /> Eger perwerdeya kurdî di dibistanên fermî de neyê dayîn wê çaxê KURDÎ-DER dê vê modêlê cî bi cî bike, her çiqas heta niha sîstema xwendinê nehatiye destnîşankirin lê li gorî agahiyên Gultekîn, dê sîstema 5-3-4 (5 sal seretayî, 3 sal navendî, 4 sal lîse) bixe piratîkê. <br /> <br /> Li gorî bernameya KURDÎ-DERê, li dever û bajarên ku zazakî zêdetir tê axaftin dê perwerde bi zazakî û li herêm û deverên ku kurmancî zêdetir tê axaftin dê perwerde bi kurmancî be lê di sinifa sêyemîn de dê bi her du zaravayên kurdî perwerde bê dayîn.<br /> <br /> Zimanê tirkî dê di sinifa pêncem de bikeve nav bernameya xwendinê. Sebahedîn Gultekîn, derbarê sedema wê yekê ku çima tirkî ji sinifa pêncem re tê fêkirin, got, jixwe zarok dikarin tirkî fêr bibin, li kolan û kuçe û li ber televîzyonê dikarin fêr bibin. Kurd tirkî dizanin lê kurdî nizanin!<br /> <br /> Serokê KURDÎ-DERê anî ziman ku daxwaziya perwerdeya kurdî li Tirkiyê xelet hatiye fêmkirin û wiha got: &#8220;Em naxwazin hemû beş û dersên zanîngeha Dîcleyê bikin kurdî. Ne niyetekî me wisa heye û ne jî hêza me têrê dike. Emê perwerdeya kurdî ji sinifa yekê seretayî re dest pêbikin. Tirkî zimanê fermî ye û ti pirsgirêkek me bi vê yekê re tine. Em dixwazin perwerdeya kurdî heta sinifa çarem di dibistanên fermî de bê dayîn û di sinifa pêncem de jî perwerde bi kurdî-tirkî bê dayîn. Divê zarokên me pêşiyê zimanê dayika xwe fêr bibin.&#8221;<br /> <br /> Sebahedîn Gultekîn, li ser asta amadekarî û mamostayên kurd jî got, li seranserê Tirkiyê 30 navendên me heye û her sal nêzîkî 3 hezar mamostayên kurdî tên perwerdekirin, ji ber wê jî di vî warî de ti kêmasiyeke me tine. <br /> <br /> Em amade ne, tenê daxwaza me ew e ku dewlet vê yekê pesend bike. KURDÎ-DER dixwaze bi alîkariya şaredariyan perwerdeya kurdî bide û vê yekê bi awayekî belaş pêk bîne lê vê gavê ev yek tenê di dibistanên taybet de mumkin e.<br /> <i>Rûdaw</i><br />

MİT´in TIR’larını durduran Savcı´dan Erdoğan için suç duyurusu

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/basbakana-suc-duyurusu.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/basbakana-suc-duyurusu.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Türk MİT´inin TIR'larına operasyon yaptıran Savcı Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulundu. Kamuoyunda 'TIR savcısı' olarak bilinen TC´nin Adana Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sabah ve Yeni Şafak gazeteleri hakkında suç duyurusunda bulunarak manevi tazminat davası açtı.CHA´nın haberinde sunlara yer verildi:”Aziz Takçı adına açıklama yapan avukatı Alpdeğer Tanrıverdi, müvekkilinin alenen hedef gösterilerek nefret söylemi ile kişilik haklarına saldırı yapıldığını söyledi. Adana'da TMK 10. Maddesiyle yetkili savcı iken önce yetkileri alınan, geçtiğimiz günlerde de geçici olarak Trabzon'da görevlendirilen Aziz Takçı, Erdoğan, Sabah ve Yenişafak gazeteleri hakkında hem suç duyurusunda bulundu hem de manevi tazminat davası açtı.Adana Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi'ne verilen dilekçede avukat Alpdeğer Tanrıverdi, kamuoyunda MİT TIR'larına yapılan operasyon olarak bilinen Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın (TMK 10. Maddesi ile görevli ve yetkili) 2014/2 Sayılı dosyasından 19.01.2014<br /> tarihinde yapılan arama ve soruşturma ile ilgili bilgilere yer verdi.<br /> <br /> <b> "KİN VE NEFRET SÖYLEMİ İLE HEDEF GÖSTERİLDİM" </b><br /> <br /> Operasyon tarihinden bu yana yazılı ve görsel medyada çıkan asılsız, mesnetsiz haberlerle itibarsızlaştırma ve karalama kampanyasına ek olarak kamuoyunda algı operasyonu oluşturulmaya çalışıldığını vurgulayan Tanrıverdi, buna karşı ceza hukuku açısından yaptıkları girişimlerden sonra şimdi de özel hukuktan kaynaklanan haklarını kullandıklarını ifade etti. Tanrıverdi, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:<br /> <br /> "Muhataplar aleyhinde ve müvekkilimin kişilik haklarına yapılan bu saldırıların yanında, TMK gereğince alacağı tedbir ve önlemler ve çıkarılacak yönetmeliklerle bizzat korumakla görevli olduğu müvekkilimin kin ve nefret söylemleri ile alenen hedef haline getirmekten kaçınmayan ve her türlü platformda müvekkilime hakaret etmekle kalmayıp iftira atan, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde yaptığımız suç duyurularına ek olarak bağımsız ve tarafsız Türk Yargısı'na olan inancımız doğrultusunda 100 bin liralık manevi tazminat davası açmış bulunuyoruz."<br /> <br /> <b> BAŞBAKANIN KONUŞMALARI DELİL OLARAK GÖSTERİLDİ</b><br /> <br /> Avukat Alpdeğer Tanrıverdi, müvekkili savcı Aziz Takçı için açtığı tazminat davası için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 19.03.2014 tarihinde AK Parti İl binasında TRT kanalları tarafından ortak olarak yayınlanan programı, 20.01.2014 tarihinde Ankara Esenboğa Havalimanı'nda yapılan basın toplantısı, 16.02.2014 tarihinde İstanbul<br /> İkitelli Şehir Hastanesi temel atma töreni ve 15.03.2014 tarihinde Adana mitingi ile 08.04.2014 tarihinde AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmaları delil olarak gösterdi.<br /> <br /> Dilekçede, kişilik haklarına saldırılan bu konuşmalarda müvekkiline hitaben sürekli olarak "paralel savcı", "casus", "vatan haini" "alçak" gibi ithamlarda bulunulduğunu kaydeden Tanrıverdi, "Müvekkili hedef alan bu konuşmalara karşı 21.03.2014 tarihinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na, 24.03.2014 Tarihinde de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na iki ayrı suç duyurusunda bulunulmuştur. Müvekkilim kamu görevi ifa eden bir Cumhuriyet Savcısıdır. Herhangi bir siyasi parti mensubu ve lideri gibi eleştiriye açık bir vazife ifa etmemektedir. <br /> <br /> Bu nedenle de yapılan konuşmalar, müvekkilin mesleki ve kamuoyu nezdindeki itibarını ziyadesiyle zedelemiştir" görüşlerini dile getirdi.<br /> <br /> <b> YENİ ŞAFAK </b><br /> <br /> Savcı Aziz Takçı, hakkında çıkan haberlerden dolayı Sabah ve Yenişafak gazeteleri hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ifade ederek 15'er bin lira manevi tazminat davası açtı. Takçı'nın avukatı Alpdeğer Tanrıverdi, Yenişafak gazetesinde çıkan "Casus markajı, Paşanın TIR pazarlığı, Savaşa gider gibi TIR bastılar, TIR ihbarcısının paralel bağlantısı, TIR'ı aratmak için komutana tehdit, TIR'ı verin yoksa çatışma çıkar, TIR savcısı Trabzon'a, TIR savcılarına soruşturma, MİT raporu belgeledi ve Nöbetçi hakim planı bozdu" haberlerinden dolayı hem suç duyurusunda bulundu hem de 15 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Dava dilekçesinde bu haberlerle müvekkiline sürekli olarak "paralel savcı" "casus" "vatan haini" gibi ithamlarda bulunulduğu mahkemece verilen tekzip kararlarının dahi yayınlanmadığı vurgulandı.<br /> <br /> <b> SABAH </b><br /> <br /> Savcı Aziz Takçı, Sabah gazetesi için de suç duyurusunda bulunarak manevi tazminat davası açtı. Takçı başvurusunda Sabah gazetesinde yayınlanan "Ankesörden imama rapor, TIR'lara jandarma istihbarat raporu, TIR'lar jandarma istihbarat ihbarı, MİT TIR'larına baskının perde arkası, Durdurulan TIR'lar için flaş gelişme, İşte o baskın, TIR'ı arayan komutana casusluk soruşturması, MİT'e silah çekildi, TIR operasyonuna ihtilal gibi hazırlık, TIR baskınları karşı casusluk, TIR eylemleri organizasyon işi ve Paralel kulakçı polislere kalkan" başlıklı haberler için suç duyurusunda bulunarak 15 bin lira tazminat davası açtı. Yine söz konusu haberlerle alakalı mahkeme kararına rağmen cevap düzeltme metinlerinin yayınlanmadığı ifade edildi.“<br /> <br /> <br />

Demirtaş: Demokratik ulus, ortak vatan…

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/demirtas-ortak-vatan-dedi.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/demirtas-ortak-vatan-dedi.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> BDP olarak TBMM´deki son grup toplantısında konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, BDP-HDP birleşmesine açıklık getirdi. Demirtaş, “BDP’nin feshi söz konusu değil daha çok yerel sorunlarla ilgilenen bir parti olarak siyasi mücadelesine devam edecek” dedi. Demirtaş, “artık HDP'yi büyütmeli, halkların ortak partisi, ezilenlerin ortak cephesi haline getirmeliyiz” çağrısında bulundu. Türk medyasında yer verilen habere göre, Selahattin Demirtaş'ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle: "Demokratik barış süreci dediğimiz mesele sadece Kürtlerin hakları, özgürlükleriyle ilgili mesele değildir. Elbette kendi ana vatanında inkar edilen, yok edilmeye çalışılan Kürt halkını ana başlık altında ele alacağız. Ama asıl derdimiz ezilenlerin özgürlüklerine ve haklarına kavuşması sürecidir. Bizler sürecin gereklerini yerine getirmek için anayasal ve yasal gereklerini yapmak için hükümete baskı yaparken sadece Kürtlerden bahsetmedik. Herkesin eşit onurlu bir gelecek için. Başbakan ne yasa ne anayasal güvence koyabildi. Çözüm süreci kavramı üzerinden sürecin yürümeyeceğini Başbakanın bilmesi lazım. Bunu ağzına alarak siyasi rantını yiyerek barış getiremezsiniz.<br /> <br /> <b> ÇÖZÜM SÜRECİNDE İLERLEME DEĞİL ESKİYE DÖNÜŞ VAR</b><br /> <br /> Heyetimiz adaya gidişte ciddi dirençlerle karşılaşıyor. Geçen hafta yapılacak görüşmeler makul olmayan gerekçelerle gerçekleşmedi. Tereddütlere sahibiz. Önümüzdeki hafta da heyetimiz gidemezse tam 50 gündür İmralı'dan haber alamıyor olacağız. Önümüzdeki haftadan sonra görüşme süreci kesilmiştir diyeceğiz. Sayın Öcalan'ın sağlığından ve can güvenliğinden kuşkuluyuz diyeceğiz. İlerleme yerine eskiye dönüş var. Bu kadar ciddiyetsiz yaklaşımla 'bu ülkeye barış getiriyoruz' diyerek, bu süreci asla yürütemeyeceğini hükümetin görmesi lazım. Bizler heyetlerimiz dışında gazetecilerin, aydınların gitmesini beklerken heyetimiz ciddi engelle karşılaşıyor. Kiminle yürüteceksiniz bu süreci? Çıkıp açıklama yapmanız lazım.<br /> <br /> <b> BİZ DE TEK TARAFLI YÜRÜTECEĞİZ! </b><br /> <br /> Bizler tek taraflı inşa sürecini başlatacağız. Tek taraflı hak ve özgürlüklerimize dair ne varsa onları pratikleştireceğiz. Hükümetten beklemeyeceğiz. Madem hükümet bir kaygı duymuyor, o halde biz de tek taraflı yürüteceğiz. Nasıl olacağını da herkes görecek. Bu ülkenin özgürlüklerden korkmadığını göstereceğiz. Anadilde eğitimden işsizliğe, kadın haklarından çevre sorunlarına kadar kendi özgünlüğünü ve özgürlüğünü yaratma gayreti içinde olacağız. Kendimizi evrensel hukukun geldiği normlar bizim için bağlayıcıdır. O bizim için referanstır. AİHS bizim için referanstır. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı referanstır. Bunlardan doğan tüm haklarımızı yerel yönetimlerimizle, STK'larla, halkımızla hayata geçireceğiz. Korkulacak bir şey olmadığını, tersine sürecin ilerlemesinde bu olduğunu göstereceğiz. Hükümet ne yapar kendisi bilir. Anayasal ve yasal reformlarla desteklerse iyi bir şey yapmış olur. Yerinde sayarsa barışın teminatı olarak BDP ve HDP olacaktır. AKP bunun dışında kalacaktır.<br /> <br /> <b> 'GEÇMİŞTE HENDEK KAZANLAR HENDEĞİN ALTINDA KALDI'</b><br /> <br /> Hendeklerin kazılması, halen ambargonun uygulanması, insanı yardımın gönderilmesinde sıkıntılar çıkarılması, radikal grupların desteklenmesi, işte çözüm sürecini dinamitleyen temel hatalardan biridir. Bu politikayı hayata geçirenler, hendek kazanlar kendileri o hendekte kaldılar. Özgürlük yürüyüşünü durduracak hendeği yapan mimarı görmedi dünya. Rojava ve özgürlük yürüyüşünü durduramaz.<br /> <br /> <b> KDP'YE HENDEK UYARILARI</b><br /> <br /> Hendekle değil halkların birliğiyle çözüm sağlamalıdır. Hendek kazılarak bir halkın, bir sistemin güvenliği sağlanamaz. Yanınızdaki halkla doğru temasla sağlayabilirsiniz. Onun dışındaki her tedbir ayrı sorunlar yaşatır. Özellikle KDP'nin de ileride karmaşık problemlere yol açacağını görmelerini temenni ediyoruz. Güney Kürdistan'a, halkına ve ulusal birliğe fayda getirmeyecek. Güney Kürdistan halkı bu politikaların içinde olmamıştır. Herkes halkın iradesini esas alan ulusal birlik konusunda çaba sahibi olmalıdır. Buradan KDP yöneticilerine, hepimize zarar verdiğini söylemek istiyoruz.<br /> <br /> <b> BDP-HDP TARTIŞMALARINA SON NOKTA</b><br /> <br /> Bizler kadim halklar, medeniyet temsilcileri olarak bir arada eşit adil yönetimle yaşama fırsatına her zamankinden daha fazla sahibiz. Ortadoğu ve Mezopotamya halkları olarak barış içinde yaşamanın kalıcı projelerini üretmek zorundayız. Çok dilli, inançlı toplumun doğasına aykırı tekçi, ırkçı anlayışları kabul etmek zorunda değiliz. On binlerce yıllık tarihsel birikimimize güvenerek bir gelecek kurma dışında alternatifimiz yok. Siz ari bir Kürt toplumu yaratmak istiyorsanız geri kalan kimlikleri yok etmek zorundasınız, ari bir Türk toplumu yaratmak istiyorsanız geri kalan kimlikleri yok etmek zorundasınız. Sadece Müslümanlardan oluşan toplum istiyorsanız geri kalan inançları yok etmek zorundasınız. İşte tekçi sistemlerin bunun dışında alternatifleri yoktur. O nedenle coğrafyamız bu ulus devlet modelinin ırkçı acılarını çekiyor. Ezen ulusa da ezilen kesimlere de asla huzur mutluluk getirmedi. Yönetimler kendi halkına barış getiremedi. Bütün kültürleri, inançları, kimlikleri tek potada eritme girişimleri faşizmden başka bir şeye yol açmadı. Yüz yıllardır yaşanan savaşların egemenlik yarışlarının yol açtığı soykırım ve katliamlar insanlık onurunun ayaklar altına alınmasına neden oldu. Bu topraklarda tarih boyunca var olmuş tüm medeniyetlerin miras bıraktığı ortak vatandır. Hz. Musa'dan Hz. Davud'a, Hz. İsa'dan Hz. Muhammed'e tüm mirasa saygı duyarak yaşayacağız. Hz. Ali'nin cesaretiyle Hz. Ömer'in adaletini unutmayacağız. Direniş geleneklerini anlamaya çalışacağız. Haksızlıklara karşı canını ortaya koyan Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri, Mazlum Doğanları yaşatarak kardeşliğimizi pekiştireceğiz.<br /> <br /> <b> 'DEMOKRATİK ULUS, ORTAK VATAN İÇİN HDP'</b><br /> <br /> Eşit, adil bir yaşamı inşa mücadelesinde hep birlikte omuz omuza olacağız. Birlikte ağlayacağız ki birlikte gülelim. Ötekini ezerek kazanılacak şeyin özgürlük olmadığını asla unutmayacağız. İnsan kimliğimizden ayrılmadan hareket edeceğiz. Bunları yapabilmenin tek yolu, bu düşünceye sahip insanlarla birlikte mücadele yürütmekten geçer. Demokratik ulus, ortak vatan ancak bu şekilde huzurlu bir cennete dönüşebilir. Birlikte çalışacağız. Ortak bir partimiz var. Onun adı Halkların Demokratik Partisi HDP'dir.<br /> <br /> <b> HDP İÇİN ÇAĞRI</b><br /> <br /> Bizler seçilmişler olarak halklarımıza verdiğimiz sözün gereği olarak ortak mücadeleyle ortak vatan inşa etmenin kardeşçe adil yaşamın gereği olarak milletvekilleri olarak önümüzdeki haftadan itibaren HDP çatısı altında grup faaliyetlerini yürütme kararı aldık. Ezilenleri daha doğru bir temsille, ortak sesi haline getirmeyi hedefleyeceğiz. Bu karar BDP'yi feshedip HDP'ye geçiş olarak algılanmamalı. BDP, daha çok yerel sorunların, ekonomik, sosyal, eğitim, sağlık gibi sorunların çözümü için çaba harcayacak. Bu şekilde siyasi mücadelesine devam edecek. BDP'nin tümüyle HDP'ye katılımı, feshetmesi söz konusu olmayacak. Önümüzdeki haftadan itibaren vekiller olarak Meclis grubunu kuracağız. Yapılacak tartışmaların, eleştirilerin, önerilerin bu tarihsel misyonu ve hedefleri, bu stratejik çalışmayı büyütmeye dönük olması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bunun dışındaki çabalar kendi ütopyamızı ve taleplerimizi görmezden gelme olur. Tüm partililerimizden, dostlarımızdan özellikle ricamızdır. Artık HDP'yi büyütmeli, halkların ortak partisi haline getirme, ezilenlerin ortak cephesi haline getirmeliyiz. HDP'yi daha güçlü sahiplenmeye çağırıyorum.<br /> <br /> <b> BAŞKANLIK SİSTEMİYLE YARI DİKTATÖRLÜK RESMİLEŞECEK</b><br /> <br /> Sümülasyon yapıp kağıt, bilgisayar üzerinden teknik hesaplara girmelerinden anlaşılan; ’en az oyla en fazla milletvekili nasıl çıkarırız? AKP şuan bunun derdine düşmüştür. Her gün oy kaybediyorlar. Yüzde 7-8 oy hile ile alınmıştır. Başbakan bu düşüşün farkındadır. Madem kendine güveniyorsun, o zaman barajı sıfırlayalım. Partilere eşit propaganda imkanı tanıyalım, bakalım ne olacak, neden korkuyorsun? Madem dar bölgede ısrarcısının o zaman yerinden yönetim modellerine bakalım. Başkanlık Sistemiyle, yarı diktatörlüğün resmileşeceği, adım atım planı ve projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ağustos ayında başkan değil Cumhurbaşkanı seçilecek. O cumhurbaşkanı koltuğunu hayal ediyorsan, kolay gerçekleşmeyecek, çantada keklik olmadığını göreceksin. Çankaya yollarının öyle düz olmadığını, öyle kolay olmadığını göreceksin. <br /> <br /> <b> KİMSE KENDİNİ ÇANKAYA HAYALLERİNE KAPTIRMASIN</b><br /> <br /> Şimdiden kimse kendini Çankaya hayallerine kaptırmasın. Kampanya başladığında göreceksin.”<br />

15 PDK-S üyesi sınırda tutuklandı

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/15-pdk-s-elemani-tutuklandi.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/15-pdk-s-elemani-tutuklandi.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Kürdistan´ın Basur Bölgesinden Rojava Bölgesine geçmek isteyen 15 PDK-S üyesinin, sınırda “Cizre Kantonu” na bağlı güvenlik güçlerince tutuklandığı bildirildi.Rudaw´ın internet sayfasında yer alan bir habere göre, Başur´dan Rojava´ya geçmek isteyen 15 Kürdistan Demokrat Partisi (Suriye) üyesinin, sınırda Cizre Kantonu'na bağlı güvenlik güçlerince tutuklandığı bildirildi.PDK-S Polit Büro üyesi Abdulkerim Mihemed'in yaptığı açıklamaya dayanılarak verilen haberde, PDK-S üyelerinin Şilikiye köyünden Rojava´ya geçmek isterlerken, Girbelata köyünde Cizre Kantonu'na bağlı güvenlik güçlerince yakalandıkları dile getirildi. Yakalananlar arasında PDK-S Merkez Komitesi üyesi Salih Cemil'in de bulunduğu söyleyen Ebdulkerim Mihemed, yakalananlardan 8'inin birlik kongresi delegesi olduğunu, nüfus cüzdanları ve telefonlarına el konulduğunu belirtti.

Avşar´dan BDP´nin HDP´ye katılmasına tepki!

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/gulcin-avsar.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/gulcin-avsar.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Kamuoyunun “taş atan çocuklar” diye bildiği TMK mağduru çocuklar için yapılan Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’ndan olan ve <b>“Benim için öldürme”</b> kampanyasının mimarlarından olan avukat Gülçin Avşar', Star gazetesinden Fadime Özkan´ ile yaptığı söyleşide BDP Milletvekillerinin HDP´ye katılmasına tepki gösterdi. İşte Avşar´nın konuyla ilgili değerlendirmesi: “BDP’nin HDP bileşeni olmasının oy aldığı ve temsil ettiği kişilere bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. HDP, oy oranı ve temsiliyet gücüyle BDP’nin oldukça altında ve gerisinde bir partiyken, böylesine güçlü bir partinin HDP parçası olması anlaşılır değil. Özellikle son yerel seçimlerde elde edilen sonuçlar da gösterdi ki BDP, Türkiye’nin en güçlü siyasi hareketlerinden biri. 30 Mart seçimlerinde aldığı oy, yürüttüğü siyasetin toplumsal karşılığını gösteriyor. Yani birtakım çevrelerin söylediği “BDP, Türkiyelileşmek için HDP bileşenlerinden biri olmak zorunda” gibi argümanlar reel anlamda bir yere tekabül etmiyor. BDP, zaten oldukça geniş bir halk tabanına sahip ve ürettikleri siyaset ile Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerinden birisi. HDP’nin toplumdaki karşılığı ile kıyaslanamayacak kadar büyük ve önemli bir parti. Bu anlamda BDP, HDP bileşeni olarak değil, BDP olarak, belki politikasında çeşitlilik sağlayarak (ki ben bu konuda da oldukça başarılı olduklarını düşünüyorum) siyasi faaliyetine devam etmeli.”

Barzani: ABD'nin PKK'ye operasyon yapmasına izin vermedim

$
0
0
<a href=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/pkk-ye-operasyona-izin-vermedim.jpg><img src=http://tr.rizgari.com/images/wenenuce/pkk-ye-operasyona-izin-vermedim.jpg align=left width=125 hspace=5 vspace=5 border=0></a><b>Rizgarî Online/</b> Mesud Barzani, 2006'da Amerika'nın PKK'ye yönelik operasyon girişiminde bulunduğunu ancak kendisinin buna engel olduğunu ilk kez açıkladı Kürdistan Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, 2006'da ABD'nin, PKK'ye karşı bir operasyon yapmak istediğini ancak kendisinin buna izin vermediğini açıkladı. Barzani, PKK'nin kendilerinin bu tavrını gözardı ettiğini söyledi. Rudaw´da yer alan habere göre, Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) lideri ve KRG Başkanı Mesud Barzani, Başkent Hewlêr´de partisinin yöneticileri ile bir araya geldi. Barzani, Kürdistan´ın Rojava Bölgesi sınırındaki gelişmeler, Irak genel seçimleri ve PKK’nin Kürdistan Bölgesi yönetimine Rojava üzerinden yaptığı ağır suçlamalar ile ilgili konuştu.<br /> <br /> Barzani Hewlêr ile Bağdat arasındaki sorunlara ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede, Irak´taki seçimleri beklediklerini nasıl bir sonuç çıkacağının şimdiden belli olmadığını, eğer bu günkü durumdan farklı bir tablo ortaya çıkmazsa, bağımsızlık ya da K onfederalizm´i çözüm yolu olarak gündeme getireceklerini belirtti.<br /> <br /> Barzani toplantıda ayrıca, 2006’da dönemin ABD Başkanı George W. Bush hükümetinde görevli üst düzey ABD bir yetkiliyle ilgili de konuştu. Barzani, yetkilinin, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi’nin haberi olmadan PKK’ye karşı operasyon düzenlemek istediklerini kendisine ilettiğini ancak bunu kabul etmediklerini belirtip “PKK her konuda bizi eleştiriyor ama bunu gözardı ediyor” dedi.<br /> <br /> Barzani, Rojava sınırında kazdıkları hendekler ile ilgili eleştirileri de yanıtladı. Bu hendeklerin Kürdistan yönetiminin güvenliğini sağlamak için kazıldığını belirten Barzani, Rojava ile ilgili yasal sınırın açık olduğunu ve gidiş gelişlerin devam ettiğini belirtti..<br /> Barzani, geçen yıl yapılması planlanan ancak sürekli ertelenen Kürd Ulusal Kongresi hakkında da açıklamalar yaptı. Barzani, PKK’nin Kongre delege sayısının yarısını istediğini belirtip “Kongrenin iki başkanının olmasını istediler. Bunu kabul etmemiz söz konusu değildir. Kendi yaklaşımlarını üzerimize dayatmalarını kabul etmemiz söz konusu değildir. Eğer bu tavırları olmasaydı geçen yıl bu Kongre’yi yapacaktık” diye konuştu.<br />
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live