Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

İşte Öcalan'ın son mesajı…

$
0
0
Rizgarî Online/ İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşen BDP'li Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder BDP il binasında açıklama yaptı.Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder'in yer aldığı 5. BDP heyeti bugün sabah saatlerinde Öcalan'la görüşmek üzere İmralı'ya gitmişti.İmralı'da Abdullah Öcalan ile görülen BDP'li heyet basın toplantısı düzenledi. Vatan´ın kaydettiğine göre,“Toplantıda konuşan Sırrı Süreyya Önder, Öcalan'ın mesajını okudu.İşte o mesaj:

"Saygıdeğer Türkiye halkı, yaşamakta olduğumuz barış ve demokratik çözüm süreci bütün hassasiyeti ile devam etmektedir. Hem çatışmazsızlık sürecinin kalıcılaşması hem de geri çekilme sürecinin gerçekleşmesi için yoğun bir çalışma yürütmekteyiz. Gelinen aşamada daha umutlu bir noktada olduğumuzu söyleyebilirim. Bu çerçevede yürüttüğümüz çalışmayı birkaç gün içinde bütün Türkiye halkıyla paylaşacağım. Bu itibarla demokratik çözüm sürecine katkı sunan herkese sonsuz şükranlarımı sunuyor, eşit, demokratik ve adil bir barışa olan inancımla herkesi selamlıyorum"

Önder, sorulan sorular üzerine görüşmenin Kandil’in yazdığı mektup üzerine yapıldığını ve Abdullah Öcalan’ın yapacağı açıklamanın geri çekilme süreciyle ilgili olduğunu söyledi.“

RO/Ömer Kaçar

‘Ocalan: Ezê di nav çend rojan de daxuyanî bidim’

$
0
0
Rêberê PKKê Abdullah Ocalan di peyama xwe ya îro de diyar kir ku di nav çend rojên bê de dê derheqê pêvajoya çareseriyê de daxuyaniyên nû bide. Ocalan her wiha spasiya wan kesan kir ku piştgirî didin pêvajoyê.
Piştî ku şanda BDPê ji Îmrali vegeriya, li ber avahiya BDPê li Stenbolê daxuyanî da.
 
Endama şanda BDPê ku îro bi Ocalan re hevdîtin pêk anî, Pervîbûn Bûldan destpêkê diyar kir ku hevdîtina wan bi Ocalan re 1.5 saet dom kiriye û ragihand, hevserokê BDPê Selahedîn Demîrtaş ji ber ku karê wî hebûye nekariye vê carê bi wan re here Îmraliyê.
 
Paşê Sirri Sureya Onder peyama Ocalan ji rojnamevanan re xwend.
 
Ocalan di peyama xwe de wiha got: “Pêvajo bi hemû hestiyariyên xwe didome. Ez bi awayekî rijd li ser pêvajoya vekişînê dixebitim. Xebata ku me kiriye ezê di nav çend rojan de ji gelê Tirkiyê re parve bikim. Ez ji kesên ku piştgiriyê didin pêvajoya çareseriyê, spas dikim.”
 
Şanda BDPê ku ji 2 parlamenterên partiyê Pervîn Bûldan û Sirri Sureya Onder pêk hatibû, îro danê sibê li girtîgeha Îmraliyê bi rêberê PKKê Abdullah Ocalan re hevdîtin pêk anî.
Rûdaw

Soykırım gerçeğine değer biçilemez ve satılık değildir!

$
0
0
Rizgarî Online/ Kanada İnsan Hakları Müzesi’nin (CMHR) Ermeni soykırımına yer verecek olmalarıyla ilgili Türkiye’nin yapmış olduğu ‘ticari ilişkilerimiz zarar görür’ şantajına sert tepki gösteren İsveç-Ermeni Federasyonu, “Soykırım gerçeğine değer biçilemez ve satılık değildir” dedi.Açılışı önümüzdeki yıl yapılacak olan Kanada İnsan Hakları Müzesi’nde “Soykırım” sözcüğünün bulucusu Raphael Lemkin’e adanmış bir bölüm de bulunacak. Bu bölümde Ermeni Soykırımını yaşayanların tanıklıkları yer alacak, Ermeni-Süryani soykırımını anlatan resim ve belgeler de sergilenecek.Türk yetkililer şimdiden Kanada Hükümeti ve Müze yetkililerini etkilemeye, baskı ve şantaja başvurarak Müzede Ermeni soykırımına yer verilmesini engellemeye çalışıyor.Türkiye’nin Kanada Büyükelçisi Tuncay Babalı serginin iki ülke arasındaki ilişkileri zedeleyebileceği uyarısında bulundu. Kanada Hükümeti’nin Ermeni soykırımını kabul etmesinin Türkiye ve Kanada arasındaki ticari ilişkilere zarar verdiğini, günümüzde 2,5 milyar dolar olan ticaret hacminin 10 ve 15 milyar dolara çıkabileceğini söyledi.

Bunun gerçekleşebilmesi için de Türkiye’nin Kanada’dan bir jest ve “geçmişte olanlarının geride bırakılmasını” beklediğini ifade etti.

Türk devletinin baskılarına Kanada İnsan Hakları Müzesi’nin (CMHR) Şefi Clint Curle sert tepki gösterdi. Curle, “Osmanlı-Türklerin Ermenileri öldürmelerini soykırım olarak adlandırmamız Türkiye Kanada arasındaki çok karlı ticari ilişkilerimizi zedeleyebilir, ancak Kanada CMHR 1,5 milyon Ermeni’nin katledilmesini soykırımdan başka bir şey olarak adlandırmayı düşünmüyor” diyerek müzelerinde Ermeni Soykırımı Sergisine yer vereceklerini söyledi.

İsveç-Ermeni Federasyonu da yapmış olduğu bir açıklama ile Türk yetkililerin Kanada üzerinde baskı kurma girişimlerine tepki gösterdi. Soykırımın 100 yıldönümü yaklaşırken bazı ülkelerin 1915’te ahlaki bir jestle Ermeni soykırımını kabul etmelerinden korkan Türkiye’nin bunu engellemek için çabalarını yoğunlaştırdığını belirtti.

Ermeni soykırımının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen sorunun hala güncel olduğu belirtilen açıklamada Clint Curle’nin “Etnik homejenliğin sağlanması adına tarihi suçun inkarının sürmesi konuyu günümüzün insan hakları sorunu haline getiriyor” sözlerine dikkat çekildi.

ANF´nin kaydettiğine göre, Soykırım gerçeğine değer biçilemez ve satılık değildir” başlıkla açıklamada “Paha biçilemeyecek gerçekler ticari anlaşmalar ve ekonomik çıkarlar uğruna karartılamaz. Ermeni Federasyonu olarak CMHR’nin cesur ve prensipli tutumunu alkışlıyor, İsveç ve diğer ülkelere aynı tutumu takınarak gerçekleri savunmaları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Türkiye’sinin yaptığının gerçek adını Soykırım olarak koymaları çağrısında bulunuyoruz” ifadelerine yer verildi.

RO/Ömer Kaçar

“Diyarbakır meydanı nevruzda Türk bayraklarından kıpkırmızı olacak“

$
0
0
Rizgarî Online/ Urla'da kahvaltı yapan “Akil İnsanlar” Heyeti, İzmirlilerin süreçle ilgili soru ve eleştirileriyle terlerken, 'bayrak ve ulus' konularında ortam zaman zaman gerildi.Tarhan Erdem başkanlığındaki “Akil İnsanlar” Heyeti için Urla Belediye Başkanı CHP 'li Selçuk Karaosmanoğlu kahvaltılı toplantı ile hazırladı. DHA´nın haberinde şunlara yer verildi:”Kahvaltı masasında heyette yer alan Tarhan Erdem, Avni Özgürel, Fuat Keyman, Fehmi Koru, Baskın Oran, Hasan Karakaya yer aldı. Masada Urla Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, Urla Kaymakamı Şeyhmus Günaydın, işadamı Selami Gürgüç, Ak Partili Hikmet Tınaztepe, Himmet Uygun, İller Bankası Genel Müdür Müşaviri Mehmet Şevki Nalçacıoğlu da yer aldı. Yaklaşık bir saat süren kahvaltı ardından restorana kahvaltı yapmak için gelen Şeref Doğan, heyetin yanına giderek, "Bir sebepten dolayı Diyarbakır'da, Hakkari'de insanların ellerinde Türk bayrakları ile sokaklara indiğini göreceksiniz. Bunlara çok az kaldı, bunun sebebi de emin olun Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliği olmayacak. Bu sebep çok başka olacak ve buna çok az kaldı. Buna sebep Amerikan füzesi olacak, sebepsiz yere öldürülen insanlar olacak" dedi. BASKIN ORAN

Masadakilerden Baskın Oran hemen devreye girerek, Şeref Doğan'a tepki gösterdi. Oran "Altı yaşından bu yana aynı ezberi duyuyorum. Artık burama kadar geldi. Biz sütten çıkmış kaşığız, bizi buraya cami kapısından getirdiler. Hep emperyalizm yapıyor, emperyalizm yapıyor ya da içerdeki odaklarına yaptırıyor. Bu ezberden bıktık usandık. Şu anda artık tabutların gelmesini engelleme çabasındayız" deyince Şeref Doğan şu karşılığı verdi:

"Dünyanın yüzde 95 kaynağını, yüzde 5 paylaşırken, emperyalizmden medet ummama noktasına gitmeniz garip. Ezberdir, 80 yıllık İngiliz politikalarıdır bunlar. Çanakkale Savaşı bir devrin batığı yer değildir. Çanakkale Savaşı emperyalizmin battığı yerdir. Bittiği yer de Ortadoğu olacaktır. 80 yıllık hikayeyi, ezberi bize yutturmaya çalışıyorsunuz. Sizsiniz bunu yapan. Atatürk dinsiz değildir, Kürtlerin düşmanı değildir, asıp kesmemiştir."

Baskın Oran da, "Bu eski Maoist yeni İşçi Partisi söyleminden bıktık" sözleriyle tepki gösterince Şeref Doğan, "Bıktıysanız duymayacağınız yere gidin efendim. Ben de sizi duymak istemiyorum" diyerek, masayı terk etti. Baskın Oran, arkasından "Selametle. Bu arkadaşın tek fonksiyonu var; provoke edip gitmek. Ben solcu olmaktan bu söylemi duyunca utanıyorum" dedi.

"KÜRTLER'İN MESELESİ İLK DEFA DEVLET DÜZEYİNDE KONUŞULUYOR"

Tarhan Erdem, halkın kendi günlük yaşamının içinde Kürt sorununun uzantısı bulunduğunu ancak, sorunun bununla tarif edilemeyeceğini belirterek şöyle konuştu:

"Türkiye'de yaşayan çok önemli azınlıkla kendisini Türk diye tarif eden insanlar arasındaki ekonomik, eğitim, sağlık ve iş durumu arasındaki farktır. Bu göstergelerin hepsinde Türkler ile Kürtler arasında ciddi farklar vardır. Problem de bununla tarif edilebilir. Yoksa 'Şu mahallede böyle oldu, bu mahallede böyle oldu' bir sonuçtur. O sonuçları konuşuyoruz. Bu süreç bu konuları konuşmak ve bitirmek içindir. Her yeri Urla yapmaktır. Türklerin meselesi değildir, Kürtlerin problemi. Kürtlerin meselesi Kürtlere aittir ve ilk defa devlet düzeyinde kamuoyuna sunuluyor. Burada çok arkadaşımız ve gazeteci olarak ve bunların çoğu hükümete karşı vaziyet almış kişilerdir. Bu kişiler, bu şekilde vaziyet alanlar, buraya bu meseleyi konuşma cesareti göstermiştir. Bu önemli bir şeydir. Mesele basit değil."

"NEVRUZ'DA DİYARBAKIR MEYDANI KIPKIRMIZI OLACAK"

Erdem, eleştirilerinin ardından akillerin yanından ayrılan Şeref Doğan'ın, "Mardin'de Van'da Türk bayrakları ile sahaya inenleri göreceksiniz" dediğini hatırlatarak şöyle konuştu:

"Ben buna inanıyorum. Ama çözüm süreci başarıya ulaştığı zaman göreceksiniz; nevruzda Diyarbakır Meydanı Türk bayraklarından kıpkırmızı olacaktır. Bayrakla meselesi olan Kürt yok. Türkiye'de meselesi olan Kürt de yok. Mamak Cezaevi Müdürü'nün bir beyanatı var. 'Ben işkence yapmadım, görevimi yaptım' diyor. Mesele bunu kaldırmak, böyle şey olur mu? Kürt meselesinin çözümü budur. Bunu yapmak lazımdır. Urla, İzmir yapmak lazımdır. Yani o meseleleri ortadan kaldırmak lazımdır. Şimdiye kadar bu yapılamadı. Bunun yapılamamasının nedeni de devletin kuruluş meselesidir. Anlayış meselesidir. Devlet kendine göre bazı kişisel yorumlarla bazı insanların haklarını gasp etmiştir, ortadan kaldırmıştır. Diyarbakır Cezaevi bir simge. Ama orada üç dört ay kalanların başına gelenleri dinlemeye çalışın. Ben dinlerken 4. dakikada 'dur kardeşim' dedim. Bu dinlenecek durum değildi. Onu yapan insanın da yazdığı kitabı okudum. Ama onlar sanki hiç yokmuş gibi davrandı. Fakat emri veren oydu. Allah rahmet eylesin. Şimdi meselemiz çözüm sürecinin başarıya ulaşması. Bu başarıya ulaşırken de hepimizin mutlaka Kürt meselesi yoktur. Halkın arasında böyle bir mesele yoktur. Biz kardeş kardeş geçinip gidiyoruz. Dün akşam (cumartesi) dinlediğimiz hanımlardan biri 'Bizim hiç meselemiz yoktur' dedi. Muhtemelen subay kızıydı ve emir eri ile bir meselesi olmadığını söylüyordu. Ona nasıl içinizden isyan edip, 'Kürde sor kardeşim' demezsin. Mesele var, canını ortaya koyan insanın söylediğine hiç kulak asılmaz mı canım. 30 yıldır Kürtler canını meydanlara ortaya koyuyorlar."

AK PARTİLİ'DEN ELEŞTİRİ

Ak Parti üyesi profesyonel yönetici Hikmet Tınaztepe, Türklerle Kürtler arasında ekonomik anlamda Kürtlerin lehine uçurum olduğunu savundu. Tınaztepe, şunları söyledi:

"Ege'yi gezin en iyi müteahhitler Kürt vatandaşları. Menemen'e, Aydın İncirliova'ya, Salihli'ye gidin müteahhiterin çoğu Kürt. Mavişehir'de Gültekin Kardeşler Urfa'dan geldiler en güzel binaları yapıyorlar. Onur duyuyorum. Ben bunları yadsımıyorum, iyi olduğunu ifade etmek anlamında söylüyorum. Büyük sanayici, işadamlarının çoğu Kürt. 3-5 milyar dolar sahibi bunlar. Ekonomik anlamda Kürt- Türk arasında uçurum varsa bu Kürtler lehine. Son yıllarda Doğu'dan Batı'ya göç artmıştır, çünkü iş buluyorlar, yatırım yapıyorlar."

Baskın Oran, Tınaztepe'nin sözlerine "Köyleri yakıldığı için geliyorlar" diye yanıt verdi. Tınaztepe de, "İdeolojik yaklaşıyorsunuz. Dünyada her şey ekonomiye dayalı. Afrika'ya gidin. Batı'nın oradaki hegamonyasını görün. Onları nasıl sömürdüklerini görün. Türkiye'deki olayı Türk- Kürt olayına yamamayın. Vatandaş arasında ayrım yok. Kürt sorunu var ama vatandaş düzeyinde yok. Kürt sorununu ortaya çıkaranları, çıkarın ortaya" diye konuştu.

"KÜRTLER'E AYRIMCILIK YAPILMIŞTIR"

Tarhan Erdem, Türkiye'de 15 milyon Kürt'ten 8-9 milyonunun yetişkin Kürt olduğunu kaydederek şöyle devam etti:

"8-9 milyon Kürdün eğitim durumu ile 40- 41 milyon Türk'ün eğitim durumunu yan yana koyarsanız, bu sözlerinizi düzeltmek durumunda kalırsınız. Türkler'in eğitim yaşıyla Kürtler'in ondan 1-1.5 yıl farklıdır. Bu çok önemli bir farktır. Kürtler'in geliri daha acınacak durumdadır. Rakamların hepsine Türkiye koro halinde 'Hayır' demiştir. İstanbul'da Kürtler'in gelirleri azdır. Gelişmişlik oranı düştükçe çocuk sayısı artar. Türkiye'deki Kürtler'in eğitimi Türkler'e göre geridir, ekonomik durumu da Türkler'e göre geridir. Nedeni, ayrımcılıktır. Ayrımcılık yapılmıştır. Bunun bin örneği vardır."

DOKTOR ONAY: KÜRTÇE ÖĞRENMEK ZORUNDA KALDIM

Ağrı'da 1.5 yıl doktorluk yapan Adviye Onay, Akil İnsanlar Heyeti'nin masasına yanaşarak, "1.5 yıl Ağrı'da kaldım. Aile planlamasında çalıştım. Köylerde öğretmen vardı, neden eğitimi kabul etmediler. Neden bizimle diyalog kurmadılar, biz hepimiz Kürtçe öğrenmek zorunda kaldık" dedi. Onay'ın bu sözleri üzerine Baskın Oran, "Çünkü siz ilkokula gittiğiniz zaman kendi anadilinizde alfabeyi öğrendiniz. Kürt çocuğu 6 yaşında okula gittiği zaman yabancı bir dilde okuma yazmayı öğrendi. Bundan dolayı" yanıtını verdi.

Dr. Adviye Onay da Türk- Kürt ayrımı yapmadığını, kalkınmada öncelikli 21 il programında tüm yatırımların çalıştığı dönemde; 1987-89 yılları arasında arasında oraya gittiğini ifade ederek, "Doğu'da elektriksiz köy yoktu. Bizim Urla'nın köyleri o yıllarda elektriksizdi" dedi.

"İZMİR'DEN SÜRECE DESTEK BEKLEDİĞİMDEN FAZLA"

Fuat Keyman, Türkiye'de 3-3.5 aydan bu yana ölüm, şehit ve acının olmadığını, sorunun insani yaklaşımla çözüleceğini şu sözlerle anlattı:

"Bu sürece en fazla 'Hayır' diyen il İzmir. Köylerde kahvelerde her yerde medeni şekilde konuştuk. Bunu acının olmaması sağlıyor. Eylül ve ekim ayında hala şehit olmazsa barış içinde yaşarsak süreç daha hızlı ilerler. Silahların susması, terörün bitmesidir. Türkiye gerçeği, Kürt sorunumuz var. Uzun yıllardır devam ediyor. Eğer silahlar susarsa bu soruna insani yaklaşmak ortaya çıkacaktır. En az eğitim doğu illerinde, en az kentleşen en az yaşabilir kentler Doğu ve Güneydoğu'da. Türkiye'de çok fakir var. Bağdat Caddesi ile Batman'ın bir yeri arasındaki fark, 1990'lı yıllarda 250 kattı. Silahları susturursak soruna insani temelde yaklaşırız. Bu ölümsüzlük, acısızlık ve şehitsizlik ortamı devam ederse bu sorunlarımızı daha iyi konuşacağız. Eğer bu şiddetsizlik devam ederse Kürt sorunu demeyeceğiz, refah sorunu, demokratikleşme sorunu diyeceğiz. Nasıl bir Türkiye istiyoruz, bunu tartışacağız. Temel amaç silahların susmasını sağlamaktır, toplumsal desteği almaktır. İzmir'den gördüğüm destek beklediğimizden daha fazla. Belki rakamlar yüzde 60 diyor ama örgütlere bakıyoruz, desteği görüyoruz. Kimsenin Türkiye ile Türk bayrağı ile sorunu yok. Bu ülkenin eşit vatandaşları olarak aynı özgürlüklere ve sorumluluklara sahip vatandaşlar olarak yaşamak istiyoruz."

"ORADA HERŞEY GÜLLÜK GÜLİSTANLIK NANKÖRLÜK YAPIYORLAR' DENİLEMEZ"

Dr. Adviye Onay, silahın nedeninin kültür sorunu olup- olmadığını sorarken, yanıt veren Avni Özgürel devletin eziyet ederken Türk- Kürt ayrımı yapmadığını söyledi. Özgürel, kendisinin de 12 Eylül'de Mamak Cezaevi'nde yattığını kaydederek şöyle konuştu:

"Birbirimizin acısını yarıştıracak değiliz; 'Beni daha çok dövdüler bana daha çok elektrik verdiler' diye. Bu devlet eşit şekilde eziyet etmiştir. PKK Doğu Anadolu'nun bütününü temsil eden, ahalinin tüm siyasi iradesini temsil eden bir örgüt değil. Şiddetle baskıyla elindeki silahla oradaki ahaliyi esir altında tutan iki taraflı bir kuşatılmışlık. Bir taraftan PKK diğer taraftan devlet kuşatmış. Hakkari'de iki atölye var. Nüfus 27 bin idi. 24 saat içinde köyler boşaltılınca 146 bine çıktı. Bu insanlar ne yer ne içer nerede yatar. Çıkan sorunların temelinde bunlar var. İster Kürt sorunu deyin ister başka şey ama pek çok sorun var. 'Orada her şey güllük gülistanlık, onların nankörlüğünden oluyor.' Bunları söylemek gerçek dışıdır. Biz şehitleri defnederken 'Kanınız yere kalmayacak' dedik. Bu toprağın, ülkenin milletin bölünmezliğidir. Bu bölünmeye engel olacak bir proje varsa bu çözüm yolunun yanında yer almak gerekir. Bunu sadece Ak Parti projesi olarak görmüyorum. Milli Güvenlik Kurulu kararına dayalı bir devlet projesidir. Bu bir devlet projesidir. Başka yöntem önerimiz varsa dinlemeye hazırız ama bunun dışında bu yolla bu badireyi aşamazsınız, bu koridordan geçemezsiniz. Bizde hala 'parçalanıyoruz' korkusu var. Bölgenin ağırlığını, etkisini bilerek siyaset üretmek lazım. Kaygılarımızda haksız değiliz. PKK'nın kefili değiliz ama akılla bizim bu meseleyi çözmemiz kendi insanımızla barışık hale gelmemiz lazım."

"BUGÜN BİR YERDE ADAM ÖLSE ÇÖZÜM SÜRECİ DURMAMALI"

Yönetici Hikmet Tınaztepe'nin, "Çözüm süreci nedir, ne olacaktır?" sorusuna yanıt veren Tarhan Erdem, çözüm yolunun temelinin evrensel insan haklarına dayalı demokratik bir yönetim sistemi ve siyasi hayatı kurmak olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

"Ceza ve terör kanunundaki antidemokratik hükümlerin kaldırılması ve devlete karşı işlenmiş suçlar maddesinin gözden geçirilmesi ve düzeltilmesi. Bütün hukuk düzeninde değişiklik yapmak lazım. TCK'da yasaklanmış olduğu halde diğer kanunlarda ceza hükümlerinin değiştirilmesiyle ilgili kanun çıktı. Bunların hepsinin yeniden gözden geçirilmesi lazım. Vatandaşlık haklarımızın evrensel hukuka göre düzenlenmesi lazım. İfade ve toplantı özgürlüğünün yeniden düzenlenmesi lazım. Açık ve yakın tehlike içermen her düşüncenin serbestçe söylenmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Bu örgütlenme özgürlüğünü de kapsar. Şu anda Türkiye'de vatandaşların toplantı yapma özgürlüğü kısıtlıdır. Üç aydan beri terör yok. Bu terörün olmaması bir rahatlık getirdi. Bugün dünden iyidir, yarın bugünden daha iyi olacaktır. Bugün bir yerde adam ölse çözüm süreci duracak mı? Devam etmeli ve etmelidir."

"AMAÇ TERÖRÜ OTADAN KALDIRMAK"

Gazeteci Fehmi Koru, Türkiye'de terör örgütünün 30 yıldır faal olduğunu, 40 bin insanın öldüğünü belirterek, devletin yıllardan bu yana silahla mücadele ettiğini şimdi müzakere döneminin başladığını belirterek, "40 bin insanın hayatının daha yeni kayıplarla büyümesini engelleyecek başka çözüm var mıdır? Devletin yetkilileri mutabakat metninin bir tarafından, terör örgütü liderlerinin diğer tarafında devlet yetkililerinin imzası var. Amaç terörü ortadan kaldırmak. Kalıcı olması üzerinde çalışıyoruz. Bizler bu sürecin başarılı olmasını isteyen insanlarız" dedi.

Akil İnsanlar Heyeti, kahvaltı ardından, Kemalpaşa İlçesi'nde halkla sohbet etmek üzere Urla'dan ayrıldı.”

RO/Ömer Kaçar

“Akil İnsanlar” Heyeti pazarda

$
0
0
Rizgarî Online/ İç Anadolu'yu gezen “Akil İnsanlar” Heyeti'ne halkın en çok sorduğu soru 'Öcalan serbest bırakılacak mı?' oldu. İç Anadolu Bölgesi'nde görevlendirilen “Akil İnsanlar” Heyeti dün sivil toplum örgütleri, “şehit aileleri” ve yakınları PKK'ye katılanlarla yaptıkları görüşmelerden sonra bugün de düğün ve pazar yerlerini ziyaret etti.DHA´nın haberine göre,”Akil İnsanlar Heyeti'nin gittiği düğünde heyetin sekreteri Cemal Uşşak, terör sürecinin sona erdirilmesi için verilen gayrete destek veren kişiler olduklarını söyledi. Uşşak, süreçle ilgili görüş ve düşüncelerini almak içinde düğüne geldiklerini belirtti. Heyet daha sonra merkez Meram İlçesi'ndeki Muhacir Pazarı'nı ziyaret edip esnaf ve vatandaşlarla görüştü. Burada görüşlerini belirten vatandaşlardan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a güvendiklerini, herkesin ana dilini rahatlıkla öğrenmesi gerektiğini söyleyenlerin yanında, çözüm sürecinden endişeli olduklarını söyleyenler de oldu.

Endişelerini dile getiren bir vatandan "Bebek katili insanlara güvenilmez. Öcalan'ın serbest bırakılmasından endişeliyim" dedi. Bunun üzerine heyet üyelerinden Erol Göka, ''Suç işleyen cezasını çeker. Öyle bir af söz konusu değil'' yanıtını verdi.

'HALKIMIZ SÜRECİ DESTEKLİYOR'

Temasta bulundukları halkın çoğunluğunun barış sürecini desteklerini dile getiren heyet sekreteri Cemal Uşşak da destekleyenlerden bazılarının terör örgütü yöneticilerinin serbest kalacağı yönünde endişeli olduklarını belirtti. Uşşak, halkın, terör örgütü yöneticilerinin affedilmediği takdirde süreci sonuna kadar destekleyeceklerini söylediklerini kaydetti.

Yapılan gezi ve ziyaretleri değerlendiren Erol Göka da 100'e yakın kişiyle konuştuklarını, çözüm sürecine desteğin yüzde 90'ın üzerinde olduğu görüşünü savundu. Halktan olumlu tepkiler aldıklarını dile getiren Erol Göka, bir gün önceki toplantıda kendilerine 'Damat Ferit' benzetmesi yapanlara tepki göstererek şunları söyledi:

"Endişesini şüpheye doğru dönüştürmüş olan insanlar dünkü toplantıdaydı. Onların bir kısmı ciddi biçimde düşünceleri kaymış, rahatsızlanmış vaziyetteler. Çünkü şüphenin ötesinde çok kötü şeyler olacağına inanıyorlar. Müzakerede birçok ödün verileceğini, hatta bütünlüğümüzün gittiğini, emperyalistlerin bizi böldüğünü, bizim de zaten emperyalistlerin ajanı olduğumuzu, Damat Ferit'in heyetinin asası gibi işlev gördüğümüzü ileri sürüyorlar. Bunlar hiç sağlıklı fikirler değil. Şüphe ötesi. Onları küçültmemek için daha ağır şeyler kullanmıyorum. Ama gerçek insanımız burada pazar yerinde.''

RO/Zilan Dersim

Dîyarbekîr Surları 15 dilde 'Hoş geldiniz' diyecek

$
0
0
Rizgarî Online/ Dîyarbekîr'in surlarının UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi amacıyla düzenlenen toplantının sonuç deklarasyonu açıklandı. Baydemir, "Bu, barış çabasıdır" dedi. DHA´nın kaydettiğine göre, “Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde Diyarbakır Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Diyarbakır Surları’nın UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi’ne girebilmesi amacıyla yürütülen çalışmalar kapsamında 11 - 14 Nisan’da ‘Diyarbakır Kalesi ve Tarih Şehri ICOMOS/ ICOFORT 2013 Toplantısı’ düzenlendi. Toplantının sonuç deklarasyonu Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, UNESCO Malta Büyükelçisi ve daimi delegesi Ray Bondin, ICOMOS ve ICOFORT uzmanları, Diyarbakır Kalesi ve Surları Alan Başkanı Nevin Soyukaya’nın katıldığı toplantıda açıklandı.Vali Toprak, “Tarihi surların restorasyonunu özüne ve ruhuna uygun olarak gerçekleştireceğimizi teyit ediyoruz. Kapımız tıpkı gönlümüz gibi size ve tüm dünya insanlık âlemine açık” derken, Baydemir ise şunları söyledi: “Diyarbakır surlarının inşa edildiği taşlar sizlere 15 ayrı dilde, ‘Hoşgeldiniz’ diyor, dünyanın bütün dil ve inançlarının bu Mezopotamya coğrafyasında kardeşçe, barış içinde birlikte yaşayabileceğini müjdeliyor. Bu, aynı zamanda bir barış çabasıdır. İnsanlığın tekrar özüyle buluşturulması çabasıdır. Bütçesi olan tüm sivil toplum kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşları olarak bugünden itibaren yıllık bütçemizin en az yüzde 10’unu Diyarbakır Surları’nın, kültürel mirasın ve tarihi eserlerin geleceğe taşınmasında kullanalım.””

Daha çok sponsor gerek

ICOMOS Türkiye Milli Komite üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay ise “Koruma çalışmalarının desteklenmesi için daha çok sponsor bulunmalı. Yatırımcıların tarihi evleri onarıp asıl sahiplerine iade ettiği bir turizm uyarlaması denenmeli. Halkın kültür mirasıyla ilişkisi güçlendirilmeli. Başvurunun tamamlanması için Kuzey Mezopotamya ve Akdeniz çevresindeki kalelerle karşılaştırmalı çalışmalar hazırlanması önemli” dedi.”

RO/Ömer Kaçar

Tuğluk: Kürtler 'silahlı siyasetten' 'silahsız siyasete' geçiyor

$
0
0
Rizgarî Online/ Wan Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk, yaşanan süreci değerlendirirken "Kürt hareketi, artık silahlı siyasetten silahsız siyasete geçeceğini net bir biçimde açığa koydu" dedi.DHA´nın haberi:”DTK öncülüğünde gerçekleştirilen, '2'nci Kürt Kadın buluşması' toplantısı DTK binasında yapıldı. Toplantıda konuşan DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, çözüm sürecinde kadınların düşüncelerinin kendileri için oldukça önemli olduğunu belirterek, toplantının barışa, adalete, özgürlüğe katkı sunması umut ettiklerini söyledi. Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü konusunda önemli bir aşamaya gelindiğini anlatan Tuğluk, "Tarihi bir fırsat ile karşı karşıyayız. Bu gün eğer İmralı'da görüşmeler yapılıyorsa, çözüm tartışmaları yürütülüyorsa, bu en başta da halkımızın verdiği onurlu mücadele sayesinde oldu" dedi.

'KADININ İÇİNDE OLMADIĞI BİR BARIŞ BARIŞ DEĞİLDİR'

Aysel Tuğluk, kadının içinde olmadığı barışın barış, demokrasinin de demokrasi olmayacağını vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yani Kürt kadınlarının alacağı pozisyon son derece önemli ve hayati olacaktır. Demokratik özgür bir ülkeyi yaratmada biz kadınların nasıl bir pozisyon alacağı konusunda söyleyecekleri sözler kader tayin edicidir. Bu coğrafyada bir de kadının özgürlük tarihi yazılıdır. Kürt kadın hareketi bu coğrafyada herkesin, aslında dünyanın da gıpta ile baktığı bir kadın mücadelesi var. Artık Kürt kadınları olarak sözümüzü söyleyeceğimiz, özgür ve demokratik geleceğimizi belirleme noktasında muazzam bir birikim ve deneyime sahibiz."

ÇÖZÜM SÜRECİ

Çözüm süreci ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Tuğluk, görüşmelerde önemli bir takım aşamalar gelişmeye başladığını belirterek şöyle konuştu:

"Kürt hareketi, artık silahlı siyasetten silahsız siyasete geçeceğini net bir biçimde açığa koydu. Bunun pratik adımlarını da Kürt hareketi attı. Fakat buradan tabi ki sormalıyız; bu süreç tek taraflı adımlarla gidebilir mi? Bu sürecin gerçek bir barışa dönmesi için AK Parti iktidarı ne yapacak, nasıl bir çözüm getirecek? Bu meseleyi nasıl çözecek? Mesele sadece silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi değildir. Kürt halkının varlığı nasıl tanınacak? Kürt halkının anayasal hakları nasıl tanınacak? Kadınların eşit vatandaşlık hakları anayasa nasıl tanımlanacak? İktidarın yaklaşımı kadınları bu sürecin dışında bırakan bir yaklaşım. Oluşturulan bir takım mekanizmalarda kadınları göremiyoruz. Resmi davetleri beklemeden biz kendi mekanizmalarımızı yaratabiliriz. Müzakere ve çözüm süreçleri içerisinde bu resmi oluşumların içerisinde yer almanın mücadelesini verelim zorlayalım. Ama resmi yerlerden bir davet gelmeden de araçlarımızı, mekanizmamızı oluşturmak zorundayız. Paralel bir takım kurumlaşmalar, oluşumlar oluşturabilmeliyiz."

RO/Zilan Dersim

Sorun Kürdlerle devletin sorunu

$
0
0
Rizgarî Online/ “Akil İnsanlar” Komisyonu'nun "Doğu Anadolu" grubu ilk toplantısını Meletî, ikincisini ise Xarpet´de düzenledi. Grup, STK temsilcileri ve halkla bir araya gelerek, bu kesimlerin “çözüm sürecine” ilişkin yaklaşımlarını öğrendi. Akil İnsanlar Komisyonu'ndan Zübeyde Teker, toplantılarda Öcalan'ın büyük bir kesim tarafından ciddiyetle takip edildiğini gözlemlediklerini kaydetti. Erdoğan'ın dilinin ve CHP ile MHP'nin yaklaşımlarının da eleştirildiğine dikkat çeken Teker, "Süreç eskiye dönmesin diye Hükümetten yasal girişimler bekleniyor" dedi. ANF´nin kaydettiğine göre, “Akil İnsanlar Komisyonu'nun "Doğu Anadolu" grubunda yer alan, Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Dernekleri Federasyonu Başkanı (TUHAD-FED) Zübeyde Teker, izlenimlerini ANF'ye anlattı.

Grupta yer alan isimlerle yeni tanıştığına dikkat çeken Zübeyde Teker, "Daha önce bir kısmını yaptıkları çalışmalardan dolayı tanıyordum ancak kişisel tanışmışlığımız yoktu. İlk toplantıda her birimiz sürece yaklaşımımızı, hassasiyetlerimizi ifade ettik ve çalışma ilkeleri belirledik. Genel planlamamızı; sivil toplum kuruşları, kanaat önderleri ve akademisyenler ile görüşme ve halk toplantıları şeklinde planladık" dedi.

Toplantılarda genel olarak süreç konusunda heyecan ve yer yer de kaygıların yöneltilen sorulardan anlaşıldığını belirten Teker, ekledi: "Çok farklı uçlardan insanların yan yana oturup fikirlerini ifade etmesi ve birbirine tahammül göstermesi doğrusu oldukça etkileyiciydi."

'SÜREÇ HEBA OLMASIN DİYE YASAL
DÜZENLEMELERİN YAPILMASI İSTENİYOR'

Tüm kesimlerde bu sürecin heba edilmemesi noktasında ortak bir talebin olduğunu fark ettiklerini ifade eden Teker, bu çalışmaların bir an önce yasal bakımdan yapılacak düzenlemelerle ilerlemesinin gelişebilecek olumsuzlukların böylece engellenmesinin de, toplantılardaki ortak beklentilerden olduğunu kaydetti.

Teker, şöyle konuştu: "Türkün de Kürdün de temel kaygıları birbirine yakındı. Her iki taraf da 90 yıldır yaşananların yarattığı travmaları, yarattığı önyargıları hissettirdi. Bu yanlış politikalardan dönülüyor olmasından mutluluk duyuyorlardı. Küçük bir Türk ulusalcı kesim bölünme üzerinden, intikamcı söylem üzerinden kendini ifade etse de bu ifadeler toplantıda genel kabul görmediği gibi temel eleştiri sebebi oldu. Demokratik çözüm isteyen kesimin kaygısı ise ötekileşen kimlikleri ile ilgili düzenlemenin hükümetin kaygı ve korkularından kaynaklı eksik olarak yer alması yada göz ardı edilebileceğiydi. En önemlisi de geçmiş süreçlerdeki gibi bir anda tekrar başa dönülüp eskide ısrarın dayatılması ile karşı karşıya kalınabileceği endişesiydi. Hükümetin geçmiş pratikleri süreç ile ilgili 'acaba' sorularının temel kaynağı durumundaydı."

TALEPLER

Teker, toplantıda görüştükleri kişilerin ortak taleplerini ise şöyle özetledi: "Sivil anayasa, kimlik ve kültürlerin güvenceye alınması, ana dilin kamusal alanda kullanılması, genel affın mutlaka olması, din ve vicdan özgürlüğünün güçlendirilmesi, düşünce özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, köy koruculuğunun kaldırılması, köye dönüşlerin sağlanması gibi talepler vardı. Ayrıca çekilme koşullarının yaratılması da önemseniyor; çünkü bu sağlanmazsa az önce de dediğim gibi 'sürecin başa dönmesi' kaygıları başlayabilir. Zaten kimse 'önce PKK çekilsin' gibi bir beklentide değil; devletin adımlarının bunu kolaylaştıracağını söylüyorlar. Roboski raporunun tekrar hazırlanması ve katledilen Kürt büyüklerinin itibarının iade edilmesiyle birlikte zindandaki siyasi tutsaklar ile gerillalara iadeyi itibarın yanı sıra tazminat ödenmesi, tekke ve zaviyelerin açılması ve seçim barajının düşürülmesi gibi, çok çeşitli talepler dinledik."

Teker, bazı emekli askerlerin de toplantıya katılarak ırkçı söylemlerde bulunduğunu ancak bu kişilerin halk ve kurumlar tarafından dikkate alınmadığını kaydetti.

Malatya'daki toplantıda "Sorun Kürtlerle Türklerin değil; Kürtlerle devletin sorunu" ifadelerini sıkça duyduklarını anlatan Teker, bunun devletin politikalarına olan tepkiyi açıkladığını söyledi. Bazı köy korucuları ile de görüştüklerini belirten Teker, "Onlar da 'sorun bitince ne yapacağız' kaygısında olsalar bile; süreci desteklediklerini söylüyorlar" dedi. Teker, "Alevi kesimlerinin de kaygılı olmadıklarına ancak kafalarında soruların olduğuna" vurgu yaptı.

'ERDOĞAN'IN DİLİ VE CHP İLE MHP'NİN TAVRI ELEŞTİRİLİYOR'

Toplantılarında, Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın dili ve CHP ile MHP'nin yaklaşımlarının da eleştirildiği bilgisini veren Teker, "Erdoğan'ın kapsayıcı bir dil kullanmasının önemli olacağı düşünülüyor. Ayrıca zaman zaman çalışma grubumuzdaki bazı arkadaşların 'terörizm' kavramını kullanmaları da tepki ile karşılandı" dedi.

'ÖCALAN BÜYÜK KESİM TARAFINDAN CİDDİYETLE TAKİP EDİLİYOR'

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın yaklaşımları ve çağrısının yaratmış olduğu etkiyi de gözlemlediklerini dile getiren Teker, şöyle konuştu: "Sayın Öcalan'ın yaklaşımları ve çağrısı çok ciddi etki yaratmış. Süreci umutlu kılan temel etkenlerden biri de ayrıca bu çağrıdaki kapsayıcı dil ve samimiyet. Güven vermiş birçok kesime. Şu izlemimi de paylaşmak istiyorum ki; Sayın Öcalan'ı büyük bir kesim ciddiyet ile takip ediyor."

Bölgedeki İslamcı Kürt kesimin de Kürt kimliğine gösterdiği hassasiyeti ve bu konudaki meşru talepleri dillendirmesini önemseyen Teker, "Böyle bir çaba içindelerdi ve sevindirici oldu. Çok farklı yapıları temsilen bir arada olan grupların çalışmalarda aynı taleplerde ortaklaşmalarını önemli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ayrıca legal siyasette BDP'nin 2 dönemdir yaptığı temsilinde de birçok ön yargının kırılmasında etkili olduğunu anladık" diye kaydetti.“

RO/Ömer Kaçar

“Ölüm oruçlarını bitirme emri Veli Küçük’ten geldi”

$
0
0
Rizgarî Online/ DHKP-C Örgütünden ten ayrılan bazı militanlar Zaman gazetesine örgütle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Gazetede Bünyamin Köseli imzasıyla yayımlanan haberde şunlar kaydedildi:“DHKP-C örgütüyle ilgili akıllara takılan sorulara cevap bulmak için son iki ayda hummalı bir çalışma yürüttük. Örgütten ayrılan militanları röportaj için ikna etmek hiç kolay olmadı.Can güvenliği nedeniyle söz verdikleri halde görüşme yerine gelmeyenler oldu. Eski militanların anlattıklarıyla daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan ifade tutanakları, örgüt hakkında pek çok ipucu veriyor. DHKP-C, özellikle akrabalık ilişkilerini çok iyi kullanıyor. Görüştüğümüz eski militanların hepsi yakın çevresinden etkilenerek örgüte katılmış. Terör örgütü, Alevi gençlerle yakından ilgileniyor, legal alanda faaliyet gösteren ve masum gibi görünen derneklerden üye devşiriyor. Yaz kamplarında sistemli bir şekilde ideolojik eğitim veriyor.´Ölüm oruçlarını bitirme emri Veli Küçük’ten geldi´

C.K., 17 yaşında neden DHKP-C’ye katıldığını bir tek cümleyle özetliyor: “Bizim dönemimizde illegal bir yapıya dahil olmak için büyük bir mazeretinin olmasına gerek yoktu.” Ailesi, memleketleri Tunceli’den Afyonkarahisar’a göçmüş. C.K., yaz tatilinde, Çankırı Cezaevi’nde yatan abisini ziyarete gider. Abisi, DHKP-C’ye üyelikten tutukludur. Bu ziyaret, hayatında bir dönüm noktası olur. Örgüt elemanlarının görüşmede ayaküstü yaptığı propaganda işe yarar. C.K., hapishane ziyaretinden sonra bir akrabasının düğünü için memleketi Tunceli’ye geçer. Tam bu esnada, takvimler 2 Temmuz 1993’ü gösterirken Sivas olayları gerçekleşir. O gün, eline silah alarak bir örgüte üye olmaya karar verir. Niyeti Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist’in (TKP/ML) silahlı kanadı olan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’na (TİKKO) katılmaktır. Şehirde bir tanıdığı vasıtasıyla örgütün Tunceli sorumlusuna haber yollar. Üç gün sonra, merkeze yakın bir köyde örgüt elemanlarıyla buluşacak ve dağ kadrosuna dahil olacaktır. Buluşma günü geldiğinde köye gider ama kendisini almaya gelen olmaz. C.K., Çankırı Cezaevi’ne uğrayarak abisiyle tekrar görüşür, TİKKO’ya katılmak istediğini, dergi satmakla vakit kaybedemeyeceğini, savaşmak, ölmek ve öldürmek istediğini söyler. Abisi, “Madem böyle bir karar verdin, DHKP-C’ye katıl.” der. İstanbul’a, İdil Kültür Merkezi’ne (O dönemde Beşiktaş’ta) gitmesini, Kurtuluş Dergisi’nin (Yürüyüş Dergisi’nin o günkü ismi) yöneticisini bulmasını ister. C.K., İstanbul’a gittiğinde ilk iş olarak derneği bulur. Dernekten kendisine bir şifre verirler ve üç gün sonra Kapalıçarşı’nın girişine gitmesini söylerler. Koltuğunun altına bir Günaydın Gazetesi alacak, kendisine saati soran kişiye ise ‘10’a 5 kala’ diyecektir. Gelen kişi hem legal alanda faaliyet gösteren Kurtuluş Dergisi’nin sorumlusu hem de illegal yapının yöneticilerinden, Türkiye’deki komite üyelerinden biridir. Yürüyerek Eminönü’ne inerler, bir kafeye oturur, iki kahve içerler. Örgüt yöneticisi, C.K’ye, niçin illegal bir örgüte katılmak istediğini sorar. C.K, abisine de ifade ettiği gibi savaşmak istediğini, legal alandaki dernek işleriyle vakit kaybetmek istemediğini anlatır. İllegal yapıya kabul edilir. Örgüt yöneticisi, C.K.’ye 100 Gulden (O dönemin Hollanda para birimi) verir. C.K., iki ay sonra silah ve bomba eğitimi almak için bir yere götürülür. (Kimliğinin deşifre olmasından korktuğu için gittiği kampın nerede olduğunu söylemiyor.) Burada 5 ay boyunca 10 kişilik bir ekiple birlikte eğitim alır. C.K., eğitim sonrasında İstanbul’a gelir ve üç arkadaşıyla bir ev tutar. Artık kendi ifadesiyle ‘profesyonel bir devrimci’dir. Evdeki diğer örgüt elemanları gibi bir kod adı vardır. Kimse, birbirinin gerçek kimliğini bilmiyordur. C.K., 1995’de bir kamu binasına bomba yüklü kamyonla girecek ve iki arkadaşıyla birlikte aracı havaya uçuracaktır. Eylem hazırlığındayken polis tarafından yakalanırlar. Oğluyla görüşmek için hapishaneye giden baba kapıda, C.K.’nin örgüt arkadaşlarından dayak yer ve kalp krizi geçirir. Oğluyla görüşmek için içeri girdiğinde baba ağlıyordur. C.K., bu manzara karşısında büyük bir pişmanlık duyar ve babasına örgütten ayrılacağının sözünü verir. Babası ise yaşadığı tüm bu üzücü olaylara dayanamaz ve çok kısa bir süre sonra ikinci kez kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder. C.K., örgütle ideolojik bağlarını koparsa da hapishanede ölüm orucuna zorlanır. 40. günün sonunda bünyesi iflas eder. Ölüm oruçlarına katılanların kaçınılmaz sonu olan Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanır. Hastalığı nedeniyle dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından cezası affedilir. Dışarı çıktığında Anadolu’daki bir ile gider, küçük bir ev tutar. Aylarca dışarı çıkamaz. Abisinin gönderdiği parayla geçinir. Daha sonra örgütü bırakan abisi de yaşadığı şehre gelir ve bir dükkân açar. Toptan fiyatına aldıkları çanta, ayakkabı ve çorapları satarlar. C.K., aradan geçen 12 yıl boyunca bir iç muhasebeyle bütün hayatını sorguladığını söylüyor. Babasının ölümünden kendini sorumlu tuttuğu için hâlâ gözleri doluyor ve “Bahanesi ben olmasaydım keşke.” diyor. C.K., bir de DHKP-C’nin derin devletle olan bağlantısına dikkat çekiyor: “Hapishanede olduğumuz dönemde ölüm oruçları çok uzamış ve örgüt çıkmaza girmişti. Ölüm oruçları nasıl bitti dersiniz? O dönemde Veli Küçük araya girdi. Örgüt böyle bir arabuluculuğu nasıl kabul etti? Nasıl oldu da Veli Küçük’ün sözünü dinlediler?”

‘Yunan gizli servisi sürekli kamptaydı’

DHKP-C’de faaliyet gösterdiği dönemde Zeynep, Arzu, Edibe ve Melike kod adlarını kullanan N.B.’nin abisi DHKP-C’nin legal alanda faaliyet gösteren Mücadele Dergisi’nin Adana muhabiridir. N.B., bu dergiden etkilenerek örgüte ilgi duymaya başlar. Mersin kırsalında öldürülen DHKP-C’li T.K.’nin cenazesine katıldığı gün ilk kez gözaltına alınır. 1998’de örgüt üyeliğinden 3 yıl 9 ay hapis cezası alır. Hapis yatmamak için Kuşadası’nda ikamet eden büyük abisinin yanına kaçar. Bir müddet hem abisinin çocuklarına bakar hem de bir kafede çalışır. Kafede olduğu bir gün Aylin isimli kadın kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Aylin, N.B.’ye örgüt içinde aktif olarak devam etmek isteyip istemediğini sorar. N.B., örgütün, ‘Silahlı Propaganda Birlikleri’nde (SPB) görev almak istediğini söyler. Aylin, hemen hazırlanmasını ve kaçak yollarla Yunanistan’a geçmek için Datça’ya gideceklerini söyler. İtalyan uyruklu bir şahıs, öğle vakti, zodyak tipi bir botla kıyıya yanaşır ve Aylin ile N.B.’yi Pire Limanı’na bırakır. Burada bekleyen kırmızı bir minibüs ile dört saatlik yolculuk yaparak tek katlı bahçeli bir eve gelirler. Kampın sorumlusu Hakan kod adlı bir şahıstır. İngilizce ve Yunanca bilen Hakan, örgüt elemanlarına askerî ve siyasi eğitim verir. N.B.’ye burada Melike kod adı verilir. Savunma, Seçme Yazılar, Mücadele Seçme Yazıları ve Çözüm isimli kitapları okuyup kendi aralarında tartışırlar. Daha sonra iki haftalık bomba, iki haftalık da Kalaşnikof, pompalı tüfek, akrep, Walter ve 16’lı Çek tabanca üzerinde uygulamalı silah eğitimi alırlar. Pire Limanı’na 4 saatlik uzaklıkta, dağlık bir bölgede silah talimi yaparlar. N.B. kampta kaldığı süre zarfında Yunan istihbarat örgütünden elemanların sık sık yanlarına geldiğini söyleyerek şunları söylüyor: “Bize, MİT’in Yunanistan’da nerelerde faaliyet gösterdiğini soruyorlardı. MİT’in bize olası müdahalelerine karşı koruma teklif ettiler ama biz kabul etmedik.” N.B., eğitimlerini tamamladıktan sonra 2000 yılının ocak ayında Hakan kod adlı kamp sorumlusu tarafından İstanbul’da eylem yapması için gönderilir. Hakan, yeni kod adının Edibe olduğunu söyler. Bir sim kartı, Hava Bişgin adına düzenlenen bir nüfus cüzdanı ve 500 Alman Markı’nı N.B.’ye verir. İstanbul’dan da örgütsel faaliyette bulunması için Gaziantep’e yollanır.

İllegal alanda başlayan ‘aşk’ hayatlarını değiştirdi

2010’da DHKP-C’den ayrılan Z.T.’yi bulma umuduyla Bağcılar’ın bir mahallesine gidiyorum. Z.T., uzun bir süre önce buradan taşınmış. Çevredeki kahvehane ve köy derneklerine Z.T.’yi tanıyıp tanımadıklarını, nereye gitmiş olabileceğini soruyorum. Boşa kürek çektiğimi düşündüğüm sırada bir esnaf, “Az ilerideki emlakçıya git. O, buranın en eskisi olduğu için aradığın kişiyi tanıyabilir.” diyor. Emlakçıya, aradığım kişinin adını soyadını sorduğumda birkaç saniye duraksıyor, Z.T.’yi niçin aradığımı öğrenmeye çalışıyor. Gazeteci kimliğimi gösterince, Z.T.’nin babasının cadde üzerindeki fırında çalıştığını öğreniyorum. Fırına gidip babaya derdimi anlatıyor, oğluyla görüşmek istediğimi, niyetimin kötü olmadığını söylüyorum. Son derece babacan bir tavırla, “Hele gel seninle bir çay içelim önce.” diyor. Yolun karşısındaki pastaneye geçip oturuyoruz. Bir saate yakın sohbet ettikten sonra oğlunun yurtdışında yaşadığını ama son iki haftadır İstanbul’da olduğunu, örgütle olan bütün bağlarını kopardığını anlatıyor. Kimliklerinin gizli tutulması şartıyla beni oğluyla görüştürmeyi kabul ediyor. Böylesine kolay ikna olduğu için biraz kuşkulanıyorum. Pastaneden ayrılıp 10 dakika uzaklıktaki evlerine gidiyoruz. Yolda oğlunu arıyor ve bir misafiri olduğunu söylüyor. Yürürken, baba E.T.’nin böyle bir haber yapılması noktasında neden cesur davrandığını anlayabiliyorum çünkü o, neredeyse bütün akrabalarını DHKP-C’ye kaptırmış, kız kardeşi ölüm oruçlarında hayatını kaybetmiş. Eve geldiğimizde Z.T. biraz ürperiyor, rahatsız oluyor. Neyse ki baba, beni kırk yıllık dostu gibi tanıtıyor oğluna. Z.T., DHKP-C’ye 2004’de sempati duymaya başlar. O tarihte iki halası ve bir amcası da aynı örgütte faaliyet gösterir. Bu yüzden illegal yapıya geçişi hızlı olur. İki kişinin kaldığı bir hücre evine taşınır. Ayda bir, gece geç saatlerde, temiz kıyafet ve bir miktar para almak için baba evine gider. Bu arada üst yöneticisiyle, geçmişte ölüm oruçlarına katılan bir örgüt üyesine hapisten çıktıktan sonra haksızlık yapıldığı gerekçesiyle tartışır. Tartışma büyür, neredeyse kavgaya varır. Z.T.’nin aynı örgütten P.Ü. isimli bir kıza âşık olması ve üstlerinden izin almadan kendi aralarında devrim nikâhı kıymaları, hayatlarında bir dönüm noktası olur. Gördükleri kötü muamele sonrasında örgütü sorgulamaya başlarlar. İşte tam da o günlerde bir sabah, Z.T.’nin kaldığı hücre evini polis basar. Örgüte ait önemli bazı dokümanları banyoda yakarlar ancak iki tabanca ve dizüstü bilgisayara polis el koyar. Örgüt üyeliğinden 33 ay ceza alır. Babası her görüşmeye geldiğinde oğluna öğütlerde bulunur: “Kız kardeşimi DHKP-C’ye kurban verdim. Sen benim tek oğlumsun. Bu yoldan vazgeç.” der. Z.T., 2010’da hapisten çıktıktan sonra sevgilisi P.Ü. ile birlikte örgütten ayrılma kararı alır. En kısa sürede evlenmek için kendi aralarında sözleşirler. Z.T., uzun bir süredir görmediği babasını Bağcılar’da bir lokantaya çağırır. Örgütü bırakacağı ve en kısa sürede evleneceği müjdesini verir. Baba, sevincinden havalara uçar, gözyaşlarına hâkim olamaz. Evlenen çiftin artık yeni bir hayatı var. Örgüt tarafından hain ilan edildikleri için akrabalarının bulunduğu İzmir, Mersin, Gaziantep ve Mardin arasında adeta mekik dokurlar. Daha sonra ise yurtdışına kaçarlar.

‘Ailem beni polise ihbar etti’

Bahar K., DHKP-C’nin legal alanda faaliyet gösteren dernekleriyle 2009’da tanışır. Kocaeli’de yaşayan 21 yaşındaki genç kız, lise arkadaşının hediye ettiği ‘Darağacında Üç Fidan’ isimli kitabı okur ve etkilenir. Bu sırada, mahallelerine sık sık uğrayan Meliha Aktaş isimli bir kadın, incelemesi için Yürüyüş Dergisi’ni verir. Aynı yıl içinde Grup Yorum, Kocaeli’de bir konser düzenler. Bahar, Meliha Aktaş’ın kendisine verdiği konser biletlerini satar. Ailesi, kızlarındaki değişimi fark eder ama süreci kontrol etmeyi beceremez. Konser günü geldiğinde annesi gitmemesi için kızına adeta yalvarır ancak Bahar, Meliha Aktaş’ın ısrarlarına dayanamaz. Konserde de görev alır. DHKP-C’nin kurucusu Dursun Karataş’ın hayatını anlatan ‘Çizgilerle Bizim Dayımız’ isimli kitabı okuyunca örgütün illegal kanadına karşı bir yakınlık hissetmeye başlar. Kocaeli’deki gençlik derneği, 2010’da Kandıra’da bir yaz kampı düzenler. Kampa gitmesine sıcak bakmadığı için Bahar, günlerce anne ve babasıyla tartışır. Evden kaçtığında cebinde sadece 40 TL para vardır. Kamp ücreti 60 TL’yi bulabilmek için gençlik derneği üyesi bir arkadaşından borç ister. Bulduktan sonra kamp için arkadaşlarıyla birlikte Kandıra yakınlarındaki bir sahil kasabasına gider. 40 gencin katıldığı yaz kampında her gün ideolojik olarak sistemli bir eğitim alırlar. DHKP-C terör örgütüne ait dergi, kitap ve gazete okurlar. Ölüm oruçlarıyla intihar bombacılarının hayatlarını anlatan belgeseller izlerler. Bahar, iki hafta süren kamp sonunda ailesinin şikâyeti üzerine gözaltına alınır.

KIR GERİLLASININ HABERLEŞME ŞİFRELERİ

“Kırsalda telsizle haberleşiyorduk. Tarafımdan oluşturulan 1’den 80’e kadar rakamlı bir kod listesi vardı. Bu liste aracılığıyla buluşma yerlerini tespit ediyorduk.”

1 Ağveşi Bölgesi
3 Tavuk Dağı
6 Geban Bölgesi
9 Ziyaret Tepesi
15 Göğüşler Ormanı
17 Eğnik
19 Pilav Dağı
27 Yoldayız
39 Çatışma var
40 Pusu var
41 Operasyon var
43 Yaralı var
59 Giyecek
61 Un”

RO/Cemil Süphan

'O dönem incelenecek'

$
0
0
Rizgarî Online/ 'O dönem incelenecek.'Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin fezleke restine bu yanıtı verdi. Erdoğan, 3’lü koalisyon dönemindeki ekonomik kriz ve devletin uğradığı zararla ilgili bir araştırma komisyonu kurulabileceğinin sinyalini de verdi. Moğolistan gezisi dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, seçimlerin birleştirilmesinin söz konusu olmadığını söyledi. Habertürk'ten Erdal Şen'in haberine göre Erdoğan’ın açıklamaları şöyle: MUHATAP ALMAM

(Bahçeli’nin “Türk milleti ifadesini kullanmıyor” iddiası) Bu konularda Bahçeli’yi muhatap kabul etmem. O işin lafını yapıyor biz icraatını yapıyoruz.

O DÖNEMİ İNCELETECEĞİM

(Bahçeli’nin kendi dönemine ilişkin eleştiriler üzerine yaptığı, “hodri meydan, Yüce Divan dahil tüm yollara başvurun” açıklaması) Dönünce inceleteceğim arkadaşlarıma; incelesinler baksınlar. Bu bankaların 111 katrilyon kaybı var. Faiziyle beraber 246 katrilyonu buluyor. Şimdi böyle bir gerçek ortada duruyorken bunu inkâr ediyor. Geç onu, geliyoruz zorunlu tasarrufa. 3.5 yıl onların iktidarı dönemi, daha gerisi de var. 13.5 katrilyon da oradan var. KEY’e geliyoruz. 3.5 katrilyon tamamen bunların dönemine ait. Bunu da biz hallettik. Rakamlar ortada. Enflasyon, faiz oranları ortada. Bütün bunlardan sarfınazar ediyor, ‘Benimdönemde yok’ diyor. Şimdi hepsini çıkaracağız ortaya. Komisyon araştırsın. Kimbilir daha neler çıkacak?

RAHAT ÇALIŞSIN

(PKK’nın çekilmesiyle ilgili yazılı emir karmaşası) Bu kurumların daha rahat çalışabilmesini temine yönelik adım. Adım atalım ki kurumlarımız daha rahat çalışsın. Polis de asker de daha rahat çalışsın. Dolayısıyla yurt dışıyla alakalı şeylerde Bakanlar Kurulu’nun vermiş olduğu karar, yurt içinde de valiye verilmiş olan yetkiyle bu adımı atalım ki güvenlik güçlerimiz daha rahat çalışma zemini bulsun.

SULANDIRMA

(“PKK’lılar karakolun önünden geçecek ama asker müdahale edemeyecek” söylemi) Bunlar işi sulandıran söylemler. Bu konuda laf etmeye bile gerek yok. Ne onlar o kadar bu işte vurdum duymaz ne de bizim güvenlik güçlerimiz. Herkes işini çok iyi biliyor.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI

Anayasa yapım süreci ile ilgili yetki tamamen meclis Başkanı’nda. Bir iki hafta içinde nihai neticeyi açıklayacaktır. Netice açıklandıktan sonra daha önce de ifade ettiğim gibi B, C planları devreye girer. Ancak benim partili cumhurbaşkanı düşüncem şunu getiriyor; şu anda başkanlık, yarı başkanlık sistemine baktığınızda hepsinin partili olduğunu görürsünüz. Obama partilidir. Hollande partilidir. Almanya’ya gidin Merkel partilidir. Türkiye gelişmekte olan bir ülke. Böyle bir ülkede başkanlık sistemi endişelere sevk ediyorsa o zaman partili cumhurbaşkanlığı veya yarı başkanlık sistemiyle de bu adımlar atılabilir.

SAMİMİYET DESTEK GÖRÜR

(BDP ile birlikteliğin siyasi riskleri) Biz Anayasa değişikliği yaparken 26 maddede muhalefet birlikte hareket etti. Hatta, parti kapatma ile ilgili düzenlemede BDP bizi desteklemedi. Muhalefetle beraber hareket etti. Niyetiniz halis, samimi olsun millet zaten samimi niyeti gördü mü orada gerekli desteği verir.

DİNLEME OLAYI

(CHP’li İlhan Cihaner’in dinletmesi) Beyefendi, bir ülkenin başbakanını dinlettiğini kabul ettiğine göre, bu ülkede kimin ne yaptığını, hangi zihniyetin ne yapmak istediğini görebiliyorsunuz.

KONTRACI

Çözümsürecine yönelik ekipler Anadolu’ya dağıldılar. Onların karşısında kontra çalışma yapan birMHP var.

TC TARTIŞMALARI

“Bir zamanlar benimle ilgili ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ demez, ‘TSK der’ diye köşe yazıları yazılıyordu. Sonra ben TSK’nın yazışmalarından örnekler verdim. Benzer bir şey burada. Bir logo çalışması yaptık. Ay yıldız altında da ‘T.C. Sağlık Bakanlığı’ yazıyordu eskiden. Şimdi ay yıldızın altında Sağlık Bakanlığı yazıyor. Olay bu. Oradaki ay yıldız neyi ifade eder?“

RO/Cemil Süphan

Demirtaş: Parti olarak ikinci aşamanın muhatabıyız

$
0
0
Rizgarî Online/ BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, mevcut “çözüm sürecinde” Hükümet-Kandil-İmralı arasında daha çok kolaylaştırıcı olduklarını söyleyerek, "Bu aşama eğer tamamlanıp ikinci aşama dediğimiz anayasal ve yasal sürece geçilirse, o dönemlerde yasal ve anayasal reformlar yapmak gerekecek. Biz o dönemin muhatabıyız" dedi.BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Qendîl'in müzakere sürecine ilişkin kaygılarından “Akil İnsanlar” Komisyonu'na, Anayasa taslağından HDK'ye kadar sürece ilişkin Etkin Haber Ajansı'nın (ETHA) sorularını yanıtladı.Demirtaş, Akil İnsanlar Komisyonu ve TBMM'de kurulması planlanan komisyonların sürece ilişkin yasal güvenceyi sağlayıp sağlamadığı yönündeki bir soruya, "Sürecin başında ifade ettiğimiz; bir kanunla yasal güvence sağlanması şeklindeki bir mekanizmayı tam karşılamıyor. Ama Akil İnsanlar Komisyonu ve parlamentoda oluşturulan komisyon sürece meşruiyet kazandırılması ve parlamentonun da içinde olduğu bir şekilde yürüyeceği bir mekanizmaya dönüşmesi açısından olumludur. Her iki mekanizma da -Meclis Komisyonu ve Akil İnsanlar Komisyonu- müzakere sürecinin Oslo deneyiminde olduğu gibi kapalı kapılar ardında yürümeyeceği, sadece Oslo ve İmralı'da heyetler arası bir görüşmenin ötesine geçtiğinin ve geçeceğinin somut gelişmeleridir. Buradan bakınca her iki komisyonu da önemsiyoruz. Niteliği, içeriği, görev tanımı, yaptıkları, içinde bulunan isimler; bütün bunlar tartışmalı konular. Elbette bizim de eleştirilerimiz var. Eleştirilmesi gereken hususlar var. Ama bu iki konuda adım atılmış olması, sürecin önünün açılması açısından önemli" dedi.

4. Yargı Paketi için "kısmen dertlere derman olur" diyen Demirtaş, "Bunlar aşama aşama ilerleyecek süreç ve konular olarak ele alınmalıdır. Terörle Mücadele Kanunu'nun bütünen kalkmasını hedeflemek lazım. Ama ondan önce atılması gereken küçük adımlar ve ilerlemeler var. Ki, 4. Yargı Paketi, son haliyle bizi çok memnun etmese de bazı kısmi iyileştirmeler söz konusu olacak" diye konuştu.

Demirtaş, "Anayasa taslağını Meclis'e sundunuz. İkinci resmi dil ve bölge meclisleri önerisi var. Bunlar olmazsa olmazınız mı bu müzakere sürecinde?" sorusuna ise "Hayır. Mücadele sürecinde olmazsa olmazımızdır. Bunları AKP'den beklemiyoruz, AKP'den istemiyoruz. 'Bunları mücadele ile kazanacağız' diyoruz. Halkımıza taahhüdümüzdür bu, mücadelemizin gerekçesidir. 'Halkımız kendi diliyle anavatanında özgürce yaşayacak, kendini yönetecek' sözünü verdik. Dolayısıyla bu müzakere buna yol açar mı bu sonucu doğurur mu, bilemeyiz. Doğurursa iyi olur, doğurmazsa mücadele gerekçemizdir zaten. Anayasada koyduğumuz öneriler bizim halkımıza sunduğumuz taahhütlerin formüle edilmiş halidir" yanıtını verdi.

Demirtaş, "BDP bu müzakere sürecinde kendini nerede görüyor? Arabulucu musunuz, kolaylaştırıcı mısınız, taraf mısınız?" sorusunu yanıtlarken, 3 aşamalı çözüm sürecinde BDP'nin rolünün farklı olacağına dikkat çekti, "Birinci aşama, ateşkes ve geri çekilme aşaması olarak tanımlanırsa, bu aşamada biz daha çok taraflar arasında kolaylaştırıcı olduk" dedi.

Demirtaş şöyle konuştu: "Hükümet-Kandil-İmralı arasında daha çok kolaylaştırıcı olduk. Karşılıklı olarak meselenin birbirini incitmeyecek şekilde anlaşılması, güven sorunlarının çözülmesi konularında yardımcı olduk. Bu aşama eğer tamamlanıp ikinci aşama dediğimiz anayasal ve yasal sürece geçilirse, o dönemlerde yasal ve anayasal reformlar yapmak gerekecek. Biz o dönemin muhatabıyız. Parti olarak, blok olarak ikinci aşamanın muhatabıyız. Bu da tamamlanırsa, 3. aşama tümüyle normalleşme aşamasıdır ki, o aşamada hem taraflar arasında güven oluşturma hem de muhatap olarak rolümüzü oynayacağız. Her aşamada yapacağımız iş sürecin karakterine göre değişecek."

“Barış sürecinde” sokakların ve meydanların daha çok kullanılmasının önemine dikkat çeken Demirtaş, batıda barış sürecinin örgütlenmesinde Türkiyeli devrimcilere büyük sorumluluk düştüğünü söyledi, "Özellikle HDK ile birlikle Türkiye'nin her yerinde özellikle il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle güçlü bir çalışmanın yapılması lazım. Barış sürecinin asıl garantisinin Türkiyeli devrimciler ve Kürt hareketi olduğu, bu buluşma bütünleştiği oranda hiç kimsenin barış sürecini bozamayacağı mesajının mahalle, sokak ve işyerlerinde verilmesi gerekiyor, ki, Türkiye kamuoyunun algısı doğru bir yöne kanalize edilmiş olsun. Yoksa bizim hiçbir zaman AKP'nin kullandığı kadar büyük bir medya gücümüz olmayacak. Bunu beklemek hayal olur. Ya da medyanın AKP'ye sunduğu hizmeti Türkiyeli devrimcilere ve bize sunacağını beklemek de yine hayal olur. Bunu kırabilmenin tek yolu, kendi yöntemiyle kendi mekanizmalarını yaratarak, kendi ilişki ağıyla Türkiyeli halklarla buluşmaktır" diye konuştu.
Kendilerini her zamankinden daha çok barışa yakın hissettiklerini belirten Demirtaş, "Eskisinden daha güçlüyüz. Bütün güçleriyle üzerimize gelmiş olmalarına rağmen bizi geriletmeyi, teslim almayı başaramadılar. Diyaloglar ve müzakere bunun üzerine şekillendi. Dolayısıyla bu kadar güçlü, moralli, örgütlü bir pozisyondayken, çözümün olacağına dair umutsuz olmak için bir neden yok. En güçlü oldukları, devletin bütün olanaklarıyla üstümüze geldikleri anda bu hareketi dağıtmayı başaramadılar. Bizi teslim almayı başaramadılar. Şimdi bir müzakere, diyalog süreciyle bizi teslim alabileceklerini, tasfiye edebileceklerini aldatıp kandırabileceklerini düşünmek de bu hareketin gücünü deneyimini küçümsemek olur" diye konuştu."

RO/Zilan Dersim

Aydoğmuş: Hiçbir ulusal hareketin çıtası otonominin altına düşmemiştir!

$
0
0
Söyleşi/ 30 yıllık bir savaştan sonra, sorunun gelip “Gerilla çekilirken Türk Başçavuş görürse ne olacak?!” türünden bir yasaya taktırılması/takılması, Kürt ulusal hareketi açısından trajiktir.Müzakere söyleşilerimizi siyasetçi ve eski sendikacı Sait Aydoğmuş’la sürdürüyoruz. Hükümet ile Öcalan arasında sürdürülen görüşmelerin Kürt sorununun çözümünü değil, çözümsüzlüğünü hedef aldığını belirten Aydoğmuş, otuz yıllık bir savaştan sonra sorunun “gerilla çekilirken Türk başçavuş görürse ne olacak!?” türünden bir yasaya takılmasını Kürt ulusal hareketi açısından trajik olarak değerlendiriyor. Aydoğmuş ayrıca, PKK dışındaki Kürt ulusal demokratik hareketinin devlet ve PKK’ye yüklenme kolaycılığı yerine, örgütsel ve siyasal olarak kendi kendilerini radikal bir biçimde gözden geçirmeleri gerekliliğini belirtiyor. Sait Aydoğmuş’un sürece ilişkin görüşlerini okuyucularımızla paylaşıyoruz. Çetin Çeko: Sayın Aydoğmuş, bir kısım çevreler hükümetin MİT aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?


Hükümet ile Öcalan arasında sürdürülen görüşmeler, Kürt ulusal sorunun çözümünü değil çözümsüzlüğünü temel alıyor. Türk egemenlik sisteminin öteden beri temel politikası budur. Aslında Öcalan’ın Newroz Mektubu’nda dile getirdikleri belirlemeler (“İslam kardeşliği” farkıyla), 1999’dan, yani yakalandığından beri söylediği şeylerdir. Bu görüşlerin, Kürt ulusal perspektifiyle, talepleriyle bir ilişkisi yoktu/yoktur. Tam aksine, bu görüşler, Kürt ulusal dinamizminin uluslaşma ve devletleşme perspektifini ve buna ilişkin politik sürecini çarpıtıp çözmeyi amaçlıyordu. Devlet, zaman içinde, Kürt ulusal dinamizmini yok edemeyeceğini anlayınca, sorun konusunda, “Kürt ulusal hareketinin PKK ile sınırlı kalıp onunla özdeşleştiği ve PKK’nin de mutlak olarak Öcalan’ın kontrolünde olmasıyla” açıklanabilecek bir süreçle Kürt hareketini kontrol edip zaman kazanmayı, temel strateji olarak benimsedi. Zira, Devletin planlarına göre, küreselleşme ile daha bir hızlanmış bulunan asimilasyon ve entegrasyon, zaman içinde, Kürt ulusal sorunu marjinalleştirerek, onu bir ulus ve ülke sorunu olmaktan çıkaracaktı.

Bu komple planın temelleri, esasen daha Özal döneminde atıldı ve zaman içindeki tüm iktidarlarca – Demireli, Eceviti, Ordusu, Ergenekonu ve AKP’siyle- daha da geliştirip güçlendirilerek devam etti. Ancak son yıllarda mevcut politik süreci belirleyen Küresel, bölgesel ve ulusal niteliklere haiz yeni “girdi” lerin sağladığı koşullar, söz konusu politikayı eski haliyle sürdüremez kıldı. Anılan nitelikteki koşulların, bölgemizde tüm kimlikler için dayattığı özgürleşme ve demokratikleşme dalgası içinde, yüzyıllardır parçalanmışlık kıskacının cenderesindeki Kürt ulusal hareketini bölge çapında harekete geçirerek, yeniden yapılanmanın en aktif ve etkili gücü haline getirdi. Güney Kürdistan’dan sonra Batı Kürdistan da fiilen özgürleşti.
Bu gelişmeler, Kuzey Kürdistan’daki ulusal politik süreci geliştirmekle kalmıyor, bir bütün olarak Kürt ulusal hareketi için, bölgede oluşmakta olan yeni yapılanma denkleminin temel güçlerinden biri olma imkanı yaratıyor.

Türk egemenlik sisteminin, tutsağı olan Abdullah Öcalan ile uygulamaya soktuğu yeni süreç, bir taraftan Kuzey’de silahlı mücadeleyi devreden çıkarak, entegrasyon (siyasal, kültürel, ekonomik) süreçlerini hızlandırmayı, diğer bir ifade ile çözümsüzlük olan temel politikasını daha bir güçlendirerek sürdürmeyi amaçlıyor. Diğer taraftan da Bölgemizin yeniden yapılanması içinde, Kürdistan’ın diğer parçalarından kaynaklı ulusal özgürlük dalgalarını kontrol edip, onları “arka bahçesi” haline getirmeye çalışıyor. TC, böylece Kürtlerin bölgesel mücadelede/denklemde, millet olarak stratejik bağımsız bir güç olmalarını engellemeye çalışmakla kalmıyor; Kürdistan’ın özgürleşen ve özgürleşmekte olan diğer parçalarını kendi bölgesel çıkarları ve hegemonyası için kullanmaya da çalışıyor.

İşte Türk egemenlik sistemi ile Abdullah Öcalan’ın sözde çözüm adı altında uygulamaya çalıştıkları ve maalesef hayli yol aldıkları sürecin hedefi budur.

Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?

Bu sürecin sözde şeffaflık ve açıklık adı altında esasen Devlet ile Öcalan arasında gizli olduğu kadar mutlak anlamda Devlet denetimli yürütüldüğü çok açık görülüyor. İlk zamanlar, sürecin bu şekilde yürütülmesine karşı PKK camiasının değişik örgütsel odaklarından itirazlar geliyordu. Ancak süre içinde bu itirazların azaldığını, sürecin Devlet ve Öcalan tarafından planlandığı gibi ilerletilmesine uygun olarak PKK camiasına ehlileşen bir tutum ve söylemi hakim kıldığını görüyoruz. Bu, adım adım planlı bir biçimde oluşturulup yürütülen bir sürüklenme ve dereye doğru yuvarlanma hâlidir. Bu hâl, PKK yönetiminin ve belli başlı kadrolarının konuyla ilgili bilgiye dayalı bir onaydan çok, Paris’tekinde olduğu gibi, gerektiğinde katliamlar eşliğinde yürütülen çok kapsamlı, planlı ve denetimli bir harekat sayesinde oluşturuluyor.

Açıktır ki, bu harekatta Öcalan faktörü çok önemli bir yere sahiptir. Öcalan’ın başından beri PKK’yi, kendi mutlak hakimiyetine dayalı olan aşırı otoriter bir hiyerarşi ile yapılandırıp sürdürdüğünü biliyoruz. Yanı sıra Öcalan’ın, politik ve örgütsel mücadelenin canlılığı içinde oluşup PKK’nin bu temel yapısıyla uyuşmayan farklılıkları/aykırılıkları, Mehmet Şener ve PKK-Vejin olayında olduğu gibi işbirliği yaptığı devletlerin de yardımıyla nasıl izale etmeyi başardığını da biliyoruz. Bunun içindir ki, PKK’de, Abdullah Öcalan’ın bu tür operasyonlarının sıklığı ve sürekliliği, konuşulup tartışılmasa da, süre içinde oluşan konuyla ilgili “başarılı pratik” sayesinde özel bir ahlaka, karaktere, kanıya vb. özelliklere dayalı bir uyumun gizemli iletişimine dönüşmüştür. Bu özel iletişimin özetindeki hikmet şudur: Öcalan nasılsa ne yapıp edip kazanacaktır!... Şimdiye dek, PKK tarihinde bu özel iletişimin yarattığı kanının aksine cereyan etmiş bir pratik yoktur! Ancak bu olmayacağı anlamına gelmiyor. İçinde bulunduğumuz süreç, kapsamının genişliği ve derinliği oranında çok kırılgandır da. Sürecin bu niteliği PKK tarihinde rastlanmayan bir gelişmeye, kırılganlığa neden olabilir ve işler, TC ile Öcalan’ın planladığı gibi gitmeyebilir. Ayrıca gitmemesi için de ulusal perspektifli, haysiyetli her Kürdün çaba sarf etmesi de gerekir.

Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükûmeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?

Öncelikle Oslo Süreci’nin de, başta seçim hesapları olmak üzere, o günün koşulları içinde planlanan bir kandırmaca taktikten ibaret olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum.

Bu sorunuzun esasına yukarıda cevap verdiğimi düşünüyorum. O cevaplardaki koşullara, Önümüzdeki dönemde Türkiye’de planlanan Anayasa değişikliği ile seçimler sürecinde, AK Parti’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı özel siyasal hesaplarını da katabiliriz.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?

Kapsamı ve konusu ne olursa olsun, sorununuzu bir tutsağınızla çözmeye çalışmanız neresinden bakılırsa bakılsın; ne akli, ne demokratik, ne de ahlâkidir. Hele de bu, milyonlarca insanın temel hak, hukuk ve çıkarlarını ilgilendiren Kürt ulusal sorunu gibi büyük, kapsamlı ve karmaşık bir sorunsa…
Siyasi anlayışları ve duruşlarıyla sapasağlam olan Gandi ile Mandela’nın, tutsak oldukları müddetçe, müzakerenin kendileriyle yürütülmesini etik bulmayarak, bunun için örgütlerini işaret ettikleri biliniyor. Onları ve milletlerini gerçek anlamda bir çözüme ve özgürlüğe kavuşturan da bu doğru siyasal ve haysiyetli etik tavırları olmuştur. Öcalan ise bunun tam tersi bir tutumla, adına müzakere, görüşme veya ne dersek diyelim, sürecin mutlak anlamda tek yürütücüsü olmak için devletin de açık desteğiyle her yola başvurmaktadır. Bu tutum, doğal olarak Devletin süreçle ilgili yukarıda belirtilen kandırmaca amaçlı ve tam denetimli yöntemi için bulunmaz bir nimettir.

Adı “çözüm süreci” konsa da, her gün, Devlet yetkililerinden ve yandaşlarından ısrarla ve en çok duyduğumuz sözler: “Pazarlık yok, statü yok, silahsızlandırma var!” şeklindeki veciz sloganla özetlenebilir. Bu sloganın ifade ettiği durum, karşıtını mutlak anlamda yenilgiye uğratmış bir tarafın yöntem ve söylemi olabilir. Oysa örneğimizde böylesi bir yenilgi söz konusu değildir. Aksine, yenilmek bir yana, Bölgemizin yeniden yapılanmasının yarattığı fırsatları ve olanakları doğru kullanması halinde PKK, hem politik hareket olarak kendisi için hem de Kürt ulusal davası için önemli stratejik mevziler kazanabilecek bir durumdadır. İlk zamanlar Murat Karayılan bu gerçeği bizzat ifade de etti. Ancak ne yazık ki, PKK yönetimi, Devletin ve Öcalan’ın ortak plânlarının baskısı sonucu, şu ana kadarki tutumuyla bu stratejik fırsatları, Türkiye’nin Osmanlıcı bölgesel hegemonyası için yürütmekte olduğu stratejiye kurban etme yolundadır.

Bu, sadece PKK için değil, Tüm Kürt ulusal hareketi ile bölgenin tüm özgürlükçü, demokratik hareketleri için de bir felakettir.

Kuzey Kürdistan’ın PKK dışındaki Kürt ulusal hareketi, ulusal mücadelede silah meselesini değerlendirirken ciddi bazı hatalara düşmektedir. TC’nin “PKK’yi silahsızlandırma” girişiminin temelinde, bölgesel gelişmelere bağlı olarak bölgesel bir savaş ihtimali bulunmaktadır. Abdullah Öcalan’ın, deşifre olan üç BDP’li milletvekili ile görüşme notlarında bu husus çok açıktır. Abdullah Öcalan, gerillaların Suriye’ye ve İran’a giderek yukarıda belirtilen TC’nin Osmanlıcı stratejisi doğrultusunda savaşmalarını salık veriyordu. Ve bu talimata uygun bir süreç Batı Kürdistan’da savaşın kızışmasıyla başlamıştır da. Nitekim Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, bugün (10 Nisan) verdiği bir demeçte, bu hususu doğrulayarak, Batı Kürdistanlı PKK’li gerillaların çoğunun Suriye’ye geçtiklerini belirtmiştir.

Böylece Plan’a göre, PKK’nin Türkiye’ye karşı savaşı sona erdirmesi yetmiyor; gidip Suriye’de ve İran’da hatta Irak’ta Türkiye’nin çıkarları için savaşması da gerekiyor. Esasen buna karşı çıkılmalıdır. Yoksa, bölgesel bir savaşın eşiğinde olan bölgemizde, başta sömürgecilerimiz olmak üzere, herkesin gündeminde daha bir silahlanmak varken, biz Kürtler gibi, yüz yılardır tüm temel hak ve hukuku silahla bastırılmış bir mazlum millete, yüz yıldan sonra oluşan tarihsel bir fırsat esnasında silahsızlanmayı önermek, hatta silahsızlandırılmayı desteklemek, bundan medet ummak, siyaseten akıl kârı olmayacaktır.

Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı milli”, “Çanakkale ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?

“İslam’a vurgu”
hariç, sorunuzda belirttiğiniz diğer hususlar, Öcalan’ın yakalanmasından beri devletle birlikte belirleyip kültürel ve siyasal entegrasyon stratejisi içinde kullana geldiği önemli tarihsel argümentlerdi. Bilindiği gibi, Öcalan’ın konuyla ilgili argümentleri, bunlarla yani tarihle sınırlı değildir: Kemalizm’e övgüler, uluslaşma ve devletleşmeye sövgülerle dolu daha nice ideolojik, politik, sosyolojik ve felsefi belirlemeleri bulunmaktadır. Yıllardır tekrarlanan bu ve benzeri belirlemeler, Kürt tarih ve ulusal bilincinin bulandırılıp şaşılaştırılmasında önemli roller oynadılar ve daha da oynayacaklardır. Bu nedenle, kimi Kürt hareketlerinin ve politikacılarının silahlı mücadelenin sona erdirilmesini, hatta silah bırakılmasını olumlayarak, söz konusu mesajda “Asıl olan silahlı mücadele ile ilgili karardır, gerisi teferruattır” mealindeki görüşlerine katılmak mümkün değildir. Uluslaşmada ve ulusal mücadelede tarih bilinci, etkisi göreceli ve dolayısıyla da geçici olan silaha nazaran hem daha esas hem de daha kalıcıdır. Çağımızın kimi ulus ve ulusal mücadele kuramcıları, ortak tarihsel bilinci, ulusun ve uluslaşmanın başta gelen temel öğelerinden biri olarak değerlendirmektedirler. Bu bakımdan Kürt ulusal hareketi, Ermeniler, Süryaniler, Aleviler, Êzidiler ve diğerleri, tarihsel gerçeklerleri tamamen çarpıtan bu belirlemeleri ciddiye almalı, onları çürüterek, politik mücadelelerini ve dolayısıyla geleceklerini doğru bir tarih bilinci üzerine oturtmalıdırlar.

Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

Devlet ve Abdullah Öcalan’ın PKK’sinin temel stratejisi, Kürt ulusal sorununun çözümsüzlüğü üzerine kurulduğu için, bu sürece başkaca da kimseyi dahil etmemektir. Oysa bahsettiğiniz güçler, sürece dahil olmadan ne devlet zorlanabilir ne de bulunacak çözüm, toplumsal olarak kabul edilebilir gerçek bir çözüm olur.

PKK, ihtiyaç duyduğunda, konjonktürel demek bile fazla, haftalık/aylık çıkarları için kullanmak üzere zaman zaman ortak eylemler, toplantılar düzenlemeye ön ayak olmakta, ancak sürekli olarak bu tür eylemlerin ve toplantıların ortak kararlarını es geçmektedir. Geçen yıl içinde peş peşe yapılan “Türkiye’de Kürdistan Konferansı” ile “Birlik İçin Ortak Akıl” toplantıları, çok doğru kararlar alan ve fakat sonuçları hayata geçirilemeyen böylesi toplantılardı.

Günümüzde Devlet’in ve AK Parti’nin, Türkiye ve uluslararası kamuoyu nezdinde, PKK’nin Kürtleri temsil etmediği ile ilgili en etkili kanıtı, başta AK Parti olmak üzere, Türk partilerinin Kuzey Kürdistan’da, toplam olarak BDP’den daha fazla oy aldıkları ile ilgili argümenttir.

Oysa belirtilen tekçi/tekelci birlik anlayışıyla ulusal birliği sağlamak; diğer halkların, dinsel ve kültürel grupların kendi hak ve özgürlükleri için verdikleri mücadeleleri, devletin tutumuna karşı aynı kanalda birleştirmek, kısacası muhalefetin tabanını mümkün olduğunca genişleterek mücadeleyi daha etkinleştirmek, mümkün değildir.

Böyle olunca da ne devlet yeterince zorlanabilir ne de devletin, yukarıda belirtilen oy oranı ile ilgili argümenti etkisizleştirilebilir.

Bu durumun ve yaklaşımın değişmesi, PKK dışındaki güçlerin belli bir örgütsel ve siyasal etkinliğe kavuşmalarıyla mümkündür. Ancak bu, 25-30 yıldır bir türlü sağlanamıyor. Bunun için söz konusu güç ve bireylerin, suçu sadece devlet ve PKK’ye yükleme kolaycılığı yerine, esasen örgütsel ve siyasal olarak kendi kendilerini radikal bir biçimde gözden geçirmeleri gerekiyor. Bu yapılmadan, mevcut fasit daireyi aşmak mümkün görünmüyor.

Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’dakalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?

Değildir; ancak günümüzde görüldüğü gibi, sömürgeciler de Kürtlerin anılan yolda mevzi kazanmamaları için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Güney Kürdistan’da ve kısmen de Batı Kürdistan’da olduğu gibi, buna engel olamadıkları durumlarda, kazanılan bu mevzileri şu veya bu yolla kuşatıp entegre ederek, Kürtlerin de diğer milletler gibi Ortadoğu’nun politik yaşamında kendi siyasal statüsü veya statüleriyle bir millet gibi yer almasını engellemeye çalışıyor. Günümüzün Küresel, Bölgesel ve özellikle ulusal koşullarında (Kürtlerin uluslaşma ve devletleşme konusundaki mevzilerini kastediyorum) bu, sonsuza dek engellenemez. Engellendiği müddetçe de Ortadoğu’da kalıcı bir barış ve istikrar sağlanamaz.

Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz?

Doğrusu, 30 yıllık bir savaştan sonra, sorunun gelip
“Gerilla çekilirken Türk Başçavuş görürse ne olacak?!” türünden bir yasaya taktırılması/
takılması, Kürt ulusal hareketi açısından trajiktir.

Peki, o Meclis, kimin Meclis’idir? Yasa kimin yasası olacaktır? Biz Türk yasaları ile mi yoksa Türk ve Kürt ortak Anayasa, Meclis ve yasalarıyla mı sorunumuzu çözeceğiz? Tartışıldığı gibi Anayasa’dan “Türk” kavramı çıksa bile, Devletin Anayasası, Meclisi, Bakanlıkları, Ordusu, MİT’i, Emniyeti ve cümle kurumlarıyla kimin kurumları olacaktır? Bu kurumlar Türk Kurumu olmaktan çıkacaklar mı? Açıktır ki olduğu gibi kalacaklar ve esasta hiçbir şey değişmeyecek!...

Kimilerinin iddia ettiği gibi bu yaklaşım, demokratikleşmeyi reddetmek anlamına gelmiyor. Demokratikleşmenin, Kürt ulusal sorunu dahil, tüm sorunların çözümünü kolaylaştırdığı gerçeğini de. Bu nedenle Kürtler, canla başla demokratikleşmeyi desteklemelidirler; ancak sorunun çözümünün demokratik değil siyasal olduğunu da unutmamalıdırlar. Zira siyasal çözüm, bırakın “Başçavuş” ile ilgili yasaya takılmayı, Anayasa ve Meclis dahil, tüm temel siyasal belgeleri ve kurumları, yeniden birlikte belirlemeyi/kurmayı gerektiriyor.

Demokratikleşme mücadelesi önemsenmeli, ancak bu ulusal perspektifimizi çarpıtmamalı, karartmamalı, engellemelidir. Dünya’da hiçbir ulusal hareketin çıtası, otonominin altına düşemez, düşmemiştir. Biz de, belli koşullarda asgari otonomiyi savunabiliriz, ancak esasen eşit millet olma, bağımsız devlete sahip olma amacımızı asla saklamamalı unutmamalıyız. Bizi başarıya ulaştıracak olan ulusal siyasetin perspektifi bu olmalıdır.

Benzer mücadelelerde ve çözümlerde uzağa gitmeye gerek yok: Güneyli Kürtler, mücadele ve müzakere süreçleri boyunca, iki hususu tartışma dışında tuttular: Eşit Millet olma hakkı ile bu hakkın garantisini sağlayacak silahlı güçlerinin varlığı hakkını…

Bilindiği gibi, Güneyli Kürtler, böylesi doğru ve sağlam bir ulusal perspektifle, bu iki hakkın da 11 Mart 1971’de Saddam ile yaptıkları Otonomi Anlaşması ile Irak Anayasası’nda yer almasını sağladılar. Daha sonra Saddam’ın Cezayir Antlaşması’yla İran ile anlaşarak bu hakları resmen olmasa da fiilen yürürlükten kaldırdığı biliniyor. Ancak Saddam Rejimi’nin yıkılıp sona ermesiyle, anayasal olarak kazanılmış bu hakların, federal bir sistemle daha genişletilerek uygulanmaya başlandıkları biliniyor. Buna rağmen, Federal Kürdistan’ın Başkanı Mesut Barzani, her milletin hakkı gibi Kürt Milletinin bağımsızlık hakkını hep vurgulayarak Milletimizin ulusal idealini diri tutmakta ısrar ediyor. İşte Milletinin önderi olmak buna derler!...

1970’li ve 80 yıllarda, başta PKK olmak üzere çoğu Kuzeyli Kürt hareketi ve politikacısı olarak, anılan hakları içerse de, otonomi için mücadele etmeyi ve dolayısıyla IKDP ile YEKİTİ’nin programatik savunularını ihanet olarak değerlendiriyorduk. Şimdi ise trajik bir biçimde “Başçavuş Yasası” na takılmış bulunuyoruz.

Nereden nereye?!...

cetin.ceko@gmail.com

RO/Zilan Dersim

Hejmara penaberên rojava li başûr 125 hezar kes derbas kir

$
0
0
Hejmara penaberên Rojavayê Kurdistanê li Başûrê Kurdistanê roj bi roj zêde dibe û heta niha zêdeyî 125 hezar kes hatine herêmê û li hersê bajarên wek Dihok, Hewlêr û Silêmaniyê bicîh bûne.Di vê derbarê de Berpirsê Ragehandina Kampa Domîz li Dihokê Salim Seîd got: ‘’Tenê di yek roja borî de 1000 kes di sînorê Dihokê re derbasî herêmê bûne û hema bêje her roj bi vî awayî xelk ji rojava koçberî başûr dibe.’’

Li gor salim Seîd, li Kampa Domîz 92 hezar û 502 kes hatine bicîhkirin û 27 hezar û 500 kesên din jî berê xwe dane bajar û bajarokên din ên Herêma Kurdistanê.

Navbirî da zanîn ku niha li Kampa Domîz 3 hezar penaber bê çadir in û di nav çadirên penaberên din de dimînin û axaftina xwe wiha qedand: ‘’Çendîn car me daxwaz ji aliyên peywendîdar kir daku kampeke din vekin, lê belê heta niha tiştek nehatiye kirin.’’

Basnews

Barzanî: Em razî nabin pêvajoya siyasiya Êraqê ji rê bê derxistin

$
0
0
Serokê Herêma Kurdistanê Mesûd Barzanî duh 14/04/2013 li Selahedîn pêşwaziya Cîgirê berê yê Wezîrê Derve û Endamê Lîjneya Pêwendiyên Derveyê Parlemena Îtalya Hon Giyanî Vêrnêtî kir. Serokayetiya Herêma Kurdistanê di beyannamekê de ku wêneyek ji PUKmedia`yê re şandiye têde hatiye ku, Di hevdîtinê de şanda mêvan xweşhaliya xwe bi hevdîtina Serok Barzanî û serdana Herêma Kurdistanê derbirî û ragihand: Îtalya bi hurî çavdêriya guhertinên Êraqê dike, ew pêşketin jî li ber çave, ku li Herêma Kurdistanê pêkhatine, ku guzarişt li çîroka serketina Kurdistanê dikin.

her di beyannameyê de hatiye ku, Serok Barzanî ji aliyê xwe ve behsa li tengasiyên Êraq û metirsiyên serhildana dîktatorî kir û şanda mêvan jî li helwesta Herêma Kurdistanê beramber tengasiyan agahdar kir û ragihand: Herêma Kurdistanê bi tu awayekî razî nabê pêvajoya siyasiya Êraqê ji rêya wê bê derxistin û prensîpa tewafuq û şirîkiya rasteqîne bête binpêkirin.

Serokê Herêma Kurdistanê got: Herêma Kurdistanê li nakokî û milmilanêya eşîrî de ne aligire, lê belê aliyekî milmilanêya siyasiya welate. Ji bo wê yekê eger prensîpa tewafuq û şirîkiya rasteqîne ne çespa, Herêma Kurdistanê bîr li bijardeyeke din dike.
Di vê hevdîtinê de şanda mîhvan ji bo aramî û demokrasiya Herêma Kurdistanê û hewlên ji bo serxistina pêvajoya aştî li Tirkiyê de destxweşiyê li rola Serok Barzanî kir.

PUKmedia

Komîteya Kurd li Sosyalîstîst Enternasyonalê pêk hat

$
0
0
Komîteya Kurdî ya International socialist ragehandineke rojnemevanî bilav kir. Li gor nûçeya malpera Kurdistanmedia, di roja 12’ê Nîsan a2013’an de, demjimêr 10’ê sibê, li bajarê Silêmaniyê, paytexta ronakbîriya Kurdistanê, bi amadebûna serokê Rêxistina International socialist Loyîs Ayala û sekreter û nûnerê 24 partiyên Kurdistanî, li gorî biryara kongireya dawiyê ya International socialistê de, konferansa damezrandina komîteya Kurdî ya ser bi wê rêxistinê hate lidarxistin.Di destpêka Konferansê de, sekreterê gîştî ya Rêxistina International socialist dest bi gotara xwe kir û tê de, girîngiya girêdana wê konferansê li Kurdistanê şirove kir û li ser dîroka Rêxistina International socialist (SI) jî kir û tê de cext li ser demokrasî û serkeftina daxwaza gelan kir. Her weha di gotara xwe de, Loyîs Ayala piştîwaniya xwe ji bo hemû perçeyên Kurdistanê anî ziman û hîviya serkeftinê ji bo diyaloga Tirkiye û rêzdar Ocalan û PKK`ê xwast.

Di heman gotarê de, Ayala li ser pêşketina ezmûna demokrasî û azadî û avadankirina li Herêma Kurdistanê û Kerkûkê bi kareke girîng û mezin nirxand û aşkire kir ku di kongireya Kîp Tawin 29’ê Tebax a 2012’an de biryara damezrandina komîteya Kurd ya Rêxistina International socialist(SI) hate girtin û em ê di vê konferansê de bidin ragihandin.

Piştr jî berpirsê Desteya Kargêrî ya Politburoya Yekîtiya Nîştimanî ya Kurdistanê heval Mela Bextîyar ku teke endamê herdemî ya Rêxistina International socialist(SI) li Kurdistanê ye, gotara xwe pêşkêşî konferansê kir û tê de anî ziman ku guhertinên li Rojhilata Navîn we kir ku êdî mirov wê li rêya gelan re temaşeya hikûmetan bike , ne bi riya hikûmeta temaşeya gelan bike.

Di dirêjahiya gotina xwe de, Mela Bextiyar ragihand ku ev sedsala wê bibe sedsala serkfetinê di Rojhilata Navîn de, pêwîste Rêxistina International socialist(SI) piştîvaniya gelên vê navçeyê bike taku dîktetor dîsan hikûmraniya Rojhilata Navîn nekin.

Endamê herdemî ya Rêxistina Sosyalist Enernasyonalîsta navneteweyî (SI) amaje bi wê yekê kir ku em daxwaz dikin ku li her beşekî Kurdistanê bi navê Kurdistanê partiyên Kurdî weke endam werîbigrin û endamên beşdar û çavdêr yên Kurdistanî, bibin bi endamên herdemî yê Rêxistina International socialist(SI).

Her weha konferansê bîr û raya hemû partiyên beşadar bûne guhdar kir û bi spasî ve piştîvaniya konferansê li damezrandina komîteya Kurd ya Rêxistina International socialist(SI) şirove kir, ew komîte weke ya Efrîqa û Emerîkaya Latîn û navçeyên din yên cîhanî ye û ew pêngav bi pêngaveke dîrokî hate nasandin.

Di encama konferansê de:

1- Berpirsê Desteya Kargêrî ya Politburoya Yekîtiya Nîştimanî ya Kurdistanê heval Mela Bextîyar(Hîkmet Mihemed) weke serokê komîteyê hate pejirandin û (Hesen Şerefî Endamê Deftera Siyasî a Partiya Demokrat a Kurdistana Îranê) û(Cîgirê hevserokê Partiya Aştî û Demokrasiyê (BDP)ê Nezmî Gor) weke alîkarên serokê Komîteya Kurdî di Rêxistina International socialist(SI) hatin pejirandin.

2-Piştîwaniya proseya aştiyê li Bakurê Kurdistanê bi erkên (SI) hate zanîn û di wê proseyê de, azadkirina rêzdar Ebdula Ocalan bi girîng hate dîtin.

3- Peydakirina maf ê demokrasiyê li Rojhilatê Kurdistanê li gorî guhertinên li Rojhilata Navîn û helûmercan biryar li ser hate girtin.

4- Kowalîsyona Nîştimanî ya Sûrî bi berpirsyarê selmandina mafên demokrasî û siyasî yê Kurd hate zanîn, û ji hemû partiyên Rojavayê Kurdistanê hate daxwazkirin ku kêşe û nakokiyên navxweyî çareser bikin û di bin sêbera Desteya Bilind a Kurdî de bicivin û yekbigrin û rêkeftnameya Hewlêrê cî bi cîbikin û ji her metirsiyekî çavrênekirî dûr bikevin.

5-Ji hikûmeta Îraqê hate xwastin ku hêzên serbazî di navçeyên hestyar de biişîne û madeya 140 jî bicîbike û deriyê rasteqîne ji kêşeyan re digel hemû hêzên siyasî yên Êraq û Kurdistanê veke.

6- Cibicîkirina madeya 140 ya destura Îraqê, bi pêwîstiyeke çarenûsaz ya aştiya Bexdad û Kurdistanê hate nirxandin.

Komîteya Kurdî ya
International socialist
13’ê Nîsan a 2013’an

jeder: Kurdistanmedia

Jina Çalakvan a Kurd xelatekî cîhanî werdigre

$
0
0
Wek rêzgirtin li hewl û çalakiyên libarê mafê mirov jina çalakvana rojhilata Kurdistanê xelata (lîdman) werdigre. Nivîskar û rojnamevan û çalakvana li bare mafê mirov Lavîn Muhtedî ku xelka Kurdistana Rojhilate li hemberî çalakiyên wê yên berdewam bo berevanîkirina li mafê mirov di rêûresmekê de xelata nivîskara Siwêdî (Sara Lîdman) pê hate bexşîn.Ew jine çalakvana Kurd ku xwediya pîrtuka bi nave (Ew roja ku azadiya xwe bi dest dixim) kêfxweşiya xwe bi wergirtina xelatê anî ziman û bal kişande ser giringiya rola Sara lîdman nivîskara Siwêdî ya bi navûdeng ku her tim li dijî ne wekhevî û ne dadperweriyê diwestiya, ew her li wê cihî dibû bo aşkirakirina tawanên ne mirovane.

Pukmedia

Malikî: Welahî ez ê cîhanê ser û bin bikim

$
0
0
Serokwezîrê Îraqê Nûrî El Malikî dibêje ku daxwaza amadebûna wî li parlemana Îraqê beşek e li kampênên hilbijartinan û gef kir ku eger ew biçe parlamenê, wê gelek tiştan eşkere bike.Di hevpeyvînekê de ligel televizyona El Îraqîye, Malikî got “welahî ez ê cîhanê ser û bin bikim eger biçime parlemanê.”

Serokwezîrê Îraqî, yê Şîe, dibêje ku ew jiber parastina niştîmanî ya welatî hinek pirsan eşkere nake. Wî got eger wan pirsan eşkere bike, hem li parleman û hem jî li welatî şer çêdibe.

Hevdem, cîgirê serokê Îraqî Tariq El Haşimî, yê Sunnî, got ku Îraq di bin desthilata Nûrî El Malikî de niha gef e jibo parastina niştîmanî ya Ereban.

Haşimî ji layê hikûmeta Malikî bi terorê hate tometbarkirin û revîya Tirkîyê.

VOAnews-kurdi

Yilmaz Erdogan fîlmekî li ser jiyana Şêx Seîd çêdike

$
0
0
Hat ragehandin ku derhêner û lîstikvanê sînemayê yê Kurd Yilmaz Erdogan, dê fîlmekî li ser jiyana Şêx Seîd çêbike. Li gor medya Tirkiyê, Yilmaz Erdogan li ser pêşniyara hevjîna xwe Belçîm Bîlgîn ku neviya birayê Şêx Seîd e, dê fîlmekî li ser Şêx Seîd çêbike.Herwiha hat gotin ku Yilmaz Erdogan dest bi amadekariyên çêkirina fîlmê kiriye. Hevjîna Yilmaz Erdogan Belçîm Bîlgîn ku bixwe jî lîstikvana sînemayê ye, div ê derbarê de got: “Gelek aliyên jiyana Şêx Seîd hene ku divê bên vegotin. Ji ber wê jî min ji Yilmaz xwast vê yekê bike fîlm.”

Bîlgîn da zanîn ku hevjînê wê Yilmaz Erdogan jî pêşniyara wê qebûl kiriye û dest bi amadekariyên fîlm kiriye.
Basnews

Dış politikanın algı-gerçek ikilemi

$
0
0
Semih İdiz*/ ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bu kez “Suriye’nin Dostları” grubunun toplantısı için İstanbul’a geliyor. Kerry’nin birkaç ay zarfında Türkiye’ye yapacağı bu üçüncü ziyaret iki ülke arasında sadece Suriye konusunda değil, diğer bölgesel meseleler üzerinde de giderek derinleşen stratejik işbirliğini ve eşgüdümü açıkça ortaya koyuyor.Bu arada, Türkiye’deki yaygın Amerikan aleyhtarlığının iki ülke arasındaki stratejik ilişkiyi ve buna bağlı bölgesel işbirliğini bozmaya yetmediği de açıkça görülüyor. Zaten öyle olsaydı Ankara ne NATO’nun ABD güdümlü Füze Kalkanı projesine katılırdı, ne de Suriye’ye karşı Batılı müttefiklerinden Patriot füze bataryalarını isteyebilirdi. “İslamcı” Erdoğan’ın “doğası gereği” Washington tarafından altyapısı hazırlanan Türk-İsrail normalleşme sürecini bir şekilde bozacağına inananlar var şimdi. Tabii bunu temenni edenler de var. Ancak Erdoğan 16 mayısta Washington’da bekleniyor. Başkan Obama ile yapacağı görüşmedeyse, iki ülke için hayati önem taşıyan birçok konu, ortak zemin üzerinden harekete edilmesine dönük bir perspektifle ele alınacak.

Hâl böyle iken Erdoğan’ın, istese bile ki bunu istediğine dair bir kanıt yok “aktif oyun bozucu” olmasını beklemek pek gerçekçi değil. Özetle, Türkiye’de, birçok alanda olduğu gibi, dış politika yönetiminde de “algılar” ile
“gerçekler"
arasında çoğu kez bir uçurum bulunuyor.

Millet olarak öznel tutkularımız ile ters düşen nesnel gerçeklerden hoşlanmasak da, bu gerçekler sonunda gelip kapımıza dayanıyor. Bunu herhâlde Erdoğan da artık görüyordur. Suriye ise bu açıdan bariz bir örnek sağladı. Ankara’nın ilk günkü beklentilerini besleyen öznel Suriye hesaplarıyla, nihayet karşı karşıya kaldığı nesnel durum ortada.

Yırtılan tezler

Sonuçta dış politika, sadece popülist beklentiler ve hocaların akademik öngörüleriyle yürütülemeyecek bir alan olduğunu her zaman ortaya koymuştur. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Doğu ile Batı arasındaki Soğuk Savaşın beklenmedik şekilde son ermesiyle çöpe atılan tezlerin haddi hesabı yoktur.

Türkiye’nin de şimdi, “Stratejik Derinlik” tanımlamasıyla bezenmiş ve bölgesel gerçeklerle uyuşmayan politikalardan, gerçekçiliği ön plana çıkaran politikalara yönelmekte olduğunu görüyoruz. Başka yolu da yok, zira geleceği masada tasarlamaya kalkışan bir politikanın Türkiye’yi meselelerin odağına yerleştirmediğini, aksine marjlara ittiğini görüyoruz.

Türkiye bugün ne Ortadoğu Barış sürecinde, ne de Suriye ile ilgili uluslararası çabaların odağında bulunuyor. Hamas ile El Fetih arasındaki arabuluculuk bile sonunda, yaşamakta olduğu iç çalkantıya rağmen Mısır’a kaldı. Özetle, Türkiye’nin oynamak istediği bölgesel roller için bazı önkoşulların tatmin edilmesi gerektiği, AKP iktidarının gönlünde yatan aslan ne olursa olsun, Türkiye’nin tek başına “bölgesel oyun kurucu” olamayacağı artık anlaşılmış olmalı.

ABD’nin çabası

Ancak bölgede Türkiye’yi potansiyel olarak bekleyen büyük rollerin olduğu da bir gerçek. Özellikle “İslamcılar” açısından ironik olsa bile, ABD bugün elinden tuttuğu AKP iktidarını bu nedenle tekrar Ortadoğu sahnesine çekmeye çalışıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun İstanbul’da 7 nisanda Kerry ile yaptığı ortak basın toplantısında Türk-ABD stratejik ilişkilerinin her zamankinden daha sağlam olduğunu gösteren sözler sarf etmesi de bu açıdan manidar.

Bu durumun AKP’nin tabanında rahatsızlık yaratıyor olmasının fazla bir önemi de yok bu aşamada. Sonuçta dış politika teknesi, istense de istenmese de, algılarla değil gerçekleri doğru okumakla yürüyor. Yeterince karmaşık ve tehlikeli bir coğrafyada bulunan Türkiye açısından bunu kanıtlayan ilginç bir dönemden geçiyoruz.

semihidiz@taraf.com.tr

*Taraf/15.04.2013

Enfal’in 25. yılında acılar halen taze

$
0
0
Rizgarî Online/ Enfal’de katledilen 182 bin Kürd, katliamın 25’inci yıl dönümünde, Kelar’in Rızgari nahiyesindeki anıt mezarlıkta düzenlenen törenle anıldı. Saddam rejiminin 1988 yılında kimyasal silahlarla katlettiği Kürdler için Federe Kürdistan’lılar siyahlar giydi ve her yere siyah bayraklar asarak yas tuttu.ANF´nin haberinde şunlara yer verildi:”Saddam rejiminin Enfal adı altında 1988 yılında başlattığı ve soykırım olarak tarihe geçen operasyonlarda katledilen 182 bin Kürt, önceki gün, Güney Kürdistan’da Kelar’a bağlı Rızgari nahiyesindeki anıt mezarda düzenlenen törenle anıldı. Germiyan Kaymakamlığı tarafından organize edilen anmaya Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki tüm parti ve sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra BDP, PYD ve RJAK temsilcileri de katıldı. Irak, Türkiye ve Avrupa’dan da çok sayıda kurum temsilcisi, aydın ve yazar da törene katıldı. Siyah bayraklar asıldı

Saddam rejiminin 1988 yılında katlettiği 182 bin Kürt için düzenlenen anma töreni için halk, sabahın erken saatlerinde Rizgarî ve Kelar’dan yola çıktı. Ellerinde Enfal’de kaybettikleri yakınlarının fotoğraflarını taşıyan yurttaşlar, Rizgarî nahiyesindeki anıt mezarlıkta toplandı. Binlerce insanın toplanması ile başlayan törende herkes siyahlar giydi ve her yere siyah bayraklar asıldı.

Ulusal birlik mesajı

Katliamın 25. yıldönümü anmasında siyasi parti ve sivil toplum kuruşlarının mesajları okunurken, Enfal Şehitlerini Koruma Derneği başkanı, Kürtlerin tarih boyunca bu tür katliamlarla sürekli karşı karşıya kaldıkları hatırlatarak, Kürtlerin böylesi katliamlar ile bir daha karşı karşı kalmaması için ulusal birlikteliklerini güçlendirmesi gerektiğine dikkat çekti. Mesajların okunmasından sonra müzik dinletisi yapıldı. Ardından anıt mezara çelenkler bırakıldı. Mezarların toplu halde ziyaretinden sonra halk dağıldı.

14 Nisan Enfal kurbanlarını anma günü

Saddam Hüseyin rejimi tarafından yürütülen ve liderliğini Ali Hasan el-Mecid’in yaptığı, Kürt soykırımını hedef alan El Enfal harekatı, ismini Kur’an’daki Enfal Suresinden almakta. Kelime anlamı “Yeniden Fetih” olan Enfal, Saddam rejimi tarafından 1988 yılında başlatılan ve toplam yedi aşamadan oluşan operasyonları ifade ediyor. Enfal Operasyonu, kara harekatları, havadan bombalamalar, yerleşkelerin sistematik bir şekilde yıkılması, toplu zorunlu göçler, idam mangaları ve kimyasal silah kullanımı içermiştir ki operasyonun baş ismi el-Mecid buradan hareketle daha sonra “Kimyasal Ali” olarak anılmaya başlanmıştır. Enfal süresince, Halepçe de dahil olmak üzere yüzbinlerce Kürt katledilmiş, onbinlerce kişi, toplama kamplarına götürülmüş ve daha sonra ‘kayıp’ olarak kaydedilmiştir. Enfal operasyonlarının en ağırıysa Germiyan mıntıkasında yaşandı. Bundan ötürü Germiyan mıntıkasında yapılan operasyonun başlama tarihi olan 14 Nisan, her yıl Enfal kurbanlarını anma günü olarak kabul ediliyor.

‘Kıyamet günleri’

Şevket Muhammed Xurşid:
Biz dört kız kardeştik. Irak ordusu çok kalabalık bir şekilde Duz ilçesinde halkı toplamıştı. Topladıkları arasında benim kız kardeşim de bulunuyordu. Köylerimizin üzerine saldırı olduğunu duyduk, biz de yaylalara gitmeyi kararlaştırdık.

Ailenin diğer fertlerine ne olduğunu öğrenmek istiyorduk. Ordu komutanına bize izin vermesi ricasında bulunduk. İki korucubaşından da yardım istedik.

Korucular bize yardım edecekleri yerde, bizi emniyete götürüp akrabalarımızdan oradan haber alabileceğimizi söylediler. Sonra Mahmut köyüne geldik. Bizi orda bıraktılar ve köye gitmemizi beklediler.

Irak ordusunun amacı, o köyde Peşmerge olup olmadığını öğrenmekti. Köydeki herkes katledilmişti. Peşmergelerin köyde olduğunu anladıkları andan itibaren, Irak ordusu uçak ve toplarla saldırdılar. Peşmergeler ise teslim olmayacaklarını söylediler ve savaş başladı. Ben gördüğüm ve yaşadığım şeyleri, hayatımda başka bir insanın yaşamasını istemem. Bir gün kıyamet günü olarak isimlendirilecekse o gündür. İnsanlar taşıyamadıkları çocuklarını bırakarak kaçmışlardı. Üç gün ve üç gece o kampta tutulduk, yaşlı insanları gözlerimizin önünde soyup götürüyorlardı. Ve onlar bir daha hiç gelmediler...

Her geldiklerinde birini götürüyorlardı

Yemek için bize siyah poşetler veriyorlardı. Üç dört aileye bir yemek dağıtıyorlardı. Yüzlerce insanı tek bir odada tutuyorlardı. Bazen gece yarıları bir subay elindeki copla geliyor ve bize saldırıyordu. Bizse bir köşede üst üste duruyorduk. Çünkü her geldiklerinde bir insanı götürüyorlardı.

Enfalden kurtulanlara kimse iş vermiyordu. Hükümetin korkusundan. Akrabalarımız bizleri evine almıyordu. Eşleri, çocukları enfalde katledilen kadınların büyük bir bölümü tarlalarda çalışarak, çocuklarına baktı. Evlerimize geri döndüğümüzde ev diye bir şey yoktu, her şey yerle bir olmuştu. İnsanlar taş üstüne taş koyarak, üzerini de sacla örterek evlerini yapmaya çalıştı. Böylece hayatlarını yeniden kurmak istediler. Bazı kadınlar da şehre gidip dilencilik yaptı ve çocuklarını yetiştirdi.


Onlar bir daha hiç gelmediler

Bugün Enfal Katliamı’nın yıldönümü. Kimyasal bombalarla gerçekleştirilen soykırım operasyonunun üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen yaralar hâlâ kapanmadı. Dünyanın seyirci kaldığı bu soykırım operasyonunda, yüzbinlerce insan, kimyasal bombalarla ve gruplar halinde kurşuna dizilerek katledildi. Binlerce köy bombardımanlarla yakılıp yıkıldı. Kürtlerin toplumsal hafızasından asla silinmeyecek bu soykırımı, katliamdan kurtulan 4 kadın anlatıyor:

‘Her 14 Nisan yaklaştığında’

Aska Ali Ham Emin:
1988 yılında Germiyan bölgesindeki köyümüz Spiser’den kaçmak zorunda kaldık. Germiyan bölgesinde savaş vardı, Saddam oraya çok büyük bir ordu göndermişti. Havadan ve karadan yoğun saldırı vardı. O günlerde Peşmergeler Karadağ’da çok büyük bir yenilgiye uğramışlardı. Daha sonra Peşmergeler bizim bölgeye doğru gelmeye başladılar. Bu sebepten dolayı da Irak ordusu o bölgede yoğunlaşmaya başladı. Bizim olduğumuz bölgenin her yanından insanlar kaçışıyordu.

Benim köyümden toplam 68 kişiyi götürdüler. Her 14 Nisan tarihi yaklaştığında, psikolojim o kadar bozuluyor ki, kendimi unutacak düzeye geliyorum.

‘Sığındığımız vadiyi bombaladılar’

Saldırı olduğunda, hepimiz köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Başka köylerden de insanların bizim köye gelmesiyle birlikte sayı o kadar çok artmıştı ki ne yapacağımızı bilmiyorduk. Orda bir vadiye sığındık. Uçaklar bu vadiyi de bombaladı. Karadan da korucular bize saldırıyordu. Köyümüzün karşısındaki Tazeşar köyü kimyasal silahlarla hükümet tarafından bombalandı ve köy yerle bir edildi.

‘Gözümüzle cehennemi gördük’

Peşmergeler Irak ordusuna karşı çok da çatıştı. Onların şehit düştüğünü gördüğümüzde hepimiz vadiye doğru kaçtık. Savaş uçakları kuş sürüsü gibi, bölge üzerinde uçuyordu ve saldırıyordu. Ancak, başta onlar bize direkt saldırmadı, bizi bir noktaya doğru sürüklemeye çalıştı. Irak ordusu, bir köy muhtarını bizim yanımıza gönderdi ve köyü boşaltmamızı söyledi. Bizi Qadir Kerem ilçesine doğru yönlendirdi.

Bizim köyde ben ve iki kız kardeşimin ailesi, eşim ve çocuklarım kalmıştı. Biz de Qadir Kerem’e gittik. Oraya gittiğimizde bir toplama kampı ile karşılaştım. Çevremiz tamamen kuşatılmıştı. Korucuların hepsi orada toplanmıştı. O zaman köylümüz olan yaşlı bir adama “Sait Amca satıldık” dedim.

10 Nisan’da yola çıktık ve iki gün, iki gece yürüyerek, 12 Nisan’da oraya ulaştık. Orada gözümüzle cehennemi gördük. Qadir Kerem’de yakınları olanlar evlere yerleşti. Yakınları olmayanları topladılar ve ayrıştırdılar. Eşim ve oğlumu götürdüler. Evlerin kapısını çalıyorduk, ama kimse bize açmıyordu. Dışarıda kalmak zorunda bırakıldık.

Aynı zamanda hoparlörden sürekli çağrı yapılıyordu, gidip merkezlere teslim olmamız, hayatlarımızı anlatmamız durumunda serbest bırakılacağımızı da söylüyorlardı. Yaşı genç olanları ayrıştırıp, peşmerge olmalarının önüne geçmek için öldürüyorlardı.

Kampa gidenlerin hepsi kuşatma altındaydı ve büyük kamyonlara bindirilerek oradan götürülüyorlardı. Bazıları son kez ailelerini görmek istediklerini söyleyip oradan çıkmayı başardılar. Onlar hâlâ hayatta, ancak kamyonlara bindirilip götürülenlerin hiçbirisi geri dönmedi.

Biz de o dönemde Duz, Kelar’dan gelen akrabalarımızın yardımıyla o toplama kamplarından kurtulduk. Ben de kardeşimin kimliğiyle oradan kurtarıldım.

Ben kurtulmadan kısa bir süre önce oğlumu aldılar, benden...

‘Çığlıklar hiç dinmiyordu’

Xeyriye Qadir:
Ben sadece gözlerimle gördüklerimi size anlatacağım. İnsanları kamyonlarla getiriyorlardı. Çevresini polis ve asker kuşatıyordu, böylece bizim görmemiz de engelleniyordu. İşkence ediyorlardı insanlara, çığlıklar hiç bitmiyordu. Bazı insanların pencereden kaçıp kurtulduğunu gördüm.

Polis, tank ile zırhlı araçlar da daima binanın çevresindeydi. Kamyonlar geldiğinde polis ve askerden insan koridoru yapıyorlardı, böyle içeri götürüyorlardı.

‘Tek yapabildiğim ağlamaktı’

İnsanları getirip, götürmek için her türlü aracı kullanıyorlardı. Tek yapabildiğim, evimin penceresinden bakıp ağlamaktı.

Bir gün yanıma bir kadın getirdiler. İki polis getirdi, hamileydi. Bana bu kadın yanında kalacak ve çocuğu dünyaya geldikten sonra da bize teslim edeceksin dediler.

Teslim edeceğime dair bir kağıda da parmağımı bastırdılar. Bebek doğdu, saracak, giydirecek bir şeyimiz yoktu. Ama kadının şansı vardı onu getiren polisler bir daha o merkezde göreve gelmedikleri için onu unuttular ve öylece kurtulmuş oldu.

‘Toprağımızda katledildik’

Nezire Ali Mustafa:
Benim ailemden 50 kişiyi götürdüler. Sadece 2 çocuğum kaldı. Kendi topraklarımız üzerinde katledildik. Benim anlamadığım şu, biz kendi toprağımızda kimseye zarar vermeden yaşıyorduk. Bir Kürt gidip başka bir halkın toprağını işgal etmiş mi? Hem işgal ediyorlar, hem de bizim sesimizi kısmaya çalışıyorlar. Ben hiç bir zaman boyun eğmedim ve eğmem de...

Keşke biz de enfal edilseydik ve ölseydik. Çünkü yaşadığımız hayat, hayat değildi. İki çocuğum vardı. Eşim enfal edildiğinde ben hamileydim, çocuğumun ismini de Koçer koydum. Hükümet hamle yapmıştı ve enfalden kurtulanları toplamaya devam ediyordu.

Enfaldan kurtulan ne kadar kadın varsa hepsi yönünü mezarlığa çevirmişti, çünkü yaşayan insanların gidip yaşamayacağı tek yer olarak mezarlık düşünülüyordu. Devlet enfal ailelerinin oraya sığındığını duyduğunda orayı da boşalttırdı..“

RO/Ömer Kaçar
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live