Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

Komisyon “hakikatleri araştıracak” mış…

$
0
0
Rizgarî Online/ TBMM bünyesinde kurulan, MHP ve CHP’nin üye vermeyeceği, komisyonun, eski PKK’lileri, emekli Türk askerlerini ve bölgeden tanıkları dinleyeceği bildirildi. DHA´nın konuyla ilgili haberinde şunlara yer verildi:”Cemil Çiçek’e göre, komisyon muhalefetsiz de çalışır. CHP ve MHP’nin sert muhalefetine rağmen önceki gün Meclis bünyesinde kurulan Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu, eski PKK’lılar ile ailelerini dinleyecek. Çözüm Komisyonu, PKK’nın 1993 ve 1998’deki geri çekilmeleri sırasında yaşanan köy yakma, boşaltma ve işkence olaylarını da tanıkların ifadelerine bağlı olarak değerlendirecek. Komisyon, bu konuda bölgedeki sivil toplum örgütlerini, hayatını kaybeden asker ve PKK’lıların yakınlarını, istihbaratçıları, emekli askerleri ve bölgeden tanıkları da dinleyecek.Komisyon, Kürt sorununun çözümüyle ilişkilendirilen Turgut Özal’a suikast iddialarını da araştırılacak. Ayrıca İngiltere ve İspanya gibi ülkelerdeki deneyimler de incelenecek.

AKP’nin on üye vereceği komisyonda, CHP’ye dört, MHP’ye üç üyelik düşüyor. Ancak bu iki parti komisyona üye vermeyecek. Dolayısıyla BDP’nin vereceği bir üyeyle birlikte komisyonda 11 kişi görev yapacak.

Muhalefetsiz de çalışır

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, CHP ve MHP’nin önceki gün Meclis’te kurulan çözüm sürecine ilişkin araştırma komisyonuna üye vermemesiyle ilgili soruya karşılık, “Tabii ki kendi taktirleridir. Eğer gerekli çoğunluk varsa eksik üyeyle de bu komisyonların çalışma yaptığına dair elimizde çok sayıda örnek vardır” dedi.

16. Avrasya Ekonomi Zirvesi’ne katılan Çiçek, arada gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Çözüm komisyonundan söz ederken zaman zaman bazı kavramların birbirine karıştırıldığını söyleyen ve TBMM’de üç tür komisyon olduğundan bahseden Çiçek, şöyle konuştu: “Dün (önceki gün) kurulan komisyon Anayasanın 98. ve iç tüzüğümüzün 104. 105. maddelerine göre talep edilmiş ve kurulmasına da Meclisimizin karar verdiği bir komisyondur. Komisyonun çözüm süreciyle ilgili bu görevleri dışında başka görevleri yerine getirmesi de mümkün gözükmüyor. Yani sınır dışına çıkacak, terör örgütü üyelerinin denetlenmesi gibi bunların mecliste denetlenmesi yönünde bazı talepler var. Vatandaş bu komisyonlarla bu talebi de karıştırıyor olabilir. Onun için işin doğrusunu ben söyleyeyim. Sonra herkes bu sürecin neresinde bulunuyorsa ona göre değerlendirmesini yapsın.”

RO/Zilan Dersim

Çekilme takvimini açıkladı

$
0
0
Rizgarî Online/ Tarafsız Bölge'ye konuk olan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 'Çözüm Süreci'yle ilgili Ahmet Hakan'ın sorularını yanıtladı. Demirtaş, KCK'nin geri çekilmesiyle ilgili: "Bu sürecin başından beri belirtiyoruz. Biz AKP'ye destek verdiğimiz için, barışa inandığımız için bu sürecin içindeyiz." dedi.Demirtaş, CNN Türk canlı yayınında gündemi değerlendirdi. Demirtaş'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle;“Geçmiş hükümetler barış şansını değerlendiremediler. Siyaset tek başına güven değildir. Bu sürecin başından beri belirtiyoruz. Biz AKP'ye destek verdiğimiz için, barışa inandığımız için bu sürecin içindeyiz. Biz bir muhalefet partisiyiz.ÖCALAN'LA GÖRÜŞME

Öcalan ve Kandil arasında tam bir mutabakat var mı?

Bu konuda bir sıkıntı görmedik. Kandil'deki yöneticilerin Öcalan'ın çözüm yöntemlerine dair hiçbir tereddütleri yok. tam olarak arkasındalar.

Öcalan'ın kaygıları da var. Ben AKP'ye tam olarak inandığım için bu süreci girdim demiyor Öcalan. Nevruz bildirisini hatırlamakta yarar var. Biz çatışarak başkalarını değirmenine su taşıdık. Biz kürt sorununu silahsız çözüm yöntemini hayata geçirebilmek için kendi gönlümüze uygun bir iktidarın seçilmesini mi bekleyeceğiz. İktidarda kim olursa olsun, bu yöntemde ısrarcı olmak ilkesel bir duruştur.

KANDİL TEK SES Mİ?

Dağdakilerin hepsi aynı görüşte mi?

Farklı gruplardan, birbiriyle çelişen gruplardan bahsedemeyiz. Oradaki bütün yönetim kademeleri sürece ilişkin hemfikirler. Biz silahlı bütün güçlerimizi geri çekecğiz. Ortadoğu genelinde yayılmış bir gücüz. Bütün güçlerimizi de aynı anda ulaşıp, ikna edemeyiz. Yönetim olarak, bizim işimizi en kolaylaştıracak şey, Öcalan'ın hitap etmesidir.

SİLAHLI UNSURLARI ÇEKİLMESİ

Bu konuda bir mutabakat var mı?

Sınırötesine çekilme yüzde yüz tamamlanmıştır diyemiyorum. Önümüzdeki 1 hafta içinde konu tamame netleşmiş olacak. Öcalan, Kandil'e bir mektup yazdı. Öcalan'ın şöyle bir tavrı var. Stratejik bir değişiklikten bahsediyor. Artık çekilmenin yöntemi teferruattır. Süreç buraya takılsın istemiyor. Geri çekilme meselesi çok küçük bir detay. Hükümette buna dikkat etmeli.

Geri çekilmenin bir provokasyona zemin hazırlamaması için önerilerini iletiyor Kandil. Yoksa süreci çıkmaza sokmak gibi bir niyetleri yok. Geri çekilme, barışın kendisi ya da çözüm değildir.

KANDİL'DE TOPLANAN SİLAHLI UNSURLAR NE OLACAK?

Kandil'te toplananlar bir tehdit olarak kalmayacaktır. Burada görev siyasete düşüyor. Siyasate kanalları açıldığında silahlar tam olarak susacaktır. Bu bir aile kavgası değil, bir anda olmayacaktır. Biraz sabırlı olmak lazım. Hak ve özgürlükler konusunda cesur olmak lazım. Aceleci olmamak lazım.


-SORU: Şehirde üç günlük gerginlik var. PKK Hizbullah çatışması mı?

3 günden bu yana üniversiteden yaşanan olaylardan büyük üzüntü duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. Yaşananlar bizi memnun etmedi. Öğrencilerin yaralandığı, göz altına alındığı bir olaydan üzüntü duyduk.

Şu an üniversitede olup bitenlerin kaynağı, güçler ilişkiler tartışılması gereken konulardır. Yakın zamanda üniversitlerde böyle şeylerin olabileceğine dair duyumlar vardı. Umut ediyorum ki bu tür gerilimlerin tartışılarak çözüleceği ortamı sağlayacağız.

-SORU: 90'lardaki Hizbullah-PKK çatışma durumu vardı. Herkesin aklına bu geldi...

Geçmişin bu konuda negatif bir birikimi var. kötü hatıralar var. Herkesin bundan ders çıkarmış olmasını umut ediyoruz. Kimsenin bu tür olaylara tenezzül etmemesi lazım. Dicle Üniversitesi'ndeki arkadaşların arasındaki sorunu çözmesi lazım. Üniversite yönetiminin artık bir şeyler yapması lazım. Kimler ne yapmaya çalışıyorsa, ortaya çıkarıp hesabının sorulması lazım.

Bu tür dönemlerde gençlerin niyeti ne olursa olsun, genç arkadaşlarımı zan altında bırakmak istemiyorum. Olaylar başladıktan sonra başka niyetleri olanlar bu olayları başka yerlere taşımak isteyebilirler. Bu olay toplumsal çatışmaya döner diye çekincemiz var.

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tabii ki etkinlikler yapılır. Bu mitinglere katılan insanların çoğu bizim insanlarımızdır. Birileri BDP Kutlu Doğum Haftası'na karşı gibi propagandalar yaymaya çalışıyor. Böylesi bir tartışmadan başlıyor ama sonrasında gelişen olaylar bunla bağlantılı değil. Peygamberimizin anmasına yapamazsınız tartışmasından başlamıyor. Örgütlü gruplar satırlar okula giriyor. Polisin olduğu yerde öğrenciler nasıl satırla elini kolunu sallayarak içeri girebiliyor. O polisler kim, kimlerde talimat aldı bunları açığa çıkarmak gerekiyor. Üniversite yönetiminin tutumu vahimdir. Yönetim sizin taraf, bizim taraf diye ayrım yapamaz. Bazı polis gruplarının kişilerle birlikte hareket ettiği görüntülerde de var.

Kimlerin ne amaç elde etmek istediği iyi anlaşılmalı. İki taraf içinde faydalı bir tutum değil.“

RO/Ömer Kaçar

Çekilmede fiili durum

$
0
0
Rizgarî Online/ HPG´nin çekilmesine ilişkin olarak Taraf gazetesinde MELİH ALTINOK imzasıyla yer verilen haberde şunları ileri sürdü:”HÜKÜMET kaynaklarından Taraf ’ın edindiği bilgiye göre, PKK’lıların sınır dışına silahsız çekilmesi için yasadan ziyade fiili durum oluşturulacak. PKK’nın çekilmesiyle ilgili Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yazılı olarak “operasyon yapma” emri verilmesi hükümetin gündeminde değil. Süreç fiilen yürütülecek.PKK militanlarının sınır ötesine çekilme sürecinde, askerin tutumunun yazılı talimatla belirleneceği öne sürüldü. Milliyet gazetesinin haberine göre, 28 Şubat soruşturmasını örnek gösteren askerî çevreler, sözlü emirle hareket edilmesinin ileride sorun yaratabileceği görüşünde. İddiaya göre, askerin bu yöndeki görüşü üzerine harekete geçen hükümet de, sürecin askerî ve sivil bürokrasiye uygun olması için yazılı talimat alternatifinin ağırlık kazandığı bir düzenleme üzerinde çalışıyor. Söz konusu iddialara Bişkek yolunda uçakta yanıt veren Başbakan Tayyip Erdoğan şunları söyledi: “Böyle şey olmaz. Verilmesi gereken emir olursa askerimize polisimize veririz.’’

Yazılı emir gündemde değil

Orduya yazılı bir emir verilmesi konusunun gündemlerinde olmadığını belirten hükümet kaynakları ise Taraf ’a şunları söyledi: “Hukuksuz bir emir söz konusu olamaz. Söz konusu haber yorumları da anlamakta güçlük çekiyoruz. Zira terör örgütüne yönelik askerin yaptığı operasyonlar zaten hükümetin emriyle olur. İlgili birimler bulundukları bölgede valilerden izin alıp ya da onların emriyle operasyon yaparlar. Hükümetin bilgisi ve onayı olmadan operasyon yapmaları düşünülmez. Dolayısyla TSK’ya ‘operasyon yapma gibi’ yazılı bir emrin verilmesi düşünülmez. Emir ancak ‘operasyon yap’ şeklinde olabilir. Sayın Başbakan’ın konuyla ilgili söylediği sözler de bunu açıkça ortaya koyuyor.”

Operasyon emri verilmeyecek

Edinilen bilgiye göre hükümet, PKK’lıların silahsız olarak sınır dışına çekilmeleriyle ilgili fiili bu durum oluşturacak alternatifler üzerinde çalışıyor. Buna göre PKK’lıların sınır dışına çekilmeleri için bir güzergâh belirlenecek, bölgedeki askerî birimlere konuşlandıkları mıntıkadan hareket etme ve çekiliş güzergâhına operasyon yapma emri verilmeyecek.”

RO/Zilan Dersim

Karayılan: Neden bizden de bir heyet İmralı'ya gitmesin?

$
0
0
Rizgarî Online/ “Çözüm sürecine” ilişkin İmralı'yla iletişimin ağır işlediğini belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, "biz hareket olarak süreci ilerletmek istiyoruz ama İmralı ile iletişim ağır işliyor. Çözüm sürecinde Güney Afrika gibi bir tarz olmalı. Hızlı karar alabilmemiz için ihtiyaç olursa neden bizden de bir grup İmralı'ya gitmesin ki?" dedi. ANF´de yer verilen haberde şunlar kaydedildi:”KCK Dış İlişki - Enformasyon Bürosu’ndan alınan bilgilere göre Türkiyeli, bölgesel ve uluslararası onlarca basın kuruluşu Murat Karayılan ile görüşme yapmak için başvurdu. Tüm taleplere yanıt veremediklerini, şu ana kadar başvurulardan ancak bir kısmının talebine olumlu yanıt verebildiklerini aktaran Enformasyon Bürosu, kimi kuruluşlara verilen randevuları ise yoğunluk nedeniyle iptal etmek zorunda kaldıklarını bildirdi.ABD’den Newyork Times, İngiltere’den The Indipendent, İsveç Radyosu, Danimarka Radyosu, Ortadoğu’dan Al Cezire TV, Mısır Gazetesi Al Misir Al Yewm, Lübnan’dan Al Etejah TV, Karayılan’ın son dönemde demeç verdiği basın kuruluşları arasında.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ve KCK Yürütme Konseyi Üyesi Ronahî Serhad, dünyanın tanınmış basın yayın kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi.

Ateşkes sürecine ilişkin soruları yanıtlayan Karayılan, ’93 yılından beri bu son ateşkes hariç 8 kez ateşkes ilan ettiklerini belirtti, son olarak Oslo süreci olarak bilinen süreçte İmralı’yla görüşmeler yapıldığını anlattı.

İMRALI’YLA İLETİŞİM AĞIR İŞLİYOR, GÜNEY AFRİKA TARZI OLABİLİR

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Karayılan, daha geri çekilme kararını vermediklerini ve İmralı’yla iletişimlerinin ağır işlediğini vurguladı.

Karayılan, gazetecilerin soruları üzerine çözüm için Kürt Halk Önderi Öcalan’la iletişimde olmaları gerektiğini vurgulayarak ‘ihtiyaç olursa neden bizden de bir grup İmralı’ya gitmesin ki’ dedi. Karayılan; “Biz hareket olarak sorunu aşmak ve süreci ilerletmek istiyoruz. Akil İnsanlar Komisyonu yetersiz de olsa kuruldu. Meclis Komisyonu için başvuru oldu. Bunu hareket olarak tartışacağız. Biz, süreci tıkatma değil geliştirme yanlısıyız. Ancak Önderlik’le irtibata geçmemiz 15-20 gün sürüyor. Önderliğin yanına gitmek için heyet Adalet Bakanlığı’na başvuruyor, Bakanlık ise Başbakanlığa gidiyor. Oradan izin çıkarsa heyet Önderliğin yanına gidiyor. Ardından bize geliyor. Biz ise gelen mesajlar üzerine fikirlerimizi belirtmek istediğimiz zaman, heyet tekrardan Adalet Bakanlığı’na başvuruyor ve o da yine Başbakanlığa gidiyor. Bu da sürecin çok yavaş işlemesine neden oluyor. Çözüm sürecinde Güney Afrika örneği gibi bir tarz olmalı. Önderliğimiz tecrit altında olduğu sürece sağlıklı iletişim gelişmiyor. Mandela örneği gibi olursa hızlı karar alınabilir. Daha hızlı olunmalı. Hızlı karar alabilmemiz açısından ihtiyaç olursa neden bizden de bir grup İmralı’ya gitmesin ki?” diye konuştu.”

RO/Ömer Kaçar

Aydın: “Süreci Kürt sorununun bir çözümü olarak okuyamayız!”

$
0
0
Söyleşi*/ Kürtlerin kabul edebileceği adil bir çözüme ulaşmadıkça Ortadoğu’da nihai barış ve sükûn ortamı hep uzakta olacaktır.Müzakere söyleşilerimin ikinci konuğu hukukçu ve araştırmacı yazar Osman Aydın. Aydın, Öcalan ile hükümet arasındaki müzakere sürecinin Kürt sorununun çözümü olmadığı, bu anlamda sürece umutlu veya umutsuz bakmayı gerektiren bir hususun da ortada bulunmadığını belirtiyor. Aydın, amacın hükumetin çatışmasız bir ortamın kendisine sağlayacağı avantajı arkasına alarak, 2023 için hedeflediği projelerini hayata geçirmesi olarak değerlendiriyor. Osman Aydın’ın politik sürece ilişkin görüşlerini okuyucularımızla paylaşıyoruz. Çetin Çeko.Sayın Aydın, bir kısım çevreler hükümetin MİT aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?

Hükümetle Öcalan arasında yapılan görüşmeleri/temasları “ müzakere” olarak nitelemenin ne kadar doğru olduğu konusunda emin olmak gerekir. Müzakere, tarafların eşit şartlarda, özgür bir ortamda ve yeterli hazırlıkların yapılması sonrasında yapılan görüşmeyi ifade eder. Burada ise, Öcalan eğer bir taraf ise, müzakere şartları ve ortamı onun açısından oluşmuş değildir. Hatta Kürt tarafından onunla görüşecek kişileri bile kendisinin belirleme şansı ve özgürlüğü bulunmamaktadır. Devlet belli bir format içinde bir şeyleri dizayn etmekte ve Öcalan bu dizaynın bir yerinde durmaktadır. Sonuç olarak ortada bir müzakere ve müzakere süreci bulunmadığı için sorduğunuz sorunun şıklarından birini onaylamak da mümkün değildir. Hükumet, çatışmasız bir ortamın kendisine sağlayacağı avantajı arkasına alarak, 2023 için hedeflediği projelerini hayata geçirmek istiyor.

Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?

Öcalan ve Hükümet arasında bir mutabakatın varlığı da tartışılabilir. Yoksa empoze edilen metinler mi var bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki Öcalan açısından müzakereci taraf olma koşullarının bulunmadığıdır. Erdoğan'ın bir çözüm projesi var mı diye soruyor Karayılan, Elbette ki Erdoğan'ın bir çözüm projesi var. Onun çözüm projesi silahların susması ve sonuçta PKK’nın silahtan arındırılmasıdır. Bu süreci Kürt sorununun çözümü olarak okumamak gerekir. Karayılan'ın da sanırım tereddüdü bu noktadadır. PKK ve BDP’nin sahip oldukları bilgileri yeterince bilmiyoruz. Bunlar gerçekten kani olmuşlar mı bilemiyorum. Ama PKK ve BDP için Öcalan hala en önemli unsurdur.

Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükûmeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir ucu yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?

Türkiye bölgede ve dünya genelinde giderek güç ve pozisyon kazanıyor. Bu özelliğe sahip bir devlet ile bölgesel ve uluslararası güçlerin ilişkilerini yoğunlaştırma ve somutlaştırma arzusu yükselir. Bu durum şaşırtıcı değildir. Uluslararası ilişkilerde yürüyen ilişki biçimi budur. Kaldı ki Ortadoğu'da sükunetin sağlanması, İran merkezli Şii yönetim blokunun oluşmasının önünün kesilmesi, Ortadoğu enerji kaynaklarının (özellikle petrol ve doğal gaz) çıkarılmasından dağıtımına kadar sorunsuz işleyen bir sistemin kurulması başta ABD ve AB olmak üzere uluslararası güçlerin hassasiyetle üzerinde durdukları hususlardır. Bu bakımdan Türkiye gibi Ortadoğu'da önemli bir güçle bu uluslararası güçlerin ilişki içinde olmaları ve belli meseleleri birlikte kotarmaları çok doğaldır. Soğuk rüzgarların estiği Türkiye İsrail ilişkilerinin yumuşatılması ve makul bir düzeyde tutulması için ABD’nin çabalarına bakıldığında bunu anlamak daha da kolaylaşmaktadır.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?

Öcalan, PKK, BDP ve Kürt halkının önemli bir kesimi için Öcalan hala ciddi bir pozisyona sahiptir. Onun bu pozisyonu itibariyle müzakereleri yürütmede birinci derecede siyasi aktör olması doğaldır. Ancak Öcalan'ın bulunduğu koşullar (özgür olmaması) onun bu niteliğini ve fonksiyon gücünü önemli ölçüde yaralamakta ve hatta yaptıkları üzerinde şüphe bulutlarının her zaman dolaşmasına nedendir. PKK’nın otuz yıllık silahlı mücadelesinin ilanihaye sürmesi elbette ki düşünülemez Bir gün o silahlar susar. PKK yenilmediğine göre silahların susması ve ileride belki de bırakılması elbette ki belli kazanımlar sonucu olabilecektir. Ama Kürt halkı otuz yıl boyunca çok büyük acılar çekti. Öldüler, işkence gördüler, aşağılandılar, yoksulluk çektiler ve en önemlisi yurtlarından bir daha dönmemek üzere sökülüp atıldılar. Bu halk bu acıların ve otuz yıllık mücadelenin somut ürünlerini görmek ister.

Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı milli”, “Çanakkale ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belli bir sistematiği olmayan eklektik bilgiler içeren bir metin. Savaşın durması Türkler ve Kürtler için çok önemli. Herkes bu noktaya takıldığı için, bu mesajların Kürt Halkı için ne ifade ettiği pek düşünülmedi veya gözden uzak kaldı.

Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

Siyasi ihtilafların çözümü belli unsurların kabulü ile mümkündür. Öncelikle ihtilafın ne olduğu konusunda doğru tanımlama / isimlendirme yapmak gerekir. İhtilaf Kürt sorunudur. Hatta Kürdistan sorunudur. İkincisi ihtilafın taraflarının doğru tanımlanmasıdır. Taraflar devlet ve Kürt halkıdır. Taraflar belirlenirken alt grupların olması mümkündür. Bu grupların ihtilaf nedeniyle hakları ve çıkarları ihlal olmuşsa onlar da ihtilafın tarafı olarak barış sürecinde ikincil derecede aktörlerdir. Hatta zaman zaman barışın sağlanması için katalizör rolü de oynayabilirler. Belirttiğiniz unsurların bu anlamda Kürt Halkının meşru temsilcileri ile birlikte hareket etmeleri gerekir.

Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?

Kürtler Ortadoğu coğrafyasında 40 milyonu aşkın bir nüfusla devleti olmayan bir halktır. Bu halkın kendi kaderinin kendisinin belirlemesi ve kendi yönetsel sistemini kurması kadar doğal ne olabilir ki? Ortadoğu'da en önemli sorunlardan biri Kürdistan sorunudur. Bu sorun Kürtlerin kabul edebileceği adil bir çözüme ulaşmadıkça Ortadoğu’da nihai barış ve sükûn ortamı hep uzakta olacaktır.

Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz?

Bütün yapılanlar ve yapılmak istenenler çatışmazlık ortamını yaratma konusunda umutlu olmak için fazlasıyla neden bulunmaktadır. Ancak Kürt sorunun çözümü mü bu? Hayır! Bu yapılanlar Kürt sorununun çözümü olmadığı için bu anlamda sürece umutlu veya umutsuz bakmayı gerektiren bir husus da yok demektir.

cetin.ceko@gmail.com

*www.kurdinfo.com

“Devletin adını kimse tartışmaya açabilir mi”?

$
0
0
Rizgarî Online/ Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 'ın Siyasi Başdanışmanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, TGRT Haber’de Batuhan Yaşar'ın sorularını yanıtladı. PKK 'nin çekilmek için pazarlık yaptığı iddialarına cevap veren Akdoğan örgütün çekilme adımını atarken "Nevruz'da Öcalan'ın okunan mektubu aslında buna cevap veriyor" derken, silahlı mücadelenin miadını doldurduğu için PKK'nin geri çekilmeye başladığını söyledi.”Çözüm sürecinde hükümetin gizli kapaklı bir şey yapmadığını, örgüte bir şey vaat etmediğini” de dile getiren Akdoğan, "Aşırı kaygı ve korku pompalamaya gerek yok. Bir de bu süreç, PKK'nın örgütsel hedeflerini gerçekleştirme, yerine getirme değil. Yani hükümet bütün onların her şeylerini tatmin etmek zorundaymış gibi bir hava estiriliyor. Bu yanlış bir durum, yanlışlar silsilesinin sonucunda bu noktaya gelinmiştir. Silahın devre dışı bırakılması normalleşme sağlayacaktır" şeklinde konuştu.

Süreçte Qendîl kanadından gelen açıklamaları de değerlendire Akdoğan "Onların her dediğini de çok ciddiye almak doğru değil. Bu süreçte bunların çok fazla konuşması da sürece fayda getirmiyor. Bu sürece toplumsal desteğin fazla olması önemli. Bu sürece toplumsal destek AK Parti'ye ve Sayın Başbakanımıza olan destekten mütevellittir" diye konuştu. "Kandil 'şunu' dedi, Karayılan 'bunu' dedi" şeklindeki açıklamalara güven olmadığını, bunların kale alınmasının bile sürece zarar verdiğine vurgu yapan Akdoğan, "Ben bunların üzerinde çok fazla yoğunlaşılmamasını istiyorum" dedi.

CHP’NİN ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ TAVRI

“CHP bir yerden sonra sürece dahil olacak mı?" sorusunu cevaplayan Akdoğan, CHP'nin tüm görüşmelere rağmen sürece destek vermediğini belorterek, "Zorla CHP'yi sürece sokacak halimiz yok" dedi. CHP'nin gönülsüz olduğunu ve CHP'nin peşinden koşamayacaklarını anlatan Akdoğan, "Biz CHP'nin de diğer partilerin de bütün toplum kesimlerinin, STK'ların da taşın altına elini koymasını istiyoruz. Ama destek vermiyorlarsa oturup ağlayacak halimiz yok. Yükün altına girmek istemiyorlarsa biz kendimiz sırtlar ve götürebildiğimiz kadar götürürüz" şeklinde konuştu.

Sadece AK Parti'nin pozisyonuna göre pozisyon alarak siyaset yapmaya çalışmanın siyaset olmadığını söyleyen Yalçın Akdoğan, "Sorun CHP'nin kendi içinde. Bu yüzden net bir tavır koyamıyorlar" dedi.

YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARI

Yalçın Akdoğan, yeni anayasa konusuyla ilgili soruları da cevapladı. Uzlaşma komisyonundan bir uzlaşının çıkmamasının AK Parti'nin yeni bir anayasa yapma umudunu ortadan kaldırmadığını belirten Akdoğan, "Milletin beklentisi budur. Bunu yapmak için bizim mücadelemizi devam ettirmemiz gerekiyor" diye konuştu.

AK Parti'nin kendi anayasa teklifini referanduma götürebilmesi için Meclis'te 330'u bulması gerektiğini belirten Akdoğan, "Yani bizim birilerinin desteğini daha bulmamız gerekiyor. Bu CHP mi olur, MHP mi olur, BDP mi olur; kim ne kadar destek verir... Daha evvel bunu yapamadık ama 'tek tek partilerle bunu yapabilir miyiz'in elbette bir arayışı olacaktır. Ama şu parti, bu partidir demiyorum ben. Ama tek tek hangi parti ile uzlaşıp bu sayıyı bulabilirsek bu zorlanacaktır, bu gayret böyle devam edecektir" şeklinde konuştu.

Yeni anayasadaki vatandaşlık konusuna da değinen Akdoğan, vatandaşlık tanımı için ayrımcı dayatmalarda bulunulmasının doğru olmayacağına vurgu yaptı. Akdoğan, vatandaşlık konusunun üzerinde tartışılması gereken bir konu olduğunu fakat herkesin 'Türkiye Cumhuriyeti' üst kimliğinde bir araya geleceğini ifade etti.

'ELEŞTİRİLER TERBİYESİZCE'

Programda “Akil İnsanlar” konusu da gündeme geldi. Yalçın Akdoğan, “Akil İnsanların” çok farklı düşünce dünyasından ve farklı ideolojilerden olduklarını, farklı kesimleri temsil ettiklerini belirterek, bir rapor hazırlayacaklarını belirtti. Heyeti'n oluşturulmasını değerlendiren Akdoğan, "Bu yöntem eğer başarılı olursa aslında iyi bir yöntem de kazanmış olacağız" dedi.

“Akil İnsanların” maaş alacaklarına yönelik iddiaları da yalanlayan Akdoğan, Akil İnsanlara yönelik eleştirilere ise "Bunlar son derece terbiyesizce edilmiş laflar" diyerek tepki gösterdi. Yalçın Akdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Beğenirsiniz beğenmezsiniz burada mesele şu; şimdi farklı düşüncesi olabilir, biz beğenmeye de biliriz. Burada herkes kendi kavramsallaştırmasıyla, kendi lisanıyla, kendi sözcükleriyle elbette 'akan kan dursun' diyecek. Biz onlara kendi değer dünyamıza göre bir şey dikte edip 'hadi bizim kavramlarımızla bunu anlatın' demiyoruz. Onlar kendi kavramsal çerçeveleri neyse, üslupları neyse onunla oraya gidip anlatacaklar veya dinleyecekler. Yani muhalefetin yakıştırmalarını çok doğru bulmuyorum"

'T.C. İBARESİNİN KALDIRILDIĞI İDDİALARI İSTİSMAR EDİLMEYE ÇALIŞILAN BİR KONU'

Yalçın Akdoğan, bazı bakanlıklardan 'T.C.' ibaresinin kaldırıldığına yönelik iddialara da cevap verdi. Akdoğan şunları söyledi:"Burada Türkiye Cumhuriyeti konusunda herhangi bir ön yargı veya herhangi bir çekince olabilir mi? Yani biraz önce ben bahsettim, vatandaşlık meselesinde bunu biz öneriyoruz; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı üst kimliği. Bu bizim önerdiğimiz kavram, bu hepimizin ortak değeri. Devletin adını kimse tartışmaya açabilir mi veya buna karşı bir ön yargı gelişebilir mi? Yani 'ama işte bilmem neredeki dispanserin başına da illa T.C. girsin'. Sağlık Bakanı sanıyorum bu çerçevede; 'bakanlığın üzerinde bu ibare var. En taşradaki, ücra köşedeki herhangi bir yerin başına illa asmaya gerek. Burası zaten Türkiye Cumhuriyeti' anlamında bir söz söylemiş. Yani bunu başka bir yere çekmek doğru olmaz."

Kurum tabelalarından T.C. ibaresinin kaldırıldığı şeklindeki iddiaların istismar amaçlı olduğunu vurgu yapan Akdoğan, "Yani devletin adı konusunda kimsenin herhangi bir çekincesi, eleştirisi, ön yargısı yok. Böyle bir şey de düşünülemez. Bu bağlamından koparılarak istismar edilmeye çalışılan bir konu. Bunu çok ciddiye almamak gerekir" şeklinde konuştu.

BAŞKANLIK SİSTEMİ

Akdoğan programın sonunda ise, başkanlık sistemi ile ilgili soruları cevapladı. Başkanlık sisteminin 90'lı yıllarda Özal zamanında tartışıldığını, AK Parti'nin de en başından beri tartıştığını ifade eden Akdoğan, Başkanlık sisteminin ise çözüm sürecinin bir parçası olmadığını kaydetti.

RO/Ömer Kaçar

JİTEM, MGK bünyesindeydi!

$
0
0
Rizgarî Online/ 28 Şubat sürecinde TC´nin İstihbarat Daire Başkan Vekili olan Bülent Orakoğlu, JİTEM’in, Türk Milli Güvenlik Kurulu bünyesinde oluşturulduğunu belirtti.Taraf´ın AA´ya dayanarak verdiği haberde şunlar kaydedildi:”Meclis Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu, Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkan Vekili Bülent Orakoğlu ve halen emniyet müdürü olan Osman Ak’ı dinledi. Yasa dışı dinlemeleri araştıran “Meclis Böcek Komisyonu”na konuşan 28 Şubat sürecinin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekili Orakoğlu, varlığı üzerinde tartışmalar dinmeyen JİTEM’in, Milli Güvenlik Kurulu bünyesinde oluşturulduğunu iddia etti ve “Türkiye’de askerî vesayeti devam ettirmek isteyen unsurlar var” dedi. Dinleme için flu yapı

Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına ilişkin yeni bir komisyon kurulması gerektiğini söyleyen Orakoğlu, “Türkiye’de hâlâ soğuk savaş konseptini öne çıkaran bir anlayışla milleti öne çıkaran bir anlayış mücadele etmektedir” dedi. Türkiye’deki derin yapıların henüz çözülemediğini anlatan Orakoğlu, dinleme yapılabilmesi için flu, yani belirsiz ortamların oluşturulduğunu söyledi. T24’ün haberine göre Orakoğlu, makama oturduğu günden itibaren darbeyi önlemek için bir ekip oluşturduğunun söylendiğini anımsatarak, “Oluşturdum. Çünkü darbe yapmak meşru bir hak değildir. ‘Darbe yapmak Türk milletinin iradesine karşı ihanettir’ diye düşündüm’’ dedi.

Çetin Doğan en üstteydi

Yeni emekli olan Emniyet İstihbaratçısı Sabri Uzun da Böcek Komisyonu’na konuştu. Uzun, Türkiye’deki yasadışı dinlemelerin tamamının devlet görevlileri tarafından yapıldığını vurguladı. Uzun şunları ifade etti: “Devlet görevlisi olmadan dinleyenlerin hepsi de yakalandı. Ben 2001 yılında İstihbarat Daire Başkanı olduğum dönemde Ergenekon yapılanmasının şemasını bizzat gözlerimle gördüm. Orgeneral Çetin Doğan şemanın en üstündeki isimdi Ergenekon şemasında. Tuğgeneral rütbesinin altında kimse yoktu. Orgeneral olarak bir tek Çetin Doğan vardı. Daha sonra Tuncay Güney’in verdiği ifadede şemada gördüğüm isimlerden bir tane isim bile yoktu. Yani şunu demek istiyorum: O dönemde Tuncay Güney kendisinin dinlendiğini öne sürerek, Ergenekon yapılanması ile ilgili farklı isimler vermiş olabilir. Bir ülkenin kaderiyle, insanların kaderiyle oynamış olabilir.” AA ’nın haberine göre Uzun, Türkiye’deki yasa dışı dinleme işlemlerinin tamamının devlet görevlileri tarafından yapıldığını iddia ederek, “Devlet görevlisi olmayanlar tarafından da yapılanlar oldu ama bunlar hemen yakalandı’’ dedi. Komisyon üyelerinin, yasa dışı dinlemelerin nasıl ortaya çıkarılabileceği sorusu üzerine Uzun, hırsız evin içindeyse kilidin işe yaramayacağını kaydetti.

Başbakan 150 TL’ye dinlendi

Halen emniyet müdürü olarak görev yaptığını anımsatan Osman Ak ise, Başbakan’ın odasında bulunduğu iddia edilen prizdeki böceğin dışarıda 150-200 liraya satıldığını söyledi. Emniyeti ya da sokaktaki vatandaşı kontrol altında tutmak yerine santralı ve operatörü denetlemek gerektiğini ifade edene Ak, santralleri basit bir yazılımla, oradaki operatörlerin değişik amaçla kullanabileceğini söyledi. Ak, Türkiye’de bu konuda yeterli bir denetim olmadığını kaydetti.

Onayım olmadan dinleme olmaz

YASADIŞI dinleme yapan faillerin neden yakalanamadığı sorusuna Sabri Uzun, “Ben bunların hepsini 8 günde çözer, ortaya çıkarırım. Bunu ortaya çıkaracak çok adam var Türk polis teşkilatında. Şimdi bunlar ortaya çıkar, “çıkmaz” diye bir şey yok. Ama kişiler bir kere bunu yapmaktan vazgeçecekler, korkacaklar. Ben onay vermedikçe benim kurumda çalışanların yasadışı dinleme yapmasına olanak yoktur. Ben karaktersiz olursam yasa dışı dinleme yapılır. Başbakan’ın odasına böcek koyulur. Ben karakterli olduğum müddetçe kimse onu koyamaz, o da faili meçhul kalmaz’’ şeklinde yanıt verdi.”

RO/Zilan Dersim

PDK û YNKê: Me hêvî nedikir opozîsyona wisa bersiva me bide

$
0
0
Partiya Demokrat a Kurdistan (PDK) û Yekitiya Niştimanî ya Kurdistan (YNK), rexne li helwesta opozîsyona Herêma Kurdistanê sebaretî dirêjkirina heyama serokatiya Herêma Kurdistanê girtin û ragihandin, opozîsyonê li ber çavên medyayê û ji bo propagandayê bersiva me da.Piştî ku opozîsyona Herêma Kurdistanê ku ji tevgera Goran, komela îslamî ya Kurdistan (KÎK) û yekgirtûya îslamî ya Kurdistan (YÎK) pêk tê, ragihand ku li dijî dirêjkirina heyama serokatiya Herêma Kurdistanê ye, PDK û YNKê bersiva opozîsyonê dan.

PDK û YNKê duh (11.04.2013) di daxuyaniyekê de helwest û çawaniya ragihandina helwesta opozîsyonê li ser dirêjkirina heyama serokatiya Herêma Kurdistanê rexne kirin.

Di daxuyaniyê de hat gotin ku PDK û YNKê weke ku opozîsyonê ji raya giştî re ragihandiye tenê ji bo dirêjkirina heyama serokatiya Heêrma Kurdistanê bi opozîsyonê re neciviyaye ji ber ku jibolî wê babetê pirsên din ên niştimanî jî di civînên han de hatine gotûbêjkirin.

Di daxuyaniyê de wiha gotin: “Jixwe em li bendê bûn opozîsyon bersivek wisa bide lê me dixwest em bersiva xwe dûrî çavên medya wergirin û ev yek nebe propagandeya hilbijartinan. Lê mixabin tiştekî wisa rû neda.”

PDK û YNKê her wiha diyar kirin ku Mesûd Barzanî qet daxwaza dirêjkirina heyama serokatiya xwe nekiriye û tenê wan her du partiyan ji bo parastina yekrêziya kurdan û berpirstiya dîrokî ya xwe li hember bûyerên Iraq û deverê ev anîne rojevê.

Di çend rojên borî de şandeke hevbeş a PDK û YNKê bi opozîsyona Herêma Kurdistanê re civiyabûn û bi wan re li ser dirêjkirina heyama serokatiya Herêma Kurdistanê gotûbêj kiribûn.

Opoîzsyonê jî pêşniyara PDK û YNKê red kiribû.
Rûdaw

Qamişlo... Artêşa Azad dest da bi ser cihên nêzî firokexaneyê

$
0
0
Îro danê sibê li bajarê Qamîşloyê, êrişeke berfereh ji aliyê artêşa azad ve li dijî Firokexaneya navneteweyî ya Qamîşloyê pêkhat.Her weha di encama wê êrişê de, cîgeheke stratîjî kete destê Artêşa Azad û rêjîmê jî dest bi avêtina moşek û topên hawanê kir û bi awayekî tawşankî, ji ber wê jî, gelek guleyên hawanê bi ser mal û dibistanên bajarê Qamîşloyê ve ketine û hîn jî ziyanên madî û canî nehatine aşkire kirin.

Li gorî jêderên ji bajarê Qamîşloyê ku 2 guleyên hawanê yên ji aliyê rêjîmê ve ketine nav bajarê Qamîşloyê ku yek li nav dibistana Mîşêl Selîbe û yê din jî nêzî benzînxaneya Lezgîn Erif, bi ser mala Behedîn ketiye û ti ziyanên canî û madî aşkire nebûne.

Li gorî jêdera agahdar ku şer û pevşûn hîn jî berdewam e û guleyên wan ketine nav gundên Firfira de ketiye û balafirên şer jî li navçeyên şer de difirin û ketine amadebaşiyê.
Pukmedia

Kürtlerde erken doğan laik-dindar çatışması

$
0
0
Kurtuluş Tayiz*/ Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde olaylar devam ederken aklıma yakın zaman önce Aysel Tuğluk ’un bir gazeteye yazdığı şu sözler geldi: “Bölgede tarikatlar, radikal dinci gruplar oluşmamışsa, PKK ve Öcalan sayesindedir. PKK laikliğin güvencesidir.” PKK’nın bölgede “laikliği koruma” gibi bir siyasi misyon üstleneceğini aslında pek sanmıyorum. Türk tecrübesinin ne kadar sorunlu olduğunun onlar da farkında. Arap Baharı’nın etkisiyle etrafımızdaki laik diktatörlüklerin nasıl bir bir yıkılıp tarihe karıştığını herkes gibi onlar da görüp izliyor. Bu yüzden PKK’nın bölgede klasik bir Türk tipi laiklik modelini kopya edeceğini düşünmüyorum. Ancak tarihi istediğimiz gibi yapma şansına da sahip değiliz. Verili koşullar, siyasi gelenek ve alışkanlıklar bazen başka türlüsüne imkân vermeyebilir. Kürt hareketi teoride savunmadığı bir siyasal sistemi bölgede inşa etmeye de kalkabilir. Bunu daha çok siyasi ve sosyolojik dinamikler belirleyecek.

Dicle Üniversitesi’ndeki çatışmalara dönersek. Olayların nedenine ilişkin değişik iddialar var. Ama konuya vâkıf olabilecek bir isim olarak BDP lideri Selahattin Demirtaş’ın görüşleri daha açıklayıcı ve objektif görünüyor. Demirtaş olayların, Kutlu Doğum Haftası nedeniyle etkinlik düzenlemek isteyen dindar öğrencilere yapılan müdahale üzerine başladığını söylüyor. Dışarıdan müdahale nedeniyle de çatışmalar büyümüş.

Bölgedeki sivil toplum kuruluşu temsilcileri ise Dicle Üniversitesi’nde yıllardır böyle bir çatışmanın yaşanmadığına dikkat çekerek, barış sürecine yönelik provokatif bir müdahaleden kuşkulandıklarını dile getirdiler.

Provokasyon iddialarını dışlamamak kaydıyla bu olayı “olduğu gibi” görüp değerlendirmekten yanayım. Dicle Üniversitesi’ndeki çatışmalar bana Kürtler arasında erken doğan laik-dindar çatışması gibi geliyor. Olayların bir tarafında PKK merkezli Kürt hareketine yakınlık duyan öğrenciler bulunuyor, diğer tarafında ise Hizbullah ya da başka İslami gruplara yakınlık besleyen dindar öğrenciler var. Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında afiş asmak isteyen öğrencilere “yurtsever” olarak nitelenen öğrencilerin müdahalesi üzerine olaylar başlıyor. Karşı taraf da daha şiddetli bir tepki vererek olayları çatışmaya dönüştürüyor.

Kürt coğrafyası tek parçalı olmadığına göre siyasal kutuplaşma ve çatışmalar da aslında olağan. Dışarıdan başkaca bir müdahale olmadan da karşıt siyasi görüşler birbiriyle çatışabilir. Fakat karşılaştığımız her yeni olayda olduğu gibi bu kez de o ünlü komplo teorisi sorulmaya başlandı: “Neden şimdi?”

Hizbullah’ın kirli geçmişi (1990’larda Ergenekon bağlantılı JİTEM tetikçiliği yapmaları) şüpheleri ve komplo teorilerini beslemeye yarıyor. Ancak buradan hareketle de bütün bir Kürt İslami hareketi, Hizbullah bağlantısıyla ötekileştiriliyor.

Diyarbakır’daki çatışmalar, bence laik Kürt hareketinin, barış sürecinin etkisiyle görünür olmak isteyen İslami Kürt hareketine şiddetli tepki göstermesinden kaynaklanıyor. Yeni bir döneme girildi; sadece PKK merkezli Kürt siyasi hareketi değil, İslamcı Kürtler de bu yeni sürecin farkında. Kürt dindarlar siyasi varlıklarını gösterebilecek koşulların oluştuğunu düşünerek sivil çalışmalara hız verdiler. Bu yılki Kutlu Doğum Haftası da İslamcı Kürt hareketi için büyük bir önem taşıyordu. Siyasi bir çıkış yakalamak istiyorlardı. Böyle davranmalarının nedeni silahlı mücadele döneminin bitmesi ve PKK’nın bölgede yasallaşarak kurumlaşma evresine girmesidir. Bu bir nevi kendileri açısından tehlike çanlarının çalması anlamına geliyor. PKK/BDP bölgedeki etkinlik alanını hızla genişletirken, onlar da bu alanlarda varlık kurmaya yöneldiler.

Yılların koşullanmışlığıyla Kürt sokağı tahammülsüz, agresif ve ötekileştirici bir siyasi havayı soluyor. Bu, Kürt hareketinin otoriter ve tek merkezli siyasal yapılanmasından kaynaklanıyor.

Gerçi Kürt siyasiler, İslamcılarla uzlaşma mesajları vermeyi sürdürüyorlar. BDP’den gelen mesajlar son derece olgun gözüküyor. Bu mesajlar Kürtler arasındaki laik-dindar çatışmasının büyümesini önleyebilir ancak tek başına yeterli değildir; bunun için, PKK-BDP merkezli Kürt hareketinin hızla demokratik ve çoğulcu bir siyasal yapıya dönüşmesi gerekir.

kurtulustayiz@gmail.com

*Taraf/12.04.2013

Kürdistan´da ”barışa” destek yüzde 90

$
0
0
Rizgarî Online/ “Akil insanlar”, Dîyarbekîr´de toplantı ve görüşmeler yaptı. Heyet başkanı Yılmaz Ensarioğlu, “Bölgede sürece destek yüzde 90” dedi.Taraf gazetesinden Bahar Kılıçgedik´in haberi:”Barış süreci kapsamında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görev yapacak olan âkil insanlar heyeti, ilk toplantısını dün Diyarbakır’da gerçekleştirdi. Heyet üyeleri, amaçlarının bölgedeki siyasi parti, STK temsilcileri ve farklı kesimlerden insanlarla görüşüp onların önerilerini almak olduğunu söyledi. Güneydoğu heyetinin başkanı Yılmaz Ensarioğlu, yaptığı açıklamada, bölgenin yüzde 90 oranında çözüm sürecini desteklediğini belirtti. Ensarioğlu, “Çözümü, barışı en çok isteyenler, Kürtler başta olmak üzere burada yaşayan insanlardır” dedi.Yılmaz Ensaroğlu ile üyeler KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Mazlum Der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, Avukat Kezban Hatemi, eski milletvekili Mehmet Emin Ekmen, gazeteci Etyen Mahçupyan ve Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem’in katıldığı toplantıda heyet yol haritasını açıkladı.

Heyet olarak amaçlarının Kürtler başta olmak üzere bölgenin taleplerini dinleyip, derledikten sonra diğer komisyonlara, hükümete ve kamuoyuna iletmek olduğunu söyleyen Ensarioğlu, “Esas ağırlık vereceğimiz husus bölge halkının taleplerinin kamuoyuna iletilmesidir. Bölgenin sesini duyurmasını istiyoruz” dedi.

Güneydoğu’nun önemi

Ensarioğlu, şöyle devam etti: Bölgenin hem kendi içinde hem de Türkiye’yle serinkanlı ilişki kurması derdindeyiz. Birlikte yaşamanın koşullarını, zeminini burada yaşayan insanlarla belirlemek istiyoruz. Sadece bizim değil bütün Türkiye’nin gözü Güneydoğu’da. Türkiye’nin barışa dair, çözüme dair düşüncelerini belirleyecek bir noktadır Güneydoğu Anadolu. Özel bir mail adresi oluşturduk. İnsanlardan her türlü görüş ve düşüncelerini bu adrese atmalarını isteyeceğiz. Bu adreste toplanan görüş ve önerileri de komisyon yönetimi ve bize eşlik eden arkadaşlar değerlendirecek. Her şehir ziyaretinden sonra görüş ve talepler raporlara dönüştürülmeye çalışılacak.” Kezban Hatemi ise kendilerine çözüm sürecine ilişkin farklı kesimlerden görüş ve önerilerin geldiğini söyledi. Hatemi, “Bu bizi çok heyecanlandırdı. Bu ülkede artık herkes çözüm arıyor” dedi.

Siyaset değişiyor

İlk defa Türkiye’de çatışan tarafların âkil insanlardan deskek istediği bir süreç yaşandığını söyleyen Mazlum Der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ise “Bu devlet açısından da bir ilk. Türkiye’de bundan sonra siyaset yapma tarzının değiştiğinin göstergesidir” diye konuştu.

KESK Başkanı Lami Özgen ise şu ifadeleri kullandı: “Biz de bu bölgenin komisyonu olarak kendi misyonumuzun farkındayız.” “Güneydoğu’da olmak kolay mı zor mu? Beklentileri nasıl karşılıyorsunuz” sorusuna karşı Etyen Mahçupyan, “Savaş Güneydoğu’ya bir örtü gibi geldi, üstünü örttü. Güneydoğu diğer bölgelerden çok farklı bir yer. Yoğunlaşan ses de Güneydoğu’da bir entelektüel siyasileşmeyi yarattı. Çok daha derinlikli analizlere sahipler” dedi.

Heyetin yol haritası

Heyet, toplantı ve görüşmeler, yuvarlak masa toplantıları, forumlar, panel ve konferanslar yoluyla başta siyasi partiler, siyasi hareketler, STK’lar, dinî cemaatler, kanaat önderleri ve hakem rolü biçilmiş olan saygın kişiler olmak üzere bölgedeki her kesime ulaşmayı hedefliyor. Heyet, bu kapsamda Murat İzol ve Ceylan Önkol’un ailesini ziyaret etti. Gerilla ve asker aileleri ile de görüşen heyet, BDP ve HÜDAPAR’ı da ziyaret edecek. Heyet 13 nisana kadar Diyarbakır’da görüşme ve temaslarda bulunacak. Diğer kentlerdeki görüşmelerin ardından tekrar Diyarbakır’a gelecek olan heyet, burada STK’larla toplantı yaptıktan sonra rapor hazırlayacak.

CEYLAN’IN AİLESİYLE GÖRÜŞTÜLER

Âkil insanlar heyetinin Güneydoğu Anadolu Bölgesi Komisyonu, 2009 yılında Diyarbakır Lice’nin Şenlik Köyü’nde meydana gelen patlamada yaşamını yitiren 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un annesi ve babasıyla da görüştü.”

RO/Zilan Dersim

Schröder'den “çözüm sürecine” destek

$
0
0
Rizgarî Online/ Federal Almanya'nın eski Başbakanı Gerhard Schröder, “çözüm süreciyle” ilgili Türk hükümetinin başlangıç noktasını doğru bulduğunu belirtti.AA´nın kaydettiğine göre,” Schröder, Çukurova Genç İşadamları Derneği (Çukurova GİAD) tarafından Adana HiltonSA'da düzenlenen " Türkiye AB ilişkilerine siyasal bakış ve enerji koridorunda Adana" konulu konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye ile Avrupa Birliği'nin (AB) birbirlerine karşılıklı olarak ihtiyacı olduğunu söyledi. Schröder, Türkiye'nin önemli potansiyelleri olduğunu, üyeliğinin de AB'ye ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda katkı sağlayacağını ifade etti. Türkiye'nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile başlattığı reformları devam ettirmesi gerektiğini vurgulayan Schröder, üyelik sürecinde her iki tarafın da sabra ihtiyacı olduğunu belirtti.

Avrupa'da ekonomik anlamda bir kriz yaşandığını anlatan Schröder, "AB'de ortak bir para birimini sağlayıp da ekonomik, finansal ve sosyal bir politikayı ortaklaşa olarak paylaşmıyorsanız bu sistemde başarılı olmanız mümkün olmayacaktır. Bunun sonucunu yaşıyoruz. Mali anlamda birlik sağladığımızda sadece teknik bir çözüme gitmiş oluyoruz. Oysa gerçek bir siyasi birliğin tesis edilmesi önemlidir" diye konuştu.

AB'nin değişime gitmemesi halinde politik ve ekonomik çıkmaza gireceğinin altını çizen Schröder, birliğin güçlü ortaklara ihtiyacı bulunduğunu, Türkiye'nin de bu anlamda önemli bir ülke olduğun dile getirdi.

Türkiye'nin dünya ekonomisinde ve siyasetinde parlayan bir yıldız olduğunu, aldığı önemli yatırımlarla Rusya ve Çin'in yanında en hızlı büyüyen ülkeler arasında yer aldığını ve pozisyonunu giderek güçlendirdiğini aktaran Schröder, İslam dünyasının batı medeniyetine çok önemli katkılar sağladığını, kültürel farklılıkların birleştirici bir özelliği bulunduğunu kaydetti.

Schröder, bir katılımcının çözüm sürecine nasıl baktığını sorması üzerine, "Türk hükümetinin konuyla ilgili başlangıç noktasını doğru buluyorum" dedi.

‘DEVLET SİLAHLARINI BIRAKAMAZ’

Uzun vadede bir toplumun, barış içinde olması halinde ekonomik anlamda başarılı olabileceğine işaret eden Schröder, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hükümet bu temel noktaya göre hareket ediyor. Hükümet tarafında büyük bir cesaret görüyorum. Tatmin olmuş toplumu oluşturma çabasındalar. Türkiye'ye hoşgörülü bakan kişiler için bu iç barışın ve huzurun başarılı olması gerekiyor. Türkiye'nin bölgesel entegrasyonu ve bütünlüğü kesinlikle bozulmamalıdır ama silahları bırakması gereken taraflar devlet veya resmi kurumlar değildir. Devlet silahlarını bırakamaz çünkü kendini savunabilecek durumda kalabilmesi lazım. Ama bir başka tarafın silahları bırakması gerekiyor. Ben arzu ediyorum ki şiddet sona ersin ve söz konusu olanların da bunu kabul etmesi, kültürel hakların da tabi verilmesi gerekiyor."

Türkiye'nin enerji anlamında çok önemli bir coğrafyada yer aldığını da anlatan Schröder, "Türkiye'nin enerji kaynakları sınırlı olsa bile dünya enerji alanını etkileme potansiyeli çok yüksek. Adana'da da enerji sektörü giderek artıyor ve bu bölge Türkiye'nin ekonomisinin daha fazla büyümesinde önemli bir rol oynayacak" diye konuştu. “

RO/Cemil Süphan

Sakık'tan JİTEM itirafı

$
0
0
Rizgarî Online/ Ergenekon davasında tanık sıfatıyla ifadesi alınan Şemdin Sakık, davanın diğer tanığı PKK itirafçısı Adil Timurtaş'ın tanık ifadesine ilişkin açıklamalarda bulundu.Türk medyasında yer verilen haberin ayrıntısında şunlar kaydedildi: ”Şemdin Sakık, Ergenekon davası tanığı Adil Timurtaş'ın tanıklığı sırasında gerçekleri sakladığını iddia eden bir dilekçeyi, Ergenekon davasını yürüten mahkemeye gönderdi.Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Sakık, dilekçesini İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulmak üzere 4 Nisan 2013 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdi.Sakık, Ergenekon davasının tutuklu sanığı Deniz Yıldırım'ın Silivri Sulh Ceza Mahkemesi'nde verdiği "Kamu tanığı olarak dinlenen Adil Timurtaş, emniyette kendisine 25 sayfalık ifade tutanağının zorla imzalatıldığını söylüyor. İşte tanık olarak dinledikleriniz böyledir." şeklindeki beyanı üzerine bu dilekçeyi verdi. Sakık, Timurtaş'ın, kendisi gibi ölümle ya da hapse düşürülmekle tehdit edildiği için ifadesini değiştirmiş olabileceğini belirtti.

Sakık'ın dilekçesinde, "Belli ki poliste verdiği ifadeyi mahkemeye çıktığında inkar etmiş ve mahkemeyi bir ikilem ile karşı karşıya bırakmış. Sayın başkan, 1986 yılında Adil Timurtaş isimli şahıs Şırnak bölgesinde yanımda bulunuyordu. Bir gün sevgilisini yanına alarak bizden kaçtı. Gittiği gibi güvenlik güçlerine teslim oldu. Jandarma bünyesinde operasyona katılan bir eleman olarak çalışmaya başladı. Zaman zaman bu kişinin Jandarma İstihbarat'ta ne kadar faal olduğunu duyardım. Aradan 12 yıl geçtikten sonra ben de örgütten ayrıldım. Güvenlik güçleri beni Kuzey Irak'tan alınarak Türkiye'ye getirdiler. Diyarbakır jandarma istihbarat teşkilatı bünyesinde sorguya alındığım zaman kendisini burada gördüm. Hala bu teşkilata bağlı olarak çalışıyordu. Hem kendisi hem birlikte örgütten kaçtıktan sonra evlendiği eşi, JİTEM bünyesinde birer memur olarak görülüyorlardı. Ama özellikle Adil Timurtaş'ın görevi hala örtülü operasyonlara katılmaktı. Gözlem ve bilgilerime dayanarak şu tespitte bulunmak istiyorum: Ben Şemdin Sakık olarak PKK örgütünün iç işlerini ne kadar iyi biliyorsam Adil Timurtaş da JİTEM konusunu o kadar iyi bilen birisidir. Bu şahıs, polisteki ifadesinde ne söylemişse doğru söylemiştir. Belki de bildiği doğruların yarısını yani kendisine zarar vermeyecek olanları söylemiştir. Çünkü o bölgede işlenen faili meçhul cinayetlerden birinci derecede sorumlu olan JİTEM'inj faal bir elemanıydı. Timurtaş, 'Polisten korktuğum için metni imzaladım.' demişti. Kesinlikle arkasında JİTEM olan bu şahsın polisten korkması için hiçbir neden yoktu. Büyük bir ihtimalle vicdanının sesini dinleyerek ifade verdi. Ama ardından suçladığı kurum ya da kişiler tarafından benim örneğimde olduğu gibi ölümle ya da cezaevine düşürülmekle tehdit edildiği için ifadesinden vazgeçti. Ve büyük ihtimalle mahkeme heyeti hangi ifadeyi ciddiye almayı düşünüyordu. Onun kişiliği ve 15 yılı aşkın sürede JİTEM bünyesinde yaptıklarını bilen birisi olarak bu şahsın poliste verdiği ifadenin gerçekleri yansıtabileceğini, ifadesini geri almasının da tehditten kaynaklandığını düşünüyor, tespitimi bilgi ve takdirlerinize saygılarımla bildiriyorum." ifadeleri yer alıyor. “

RO/Cemil Süphan

Naci Kutlay: “Kürt diasporası kendini sorgulamalı!”

$
0
0
Rizgarî Online/ Müzakere söyleşilerimizin üçüncü konuğu araştırmacı yazar Naci Kutlay. Kürt diasporasının sürece yaklaşımın değerlendiren Kutlay, “geri kalmış Kürt toplumu diasporasının bazı aşamaları henüz geçemediği” eleştirisinde bulunuyor. Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’nda söyledikleri tarihin bazı gerçekleriydi diyen Kutlay, Kürtlerin demokratik mücadelede uzun bir mesafe almaları gerektiği, sorunun Kürtlerin demokrasi, örgütlülük ve çağdaşlıkta yol aldıkça giderileceği tespitini yapıyor. Kutlay’ın sürece ilişkin düşüncelerini okuyucularımızla paylaşıyoruz. Çetin Çeko:Sayın Kutlay, bir kısım çevreler hükümetin MİT aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?

Öcalan ile Hükümet arasında sürdürülen müzakerelere ilişkin herkes konuştu ve yazdı, çok değişik şeyler söylendi. Genelde Kürtlerin bir kez daha kandırıldığı ve Kürt olmayanlar ise Kürtlere ve PKK’ye güvenilemezliği dile getirdiler. Kürtlerde ise ve en çok da Kürt diasporasında konuşulan “Kürt hareketinin Türkiyelileştirilmesi” ve “Kürt hareketinin sürdürülebilen bir kriz şeklinde idare edilmesi” düşünceleri oldu. Siz de öyle ifade etmişsiniz. Doğrusu bu şekildeki soruyu çok objektif bulmadım.
Sosyal, siyasal ve geleceğe ilişkin sorunlar bir bütündür oysa. İçinde değişik ve birden fazla yanlar barındırırlar bu tür sorular ve sorunlar. Türkiye’deki Kürt sorununun çok yönleri var, “Türkiyelileştirmek” elbette bunun bir yanı. Bundan daha doğal ne olabilir? Kürt diasporasının bu dönemdeki tartışma mantığını taşıyor sorunuz. Anlıyorum; ben de diaspora yıllarını paylaştım, diaspora ile esas ülkedeki insanların bakış açıları farklıdır. Diğer toplumların diasporalarında da bu farklılık var, ancak Kürtlerde daha belirgindir bu konum. Geri kalmış Kürt toplumunun diasporası bazı aşamaları aşmadı henüz. Ermeni, Rum ve diğerleri bulundukları toplumlardan yeterince yararlandılar, geliştiler. Biz Kürtlerde henüz yeterince olmadı bu evre. Avrupa ve ABD’de de yeterince Kürt tarihçi, sosyolog ve diğer bilim adamları yetişmedi. Bu konular ve Kürtlerin bu yanları tartışılmadı. Böyle kimselerin azlığı en büyük neden. Kürt diasporası bunları göz önüne alarak dünyaya bakmalı ve sorgulamayı planlamalı diyorum.
Yeni evrelere varma beklentisi aklıma geliyor. Kürt tarihi, sosyolojik araştırmaları ve geleceği böyle ele alınmalı. Beni bağışlayın sorunuzun içeriği bana bunu anımsattı. Kürt diasporası bir ölçüde ayrışmış durumda, dereceli olarak Kürt hareketine karşıtlık düşünce ve duyguları taşıyor. Yirmi yıl öncelerin parçalı ve giderek erozyondan sonra yok olan Kürt örgütlerinin ardılları eski mantıklarından arınmadılar. Türkiye’deki Kürt hareketini yürütenlere karşıtlık belli başlı nitelik… Her şey tartışılmalı, söylenmeli, yoksa Kürtler mesafe alamazlar. Diaspora da bilimsel ve siyasal algıların dışında olamaz. Dünkü karşıtlıkları sürdürmek bağışlanamaz. Yeniyi ve çağı yakalamalıyız. Ne demek istediğimi birazcık da olsa ifade ettim.

Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?

İkinci sorunuz da öyle. Türkiye’deki tartışmaları ve süreci herkes bir ölçüde biliyor. Türkiye’deki (CHP,MHP ve diğerleri) konum ve izledikleri siyasi çizgiler iyi biliniyor. Siyaset bilimini bilenler bunlardan sonuçlar çıkarabilir. Hangi amaçların ve çizgilerin nereye gidecekleri insanların algı ve ferasetlerine bağlıdır. Bir anda ve evrede konuşulamayan olgular gelişim, değişim ve yaşam içinde şekillenir. Kürt sorunu bu algıyı yaşıyor. Bu nedenle ikinci sorunuza da aynı yanıtı veriyorum. Dönemi, gelişmeleri ve de en önemlisi Kürt tarihini iyi okumak ve irdelemek gerekir. Reçete ve peşin yargılar sunamayacağım için bağışlayın.

Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükûmeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?

Oslo süreci üzerine kitaplar yazılabilir. Kürtlerin ve iktidarın yetersizliklerini, eksiklerini ve deneyimsizliklerini ele alacak değilim. Sorun büyük… İki taraf da kolay çözülebileceği üzerine hesaplar yaptı. Şimdi, biraz daha öğrenerek yol almak durumu söz konusu oldu.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?

Öcalan tutuklu ve koşulları iyi biliniyor. Bu konumda yapılabilecekler önemli. Koşullarının birçok dönemlerinden sonra kendisine çok iş düştüğü ve yapabileceklerinin öneminden ötürü konumu belirleyici oldu. Bunun tartışılabilecek olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Sorunun her iki şıkkı için söyleyeceklerim aynı. İnsanlar, örgütler, hükümetler ve kurumlar gerekenleri yapmak isterler. Onlar karar verirler… Düşünce özgürlüğü nedeniyle herkes istediğini söyleyebilir.

Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı milli”, “Çanakkale ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtlerin ve Türklerin tarihi önemli dönemlerde birlikleri oldu. Türkler daha örgütlü oldukları için genelde belirleyici toplum oldular. Kürtler de konumlarıyla paralel düzeyde yaşam sürdürdüler. “Tarihi şartları” iyi okumak gerekir. Malazgirt, Çaldıran, Osmanlı dönemi ve Anadolu Kurtuluş Hareketi belli başlı dönemler… Kürtlerde “mirlik”ler tarzında yarı bağımsız siyasi statüler yaşandı. Kültür ve edebiyatta varlık ve gelişim gösterdiler.
En önemlisi “siyasi örgütlenme”lerde bulunamamalarıdır. Dönemlerinin gerisinde kaldılar. Feodal ve aristokratik dinsel düzeyleri onları yetersiz sevilere mahkum etti. Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’nda söyledikleri tarihin bazı gerçekleriydi. Yaşananlardı.

Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

PKK dışındaki Kürt örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin, Ermeni, Süryani ve Alevilerin sürece dahil olmaları en doğru ve beklenen bir konumdu. Bunlar örgütlü ve var olduklarında kaçınılmaz sonuç böyledir. Eleştirilebilir, ancak zayıf ve yeterince iddialı olmamaları bu sonuca neden oluyor. Aleviler özellikle üzerinde durulmaya değer.

Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?

Kürtlerin Ortadoğu’da istikrarlı ve demokratik yapıya kavuşmadan Ortadoğu’ya huzur gelmesi hep sorunlu olacaktır. Bölge halklarının ve devletlerinin giderek kavuşacakları demokratik süreç bunu sağlayacaktır.

Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz?

Kürtlerin demokratik mücadelesinde henüz uzun bir mesafe almaları gerekiyor. Kürtler demokrasi, örgütlülük ve çağdaşlıkta yol aldıkça sorunlar giderilecektir.

*Radikal/12/04/2013

Kemalist CHP'de toplu istifa!

$
0
0
Rizgarî Online/ Çewlîk Bongilan´da (“Solhan'da”) Kemalist Parti CHP'nin tüm ilçe teşkilatı topluca istifa etti. İstifa gerekçesi ise şöyle açıklandı, "Genel merkez barış sürecine yeterli desteği vermedi."Radikal´in haberine göre,” CHP 'de 'süreç istifası' geldi, Bingöl Solhan ilçe teşkilatı, 'barış sürecine destek vermediği için' topluca istifa etti. Bingöl'ün Solhan ilçesinde, CHP ilçe başkanı, yardımcıları ve yönetim kurulu üyelerinin "genel merkez barış sürecine yeterli desteği vermediği için" partilerinden istifa ettiklerini açıkladı. Solhan İlçe Başkanı Ertan Turğut konuyla ilgili açıklamasında, 30 yılı aşkın bir süredir ülkedeki şiddetin, kaosun ve zulmün son bulması için atılan adımların desteklenmesi gerektiğini söyledi. Turğut, "Barış ve kardeşlik içerisinde hiç kimseyi ötekileştirmeden, demokrasinin tam manasıyla hakim olacağı, Türkün ve Kürdün kardeşçe yaşadığı bir ülke hayalini destekliyoruz" dedi.

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler'in, 'Türk ulusu ile Kürt milliyetini eşit gördüremezsiniz' sözlerinden sonra genel merkezin tepki göstermesini beklediklerini ifade eden Turğut, tam aksine bu sözlerin desteklendiğini gördüklerini belirtti. Ertan Turğut, "Parti genel merkezinin düşüncelerine katılmadığımızı, aksine huzurun ve barışın sağlanması için elimizden gelen fedakarlığı yapmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz. CHP genel merkezinin bu konudaki politikalarını benimsemiyoruz. Teşkilat olarak barıştan ve kardeşlikten yana tavır koyup yönetim kurulu üyelerimizle beraber CHP ilçe teşkilatından istifa ediyoruz.' şeklinde konuştu.“

RO/Zilan Dersim

Türk'ten CHP ve MHP'ye sert tepki

$
0
0
Rizgarî Online/ Mêrdîn Bağımsız Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Genel Başkanı Ahmet Türk, “hükümetin süreçle ilgili iyi şeyler yaptığını” ileri sürerek, "Tabi ki bu süreçten rahatsız olan kesimler var. MHP ve CHP bugüne kadar sadece olaylar olduğu zaman beslenen bir parti hüviyetini aşamayan bir yaklaşımın içinde olmuşlardır. Eğer bugün barıştan söz ediliyorsa, bir barış projesi ortaya konuluyorsa, onların varlık sebepleri artık ortadan kalkar. O partilere artık halk ihtiyaç duymaz. Bu nedenle bu barış sürecinin karşısında yer alıyorlar. Bu bir gerçektir" dedi.DHA´nın haberine göre,”Türk, Mardin'in Midyat İlçesi'nde eski belediye başkanlarından Felemez Aslan'a geçmiş olsun ziyaretinde bulunup, esnafı ziyaret etti. BDP İlçe Başkanlığı'nı ziyareti sırasında konuşan Türk, farklı inançların özgür olduğu; her kimliğin ve her inancın kendisini özgürce ifade ettiği bir dünya ve bir Türkiye hayal ettiklerini dile getirdi. Bir toplumun dilinden, kimliğinden kopması halinde şahsiyetinden de kopacağını savunan Türk, "Biz işte o zaman diyoruz ki, ey Türk kardeşlerim bizi de anlayın. Biz bugün sizin dilinizi, kültürünüzü inkar edersek, siz nasıl bakarsınız? Bunu kabul eder misiniz? Biz de bir halkız. Ama bin yıllık bir geçmiş var, bir tarih var, bu iki halkın kardeşliği var. Bu iki halk birlikte yaşama iradesini göstermiş ama, siz bu halkı ezerek, susturarak, sindirerek, bu halkı yöneteceğinizi söylüyorsunuz. Yanlışlık buradadır. Yanlışlık birlikte yaşamaktan değil, yanlışlık inkar etme politikasındadır" dedi.

"KÜRT SİYASETÇİLER CEZAEVİNDE DURURKEN BUNUN ADI BARIŞ OLMAZ"

Barış iradesini ortaya koyduklarını ve barış kararını verdiklerini anımsatan Türk, bu sürecin diyalogla, Kürt'ün talebini esas alan, Türkiye'nin tüm hassasiyetlerini göz önünde tutan bir mantıkla yürütüldüğünü ifade ederek, şöyle konuştu:

"Önemli olan insanların özgürleşmesidir. Önemli olan herkesin kendisini özgürce ifade etmesidir. Şimdi hükümet bu konuda bir şeyler yapıyor. Aslında Kürtler sonsuz bir kredi de açtı. Yani Kürt cephesinden her türlü samimiyeti gösteren pratik adımlar atılmıştır. Bunları da yaşama geçirmiştir. Şimdi burada gözümüz Türkiye'dedir. Eğer barış diyorsanız, barış bir yerde helalleşmedir. Yeni bir dönemin başlangıcıdır. 10 bine yakın Kürt siyasetçisi cezaevinde dururken ve siz bunları cezaevinde tutuğunuz zaman bunun adı barış olmaz. Yine bugüne kadar özgürlük için mücadele eden insanların önünü; gelip topluma katılabileceği, siyasetin önünü açabileceği bir süreci gerçekleştirmezseniz bunun adı barış olmaz. Bu teslimiyetçi olur. Eğer teslim olsaydı Kürtler bu kadar bedel ödemezdi. Kürtlerin asla ve asla teslim olmaya niyeti yok. Ama kardeşlik esası üzerine gelişen politikaya hazır ve buna niyeti var."

"DİCLE ÜNİVERSİTESİ'NDEKİ OLAYLAR PROVOKASYON"

Dicle Üniversitesi'nde meydana gelen olayları bir provokasyon ve süreci bozmaya yönelik bir anlayış olarak gördüklerini belirten Türk, "İşte dört gündür Diyarbakır'da Dicle Üniversitesi'nde gelişen olayları tamamen bir provokasyon, tamamen süreci bozmaya yönelik bir anlayış olarak görüyoruz. Neymiş? Kutlu Doğum Haftası, Peygamberimiz. Biz herkesten daha fazla Müslümanız. Peygamberimize de, dinimize de sonsuz bir saygımız vardır. Biz kutsal doğum haftasına, kutsal doğum gününe karşı değiliz, asla asla. Ama ne yapıyorlar? Sanki Kürtler bunu kabul etmiyormuş gibi, yalan bir politika ile gençlerimizi karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar" diye konuştu.

"BARIŞ OLURSA MHP VE CHP'NİN VARLIK SEBEPLERİ ORTADAN KALKAR"

MHP ve CHP'nin olaylardan beslenen bir parti hüviyetini aşamayan bir yaklaşım içinde olduğuna dikkat çeken Türk, şöyle dedi:

"Tabi ki bu süreçten rahatsız olan kesimler var. MHP ve CHP bugüne kadar sadece olaylar olduğu zaman beslenen bir parti hüviyetini aşamayan bir yaklaşımın içinde olmuşlardır. Eğer bugün barıştan söz ediliyorsa, bir barış projesi ortaya konuluyorsa, onların varlık sebepleri artık ortadan kalkar. O partilere artık halk ihtiyaç duymaz. Bu nedenle bu barış sürecinin karşısında yer alıyorlar. Bu bir gerçektir. Tabi ki biz bu sürecin dengeli işlemesi konusunda çabalarımızı yoğunlaştırıyoruz. Evet hükümet zaman zaman kamuoyuna kendisine göre mesaj verebilir ama esas beklentileri görerek bir siyaset üretileceği umudunu taşıyoruz. Ulusçu, milliyetçi, ırkçı politikalar yürütülmesinden dolayı rahatsızız. Yoksa Türk halkından, Türk kardeşlerimizden bizim bir rahatsızlığımız yok. Arap kardeşlerimizden bir rahatsızlığımız yok. Farklı inançtaki insanlardan bir rahatsızlığımız yok. Laz'dan, Çerkez'den ve diğerlerinden bir rahatsızlığımız yok. Ama biz diyoruz ki, biz de insanız. Siz nasıl, dilinizi, kültürünüzü, şarkılarınızı, türkülerinizi özlüyorsanız, biz de aynı duygular içindeyiz."

RO/Cemil Süphan

Vaaz ve hutbeden sonra sala da Kürdçe olacak

$
0
0
Rizgarî Online/ TC Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, vaaz ve hutbenin ardından Sala'da da vefat edenlerle ilgili duyurunun camilerde Kürdçe olarak yapılabileceğini açıkladı.NTV´nin haberine göre, “Bekir Bozdağ, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın yazılı soru önergesini yanıtladı. Bekir Bozdağ, Kürtçe vaaz ve hutbenin ardından, camilerde Sala verilirken vefat edenlerle ilgili duyurunun da Kürtçe yapılabileceğini açıkladı. Başbakan Yardımcısı Bozdağ yanıtında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2007 yılında yayımladığı genelgesini hatırlattı. Kur'an Arapça olduğu için ezan ve Sala'nın Türkiye 'nin her yerinde Arapça okunduğunu vurguladı. "Ancak vefat eden kimsenin isminin söylendiği son kısım bölgede yaşayanların konuştukları dillere göre farklı olarak söylenebilmektedir" dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Bozdağ yanıtında, Başkanlığı'nın her türlü siyasi, politik görüş ve düşüncenin dışında olduğuna da dikkat çekti.

Bozdağ, "Amacımız milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek vatandaşlarımızın kardeşliği temelinde görev yapmak" ifadelerini kullandı.”

RO/Cemil Süphan

Davutoğlu sıra Suriye Kürtlerine gelince neden tavır değiştiriyor?

$
0
0
Rizgarî Online/ Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun PYD'yi muhatap almak için "şartlar" öne sürmesine Altan Tan'dan tepki geldi: "Ortadoğu'da her örgütle görüşen Davutoğlu sıra Kürtlere gelince müzakereyi kapatacak üslup kullanıyor."ANF´nin haberinin devaminda sunlar kaydedildi:“BDP Diyarbakır (Amed) Milletvekili Altan Tan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için, "Ortadoğu’da Sünni, Şii, Türkmen, Kürt aklınıza gelen legal ve illegal bütün parti, örgüt, grup ve kuruluşlar ile konuşuyor. Ben Ortadoğu’da hangi örgüt ve parti ile konuştuysam Sayın Ahmet Davutoğlu ile Ankara’da defalarca görüştüklerini söylediler" dedi. Tan, sıra Suriye Kürtlerine gelince ise Davutoğlu’nun görüşmeyi ve müzakereyi kapatacak bir üslup kullandığını belirtti.Tan, "Suriye’de seçimler yapılana kadar Kürtler bir siyasi tavır takınmasınlar, diyor. Peki, Suriye’deki Kürtler ne yapsınlar? Ortadoğu’da herkes örgütlenirken ve siyasi tavır ve beklentilerini şekillendirirken Suriye Kürtlerine 'siz oturun bekleyin' denilemez" diye konuştu.

PYD Eşbaşkanı Salih Müslim de Davutoğlu'nun sözleri üzerine ANF'ye konuşarak, "Davutoğlu'nun şartları manasız" demişti.

Davutoğlu, PYD'nin "muhatap alınacağı yeni bir sürecin" sinyalini vererek, "Bizimle temasa geçmek isteyen herkes için geçerli üç şartımız var" demiş ve bunları şöyle sıralamıştı: "1-Rejim yanında yer almayacak, 2-Suriye halkının seçimle işbaşına getireceği parlamento oluşana kadar emrivaki yapmayacak (yani fiili durum yaratıp bir bölgeyi kendisinin ilan etmeyecek), 3-Türkiye'de "teröre" destek vermeyecek."

RO/Ömer Kaçar

KCK:Kimse yanlış hesap yapmamalı

$
0
0
Rizgarî Online/ KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Dicle Üniversitesi'nde yaşanan olaylar nedeniyle yaptığı açıklamada, yurtsever-demokratik gençlikten insanların bıçaklanmasının çok tehlikeli bir duruma işaret ettiğini belirterek, "Umarız yanlış hesap peşinde olanlar, yanlışlarını kısa sürede görüp bu tehlikeli girişimden ve duruştan vazgeçerler" dedi. ANF´nin haberi:”KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada, kimsenin yanlış hesaplar yapmaması gerektiğini belirterek, "geçmişteki devlet desteğindeki tetikçilik, bugün devlet desteğindeki bir siyasi tetikçilik ve bıçakçılığa dönüşmemelidir" diye belirtti. KCK, Öcalan'ın Newroz'daki çağrısıyla başlayan yeni süreçte bu tür olayların dayatılmasının düşündürücü olduğuna işarete ederek, "Biz hareket olarak böyle bir dönemi pratikleştirme sürecine girerken bu tür girişimlerle bizi ve tabanımızı farklı tutumlara zorlama çabalarının sonuç almayacağını belirtmek istiyoruz" vurgusunu yaptı. MARJİNAL BİR GRUBUN POLİS DESTEĞİNDE SALDIRISI

KCK'nin açıklaması şöyle: 3-4 günden bu yana Dicle Üniversitesi’nde gerçekleşen olayların gerçekliği açığa çıktıkça, yaşananların sıradan bir olaylar dizisi olmayıp ciddi bir tertip olduğu da anlaşılmaktadır. İlk etapta normal bir öğrenci olayı gibi cereyan eden Dicle Üniversitesi’ndeki bu durumun, kasıtlı bir biçimde sürece yaydırılması, normal bir öğrenci olayından ziyade bir planlama çerçevesinde geliştirildiğini göstermektedir. Geçmişi bilinen marjinal bir grubun polis desteğinde ve Rektörlüğün koruması altında piyasaya sürülmesi suretiyle yurtsever-demokratik gençlerin bıçaklanmasına kadar varan bu olay, ciddi boyutları bulunan bir olaydır.

Amed’deki demokratik kurumların sorunu çözme çabalarına rağmen, ısrarlı bir biçimde sürece yaydırılması ve birçok öğrencinin gözaltına alınarak işkenceye tabi tutulması, önemli bir durumdur. Polisin bu tutumuna ve öğrencilerin bıçaklanmasına karşı Türkiye’deki diğer bazı üniversitelerde devrimci-demokrat-yurtsever öğrenciler tarafından haklı olarak demokratik tepkiler konulmuştur. Ancak tepki gösterilen bu yerlerde de Amed’deki provokatif grubun devamı niteliğindeki grupların karşı çıkışları gerçekleşmiştir. Bütün bunlar, bir tertiplemenin olduğunu göstermektedir.

"PARTİMİZ ALEYHİNE SLOGAN ATILMASI OLDUKÇA MANİDAR"

Amed’de polisin koruması altında partimiz PKK aleyhine sloganlar attırılması ve olayların yaydırılmak istenmesi oldukça manidardır. 1990’larda polis ve devlet desteğinde tetikçi olarak kullanılan ve belleklerden silinemeyecek düzeyde gaddar ve sadist yöntemlerle yurtseverleri katleden bir grubun bugün farklı bir biçimde ortaya çıkıp geçmişteki kontra pratiğini anımsatan tarzda girişimlerde bulunması ve polisten güç alarak yurtsever-demokratik gençlikten insanları bıçaklaması çok tehlikeli bir duruma işaret etmektedir. Umarız yanlış hesap peşinde olanlar, yanlışlarını kısa sürede görüp bu tehlikeli girişimden ve duruştan vazgeçerler.

TETİKÇİLİK VE BIÇAKÇILIĞA DÖNÜŞMEMELİ

Geçmişte devlet desteğinde yapılan tetikçiliğin halkımıza büyük zararları olmuştur. Ancak halkımız bu süreçten önemli dersler çıkarmış, bugün daha bilinçli ve daha örgütlü bir durumdadır. Bu açıdan kimse yanlış hesaplar yapmamalı, geçmişteki devlet desteğindeki tetikçilik, bugün devlet desteğindeki bir siyasi tetikçilik ve bıçakçılığa dönüşmemelidir.

BU TUTUMLAR SONUÇ ALMAYACAK

Önder Apo’nun Newroz’da ilan ettiği ve başlattığı yeni süreç, şiddetin tamamen bir tarafa verildiği, silah yerine fikirlerin ve düşüncenin konuşması gerektiği bir süreçtir. Tam da böylesi bir dönemde bu tür olayların dayatılması düşündürücüdür. Biz hareket olarak böyle bir dönemi pratikleştirme sürecine girerken bu tür girişimlerle bizi ve tabanımızı farklı tutumlara zorlama çabalarının sonuç almayacağını belirtmek istiyoruz. Ancak her koşul altında, herkes, hesabını doğru yapmak zorundadır. Bu konuda herkesin, kendi cephesinden, hayaller kurmadan gerçekçi davranması ve sorumlu yaklaşması önemli olacaktır.

Bu önemli süreçte halkımız bu tür olaylara karşı daha duyarlı davranmalı; Kürdistan gençliği, provakatif girişimlere meydan vermeden kendi örgütlenmesini ve mücadelesini demokratik yöntemlerle daha da yükseltmelidir.

"BURADA AKP HÜKÜMETİNİN TAVRI ÖNEMLİ"

Burada devletin ve AKP hükümetinin tavrı önemlidir. Daha sürecin başında iken polisin bu biçimde yurtsever-demokratik gençliği bastırmak istemesi, süreci oldukça zorlayan bir tutumdur. Geçmiş dönemler boyunca her yeni hamlede böylesine paravan grupların piyasaya sürülmesi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin darbelenmeye çalışılması, Türk sömürgeciliğinin geleneksel bir sindirme taktiği olarak süregelmiştir. Ancak gelinen noktada AKP hükümeti gerçekten sorunu çözmeye karar vermişse, Türk sömürgeciliğinin öteden beri kullandığı bu tarz değişik grupları kullanarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni yıpratma taktiğine son vermelidir. Dicle Üniversitesi’nde yaşanan bu olaylarda polisin provokatif bir grubu teşvik edici ve kollayıcı pratiği açıkça ortadadır. Yine Rektörlüğün olayların durdurulması yönünde çaba göstermek yerine aynı gruba sahip çıkması, sürece müdahale edilmesini ve olayların durdurulmasını engellemiştir.

SABOTE ETME GİRİŞİMLERİNDEN VAZGEÇİLMELİ

Tarihi bir sürecin yaşandığı bugünlerde, bir taraftan geçmişte Kürt halkına çok acılar çektirmiş yöntemlerin yeniden devreye konulması, bu tür grupların polisçe desteklenmesi ve diğer taraftan Kürt toplumunda önemli bir dejenerasyona yol açan köy koruculuğu sisteminin de yeni bir süreç yokmuşçasına geliştirilmeye çalışılması, sürecin ruhuna ters durumlardır. AKP hükümetini,Türk devletinin öteden beri Kürt halkına karşı kullandığı bu tür yöntemleri artık durdurmaya ve süreci sabote etmeye dönük bu gibi girişimlere karşı açık ve tutarlı bir tutum almaya çağırıyoruz."

RO/Ömer Kaçar

“Konjonktür şimdi HAK-PAR için elverişli hale geliyor”

$
0
0
Rizgarî Online/ HAK-PAR Genel Başkanı Kemal Burkay ile Başkanlık Kurulu Üyeleri 11 Nisan Perşembe günü akşamı Dîyarbekîr İl Merkezi’nde partililerle buluştular.Burkay burada parti üyelerine hitaben yaptığı konuşmada dört ay kadar önce Kasım ayında yapılan ve Genel Başkanlığa seçildiği partinin 5. Kongresinden, geçen Mart ayında yurt dışına yaptığı geziden söz etti ve şöyle dedi:“Bu toplantımızda sizlerle daha çok parti çalışmaları ve önümüzdeki görevler üzerinde konuşmak istiyorum. 4 Kasım’da canlı, kitlesel katılımlı bir kongre yaptık. Yurt dışından da Kongreye yüz dolayında üyemiz ve dostlarımız katıldılar. Mart ayında çıktığım yurtdışı gezisinde Kongrenin olumlu etkilerini gördüm. Almanya’daki toplantılar, Kopenhag Konferansı oldukça iyi geçti. KOMKAR bu yıl Yurt dışında pek çok yerde kitlesel newrozlar yaptı. Katıldığım Berlin ve Hamburg Newrozları oldukça kitlesel ve coşkuluydu. Partimiz bakımından yurt içindeki olumlu gelişmeler yurt dışını da olumlu biçimde etkiliyor.”HAK-PAR´nın açıklamasının devamında şunlara yer verildi:”

“Burkay daha sonra HAK-PAR’ın Kürdistan ve Türkiye politikasındaki öneminden söz etti ve şöyle dedi: “Bir parti, eğer ona gerek varsa var olur, halkın taleplerine cevap verdiği oranda gelişir ve büyür. Bu taleplere sahip çıkmadığı, değişime ayak uyduramadığı zaman da küçülür ve silinir. Özetle doğru politikalar izlemek temel önemdedir. HAK-PAR böylesine, ülkemizin gerçeklerine, toplumun değişim isteğine, hak ve özgürlük taleplerine cevap veren bir partidir. Ancak bu her zaman yetmez, doğru politikalar izleseniz ve çok iyi bir programa sahip olsanız bile, eğer konjünktür uygun değilse başarılı olamayabilirsiniz. 12 Eylül rejimiyle başlayan 30 yıllık çatışma dönemi böylesi olumsuz bir dönemdi. Cunta hem Kürt hareketini, hem bir bütün olarak Türkiye’nin demokrasi güçlerini ezdi. Çatışma toplumu savaşanlara göre kutuplaştırdı. Ne var ki savaş her iki taraf açısından da sonuç vermedi. Ödenen onca ağır bedelden sonra şimdi silahları susturma ve siyasete şans tanıma eğilimi hem Türk, hem Kürt tarafında güçlenmiştir. Silahların susması Kürt siyasetini de normalleştirecek. Kürt hareketi şiddetten arınacak ve legal, barışçı siyasal mücadele önem kazanacak.

“Bu zor dönemde ayakta kalmış olmak bile başarıdır. Silahların susması ile Kürt siyasal hareketi için yeni bir dönem başlayacaktır. Konjonktür şimdi HAK-PAR için elverişli hale geliyor. Öte yandan, salt doğru politikalar izlemek ve konjonktürün uygun düşmesi yetmez, kararlı, sistemli bir örgütsel çalışma da gereklidir. Merkez organlarından başlayarak Partinin her birimi programlı, planlı bir çalışma yürütmeli, üyelerle bağlar sıcak tutulmalı. Her üye politikamızı kitlelere taşımak ve yeni üye kazanmak için çaba göstermeli. Bunu yapabilirsek HAK-PAR büyüyecek, kitlelerle bütünleşecektir.”

Burkay daha sonra Kongreden bu yana parti örgütünü yaymak için yapılan çabalardan, Manisa, Ömerli, Şırnak-Cizre, Batman, Dersim merkez gibi kurulan ya da kuruluş aşamasında olan örgütlerden söz etti ve kuruluş önerisinin çoğu zaman gönüllü HAK-PAR taraftarlarından geldiğini söyledi.

Burkay bir soru üzerine Partinin önümüzdeki yerel seçimlere şimdiden hazırlandığını ve seçime gireceğini belirterek şöyle dedi: “Seçimler partinin varlığını, sesini, farkını kitlelere anlatmak ve onlarla bütünleşmek için çok önemli bir fırsattır. Elbet belli durumlarda ilkeli ittifaklar da yapılabilir.”

RO/Ömer Kaçar
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live