Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

Erdoğan: 'Başkanlık oligarşinin belini kırar'

$
0
0
Rizgarî Online/ “Siyasetçi ve bürokratların korkması halinde ülkenin bir adım ileriye gidemeyeceğini” kaydeden Erdoğan “Bürokratik oligarşi çok tehlikeli. Çünkü bürokrat korkaktır. Bürokratik oligarşinin belini Başkanlık sistemi çok daha rahat kırar” dedi. Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasetin de iktidarın da korkaklara göre bir yer olmadığını anlatarak “Siyasetçi korkarsa, Başbakan, bakan, milletvekili, bürokrat korkarsa, o ülke ileriye doğru tek bir adım atamaz. Onun için bürokratik oligarşi çok tehlikelidir. Çünkü bürokrat ürkektir, korkaktır. Bürokratik oligarşinin belini Başkanlık sistemi çok daha rahat kırar” dedi.Erdoğan, Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği’nin 5’inci Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Ana muhalefetin lideri, yavru muhalefetin lideri ne diyor? ‘Bunlar padişahlık özlemi içinde...’ Bunların çıkaracakları adayların başkan olma şansını görmedikleri için sıcak bakmıyorlar” diye konuştu.

MUHALEFETİN KALİBRESİ, KALİTESİ YOK

Erdoğan, “Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Akil İnsanlar”a söz söyleyecek “birikimi, kapasitesi ve kalibresi”nin olmadığını belirterek, “Bu iki zihniyet geçmişte cetvelle kafatası ölçüyorlardı. Şimdi de çıkmışlar, milletin vatan sevgisini, millet sevgisini, memleket sevgisini ölçmeye kalkışıyorlar. Ya affedersiniz ama size bu yetkiyi kim verdi? Vatan, millet sevgisini ölçecek kapasiteniz var mı sizin? Bugüne kadar bu ülke için, millet için ne yaptı bunlar, hangi eserleri var?” diye sordu.

Başkanlık sisteminin sağlayacağı yararlara işaret eden Erdoğan “Bürokratik oligarşinin belini Başkanlık sistemi çok daha rahat kırar. Karar alma, çok daha seri noktaya gelebilir” dedi. Erdoğan şöyle devam etti: “Peki Başkanlık sistemine karşısınız. Hadi gelin o zaman cumhurbaşkanlığı partili olsun. ‘Efendim zaten yürütmenin başı cumhurbaşkanı.’ Ama arkasında parti vesaire yok. Biz de diyoruz ki gelin Türkiye’de de bunu yapalım. Çift başlılık olmasın daha rahat olsun ama ülkenin geleceğine yönelik sorumluluk mevkiinde olmak çok önemli. Sırtında yumurta küfesinin olması şart. Bunlar boş küfeyle dolaşıyorlar.”

Yaşanan süreçle ilgili de konuşan Erdoğan “yasal dairede, meşru çerçevede, milletin değerleriyle örtüşen bir çizgide terör meselesini çözmek ve Türkiye’nin ayağındaki o ağır prangayı söküp atmak” istediklerini söyledi. TC´nin Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi’nde “Akil İnsanlar”la istişare toplantısı yaptıklarını anlatan Erdoğan şöyle konuştu: “MHP Genel Başkanı çıktı, zehir zemberek bir yazılı açıklama yaptı ve hem bize, hem o heyete, ağza alınmayacak ifadelerle hakaretler yağdırdı. Yetmedi... MHP’nin bir milletvekili çıktı, o heyetteki bir arkadaşımızın etnik kökeni üzerinden aleni faşizm sergiledi. Susuyor olmamız sabrımızdandır ama sabrın da bir sınırı vardır.”

Erdoğan, şöyle devam etti: “Terörün sona ermesiyle, istismar edeceği hiçbir alan kalmayan Devlet Bahçeli, bir yandan çözümü engellemek, bir yandan kendi tabanını sokağa dökmek için her türlü tahrike başvuruyor.

Kusura bakmasın, bu ülke, bu millet sahipsiz değil. ‘Vur de vuralım, öl de ölelim’ diyecekler sen de kalkacaksın bir genel başkan olarak ‘Sabırlı olun, gün gelecek onun da gereği yapılacaktır’... Bir genel başkan bunu söyler mi? Bahçeli ve onun muavini Kemal Kılıçdaroğlu sıcak koltuklarında oturmaya devam edecek diye biz kana da göz yaşına da acıya da tahammül edecek değiliz.’’

Dolmabahçe’de Kerry’yi ağırladı

Türk medyasının kaydettiğine göre, “Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yi Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde kabul etti. 1,5 saat süren görüşmenin ardından Kerry İsrail’e gitti. Kerry’nin başlıca gündem maddesi, İsrail ve Filistin arasındaki barış görüşmelerini yeniden canlandırmak. Kerry, yürüttüğü mekik diplomasisi ile barış görüşmelerini yeniden başlatabilmek için, taraflar arasında güven artırıcı önlemlerin siyasi altyapısını oluşturmaya çalışacak. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin daha önceki ziyaretleri, Ortadoğu barış sürecine yeniden işlerlik kazandırılacağı beklentilerini güçlendirmişti.

MERAK EDİYORUM BU YARGI NE İŞ YAPAR

“SAYIN Bahçeli’nin vatan sevgisini, millet sevgisini rakamlarla ortaya koyacağım...” diyen Erdoğan, MHP’nin koalisyon ortağı olduğu 2001’de batan bankaların ülkeye maliyetinin 111 katrilyon lira olduğunu, faiziyle birlikte 231 milyar lira tuttuğunu hatırlattı. Erdoğan “Sevsinler sizin vatanseverliğinizi... Batsın böyle vatanseverlik. Slogan atmakta çok iyi, hakaret etmekte çok iyi ama bu millete ödettikleri 231 milyar liranın hesabını bugüne kadar vermediler. Bu söylediklerim aslında bir yerlere duyurudur. Tabi ben merak ediyorum bu yargı ne iş yapar diye.” Erdoğan, 13,5 katrilyon zorunlu tasarruf, 3.5 katrilyon Konut Edindirme Yardımı’nı halka ödediklerini belirterek “Utanmadan sıkılmadan hala konuşuyorlar. Bunlar ne yaparsa yapsın, hangi hakareti, hangi tahriği ortaya koyarsa koysun, kervan yürümeye devam edecek” dedi.

BAHÇELİ’Yİ EDEBE ADABA DAVET ETTİ

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ‘en başta bir kere edebe davet ediyorum’ diyen Erdoğan, “10 yıldır Çanakkale’ye giderim. Bir gün şu Bahçeli’yi ben orada görmedim. Bir gün Kılıçdaroğlu’nu, Baykal’ı orada görmedim” dedi. Erdoğan, Bahçeli’den ilk defa “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” dediğini duyduğunu ifade etti. Her şeyin başının edep olduğunu anlatan Erdoğan, şöyle konuştu: “Milliyetçiyim diyen MHP Genel Başkanı, önce gitsin, bu milletin edebinden nasiplensin, bu milletin adabını öğrensin. Sayın Bahçeli mesele genel başkan olabilmek değil, mesele edeb sahibi olabilmek, adab sahibi olabilmek. Hiç kimse de meydanı boş zannetmesin... O koltuğunu koruyacak diye kan akmasına, bu ülkede üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesine izin vermeyiz.”



BDP, KCK’nin mektubunu aldı

$
0
0
Rizgarî Online/ BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP´nin İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Qendîl´e giderek KCK’nin Abdullah Öcalan’a yanıt mektubunu aldılar. Öcalan’ın KCK’ye yazdığı mektubu 5 Nisan’da Qendîl´e ulaştıran BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP´nin İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’den oluşan BDP heyeti, dün tekrar Qendîl´e gitti.Demirtaş ve Önder’in, KCK’nin Öcalan’ın mektubuna yanıt mektubunu alarak geri döndükleri bildirildi. ANF´nin haberine göre, “Abdullah Öcalan, 3 Nisan günü kendisiyle görüşen, Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan’dan oluşan BDP heyetine, Kandil ve Brüksel’e iletilmek üzere 2 mektup göndereceğini belirtmiş, mektuplar 5 Nisan gün heyete ulaşmıştı.

Aynı gün heyet üyeleri Demirtaş ile Önder Kandil’e, Buldan ise Brüksel’e mektupları ulaştırmak üzere yola çıkmıştı.

İçeriği açıklanmayan mektuplarda Öcalan’ın gerilla güçlerinin geri çekilmesi konusunda mesajlar ilettiği tahmin ediliyor.

Demirtaş ile Önder’in bugün Kandil’den aldıkları, süreçle ilgili görüş ve önerilerin yer aldığı tahmin edilen KCK mektubunu önümüzdeki günlerde Öcalan’a ulaştırmaları bekleniyor.”


'Kürt Ergenekon'u sabote edebilir'

$
0
0
Rizgarî Online/ KADEP'in yeni genel başkanı Lütfi Baksi, BUGÜN'e süreci değerlendirdi. Gazetede Serbest Özden imzasıyla verilen haberde şunlar kaydedildi:“Ergenekon'un sindirildiğini ancak Fırat'ın ötesindeki Kürt Ergenekon'una dokunulmadığını belirten Baksi, "Hala aktifler. Maalesef süreci sabote edecek iradeleri de var" uyarısında bulundu. Lütfi Baksi, Katılımcı ve Demokrasi Partisi'nin (KADEP) çiçeği burnunda genel başkanı. Baksi, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları örgütünde yıllarca faaliyet yürütmüş. 1980 darbesi sonrasında sığınmak zorunda kaldığı İsveç'te 23 yıl Kürtçe öğretmenliği yapmış.Diyarbakır Cezaevi'nde işkence tezgahından geçmiş, yakınlarını kaybetmiş. Şimdi Şerafetin Elçi'nin partisi olarak anılan KADEP'te siyaset yapıyor. Uzlaştırıcı yanıyla her kesimin takdirini toplayan Elçi'nin adının yazılı olduğu levha hala masasında. "Kaldırmaya elimiz varmaz Kek Şerafettin çok erken gitti" diyen Baksi, çözüm sürecinden umutlu.

Bazı kaygıları da yok değil. Baksiye göre; "Türkler, Kürtlerin ne kadar çok acı çektiğini, haksızlığa uğradığını öğrendi. Bu nedenle yakında İstanbul'da, Samsun'da Türkler, 'Kürtler'in haklarını verin' diye yürüyecek ve işte o zaman barış daha kolay gelecek.

Baksi, dikkat edilmesi gereken önemli bir noktaya da şöyle parmak basıyor: "Ergenekon tam olarak bitirilemese bile sindirildi, susturuldu. Ama Fırat'ın bu yanına dokunulmadı ve bu yaka hala karanlık. Beni bu endişelendiriyor. Zira Kürt Ergenekon'u aydınlatılmadı, üzerlerine gidilmedi ve hala aktifler. Maalesef bu süreci sabote edecek iradeleri de var."

MUHATAP 25 MİLYON KÜRTTÜR

PKK ile devlet arasındaki antlaşmanın devlet ile Kürt halkı arasında da olması gerektiğini belirten Baksi, onurlu bir barışın Kürt halkının ulusal haklarının tanınması ile gerçekleşeceğini kaydediyor. Muhatabın sadece PKK ve İmralı olmadığını belirtirken "Adres 25 milyon Kürt vatandaşıdır" diyor. Baksi, Kürt halkının temsiliyetinden oluşan bir meclis öneriyor: "Bu meclisteki tüm kurum ve siyasi partilerin temsilcileri Kürt halkının taleplerini tespit etmeli ve yetkililer ile sorunu tartışmalı. Süreç de şeffaf olmalı. Mutabakat sonrası da meclis onayı ile yasal düzenlemeler yapılmalı."

HALKIN DEDİĞİ OLACAK

Baksi'ye göre yeni anayasada yapılması gereken değişiklikler şunlar:

1-Kürt halkının kimliği tanınmalı ve anayasal güvence altına alınmalı.

2-Kürtçe'nin resmi dil olması ve yaşamın her alanında serbestçe kullanımı sağlanmalı. Kürtçe eğitim ve öğretim güvence altına alınmalı.

3- Kürt halkının kendisini yönetme hakkını da içeren siyasal bir statü tanınmalı.

4- Örgütlenme hakkı evrensel standartlara kavuşturularak Kürt ve Kürdistan ismiyle siyasi örgütlenmeleri güvenceye kavuşturulmalı.

KARDEŞİNİ PKK İNFAZ ETTİ

Lütfi Baksi'nin kardeşi 30 yaşındaki Lamia Baksi, İsveç'te Tıp Fakültesi okuduktan sonra PKK saflarına katıldı. Bu nedenle örgüt içerisinde Doktor Cihan kod adıyla bilinen Baksi, 1987'de 15 Kürt genci ile birlikte PKK tarafından infaz edildi. Baksi, "Lamia doktordu. Ölüm haberini 1991'de PKK yayın organı Serxabun'un'dan aldık. O dönem öldürülen gençlerin hepsi Lamia gibi eğitimli, akıllı ve sorgulama yeteneği olanlardı. Hala mezarının yerini bilmiyoruz. PKK, daha sonra özeleştiri yapıp iade-i itibar yapmış. Ancak siyaset yapıyoruz, kan davası güdemeyiz."

DİĞER KARDEŞİ DE SUİKASTA UĞRADI

Baksi'nin bir diğer kardeşi Necla Baksi. 80 darbesinden kaçarak Suriye'nin Kamışlo kentine sığınmış. Necla Baksi dönemin Kürt siyasi hareketlerinden Kawa'nın üst düzey sorumlusuydu. Kawa'nın lideri Hüseyin Aslan'ın eşi olan Baksi hamileyken, eşi ve 8 örgüt üyesi arkadaşı ile birlikte kaldıkları evde suikasta kurban gitti. Ev sahibi ve ailesiyle birlikte 15 kişinin öldürüldüğü o katliamı Baksi şöyle anlattı: "Necla Kawa örgütüne inanmış o yolda siyaset yapıyordu. Arkadaşları ile sığındıkları evde Ergenekon'a çalışan Cem Ersever ve ekibi tarafından öldürüldü. Bir kız kardeşim devlet içindeki bir diğeri de PKK içindeki çeteciler tarafından katledildi."

Şerafettin Elçi'nin adının yazılı olduğu levha hala masada. Lütfi Baksi, "Kaldırmaya elimiz varmaz" diyor.”

RO/Cemil Süphan

Ji xeynî Tevgera Goran hevdengî li ser mana Barzanî heye

$
0
0
Yekîtiya Niştimanî ya Kurdistanê (YNK) û Partiya Demokrata Kurdistanê (PDK), pêşniyara dubare hilbijartina Serokê Herêma Kurdistanê gehandin aliyên opozîsyonê, daku di vê demê de serokê herêmê bikaribe wê bernameyê xwe ya derbarê nakokiyên Hewlêr û Bexdayê û serbixweyiya zêdetir a siyasî û aboriya Kurdistanê de cîbicîh bike.Hilbijartinên Herêma Kurdistanê ku biryar e di dawiya meha Îlona îsal de bên kirin, wiha dixwaze ku Serokê Herêma Kurdistanê Mesûd Barzanî wextekî demkî be yan jî heta dewreyeke din ji bo bernameyê xwe cîbicîh bike di postê xwe de bimîne. Vêna jî wiha kiriye ku PDK û YNK pêşniyara dubare hilbijartina Mesûd Barzanî bighinîn aliyên opozîsyonê daku lihevkirine siyasî li ser vê pirsê çêbibe, lê belê aliyên opozîsyonê ji bo bersiva PDK û YNK-ê bidin çend roj mohlet xwestine û biryar e wek mixalefet Tevgera Goran, Yekgirtûya Îslamî ya Kurdistanê û Komela Îslamî ya Kurdistanê di çend rojên dahatû de li ser vê meselê bicivin.

‘Çaksazî ne mimkun e ger civak bê ser û serok be’

Di vê derbarê de çavdêrê siyasî û Rêkxerê Lîsta Çaksazî û Geşepêdanê bo hilbijartinên dahatû yên Kurdistanê Mihemed Bazyanî, tekez kir ku çaksazî û gehiştina mafan di nav civakê de çênabe ger civak bê ser û serok be û got: ‘’Ji bo Kurdistanê jî ku pirseke taybet û rewşeke taybet a civakê heye, hebûna serok zerûrî û pêwist e, di rewşeke wiha de ku hilbijartin tê pêş, pêdiviya vê meselê bi çareseriyê heye, ji ber dema xelk deng dide serok bo demeke diyarkirî ku çar sal bû, niha ji bo mana serok pêdivî bi lehevkirina siyasî heye, divê aliyên siyasî bi awayekî berpirsyane berê xwe bidin vê mijarê, bi awayekî ku serok ser bi aliyekî diyarkirî ye.’’

Bazyanî wiha dibêje: ‘’Niha ku Talabanî ne di meydana siyasî ya İraq û Kurdistanê de ye, barê ser milê Serokatiya Herêma Kurdistanê girantir kiriye, divê evna jî li ber çav bê girtin. Rewşa Kurdistan û İraqê ligel welatên pêşketî cuda ye û heta niha İraqê nikariye bibe İraqa hemû alî û pêkhateyan, lewra çênabe di warê demokrasiyê de Kurdistan ligel welatên pêşketî bê miqayesekirin, ji ber wan hemû pirsênligel Bexdayê, niha hebûna serok zerûrî û pêdivî ye.’’

Herçiqas heta niha aliyên opozîsyonê bi awayekî fermî bersiva wê pêşniyara YNK û PDK-ê nedane, lê niha hest bi hevdengiyekê li ser mesela serok tê kirin, bê guman Tevgera Goran li derveyê wê hevdengiyê ye. Bi baweriya kesên nêzîk û serkirdeyên wan aliyên siyasî, derbarê vê mijarê de helwêsta Tevgera Goran negatîf e û hinceta wê jî ew e ku di warê yasayî de pirsgirêk heye.

‘Pêdiviya Kurdistanê bi wan hemû kesên xwedan ezmûn heye’

Lê çavdêrê siyasî Dr. Marûf Umergul ji rojnameya Basê re bal kişand ser wê yekê ku herçiqas derbarê yasayên girêdayî vê mijarê de nerînên cuda hene, lê belê heta niha li Herêma Kurdistanê reşnivîseke qanûnî nîne ku têde hatibe diyarkirin divê Serokê Herêma Kurdistanê bo du dewreyan be û dema serokatiya wî 8 sal be.

Umergul wiha axifî: ‘’Hîç senedek ne bo manê yan jî çûna serok li Kurdistanê nîne, lewra dibe ku bi lihevkirin û dengdanê ev mesele bê çareserkirin, di demekê de Destûra Herêma Kurdistanê jî neketiye dengdanê. Niha pêdiviya rewşa Kurdistanê bi wan hemû kesên xwedan ezmûn heye û rêberiya gelê Kurdistanê kirine, mixabin niha rewşa tendirûstî ya Talabanî xirab e û Mesûd Barzanî jî kariye di postê xwe yê van çend salan de, peywendiyeke baş ligel navxwe û derve deyne.’’

Umergul wiha dibêje: ‘’Rewşa niha na İraqê jî ne Şîe û ne jî Sine dakarin hikûm lê bikin û her yek ji wan hikûm bikin ber bi dîktatoriyetê ve dibin, lewra cîbicîhkirina projeya Joe Biden bo dema niha maqûl e û mana yekparçeyiya İraqê di çarçoveya sê herêman de misoger dike, evna jî karekî baş e ger serkirdayetiya Kurd bikaribe sûd jê werbigire.’’

‘Qonaxa niha wiha dixwaze Barzanî di postê xwe de bimîne’

Bi baweriya Endamê Polîtburoya Komela Îslamî ya Kurdistanê Dilşad Germiyanî jî, pirsgirêkên navbera herêm û navendê wiha dixwaze bo saleke din Barzanî di postê xwe de bimîne.’’

Li gor agahiyên hatine bidestxistin, hersê aliyên opozîsyonê niha çend mercan gotûbêj dikin bo dema dirêjkirina serokatiya Mesûd Barzanî ku ji aliyê PDK û YNK-ê ve pêşniyarek ji wan re hatibû pêşkêşkirin, herçiqas heta niha di nav xwe de yekalî nebûne, lê biryar e bi hevbeşî bersiv bidin.

Dilşad Germiyanî ji Hawlatî re gotiye Barzanî baştirîn kes e ku niha bimîne, lê divê şertên opozîsyonê hebin. Herwiha dibêje ku ger YNK û PDK bixwazin dema serokatiyê dirêj bikin, ger bi piranî jî be dikarin bikin.

Lê belê Endamê Serkirdayetiya YNK-ê Ferîd Eseserd ji Basê re got pêdiviya Herêma Kurdistanê bi dirêjkirina dema serokatiyê nîne, lê pêwistî bi hilbijartinê heye û wiha pêde çû: ‘’Yasayeke parlamento heye ku dema serokatî û parlamento wek çar sal diyar kiriye, ji bo serokatiya herêmê jî şensekî din daye, lê pêdivî bi dirêjkirina dema serokatiyê nake, dibe ku serok careke din bê hilbijartin, wate hilbijartina serok bi hilbijartinê be, ne dem dirêjkirin.’’

Hevdem Sekreterê Polîtburoya PDK-ê Fazil Mîranî jî di civîneke çapemeniyê ya hevbeş de ligel Berpirsê Desteya Kargêrî ya Polîtburoya YNK-ê Mela Bextiyar, ragehand ku wan daxwaza dirêjkirina dema serokatiya Serokê Herêma Kurdistanê Mesûd Barzanî nekiriye, lê daxwaza dubare hilbijartina Mesûd Barzanî bo Serokatiya Herêma Kurdistanê kiriye.
Hewlêr / Bas-News

Nabucco Kurdistanê himbêz dike

$
0
0
Berdevkê projeya Nabucco ragihand ku Herêma Kurdistanê di siberojê de dikare bibe dabînkareke mezin a gaza siruştî di cîhanê de. Mamosteyekî zanîngehê jî dibîne ku Kurdistan bi beşdariya di wê projeyê de dikare rewşa xwe ya aborî firehtir bike, lê nabe ku tenê piştê bi dahata ji samana xwe ya sirûştî girêbide. Heftiya dawî ji meha borî, serokê hikûmeta Herêma Kurdistanê Nêçîrvan Barzanî serdana Almanyayê kir û li wir serokwezîra Almanyayê Angela Merkel dît. Paşê hat ragihandin ku Herêma Kurdistanê dikare di rêya projeya Nabucco re gazê ji Ewropayê re dabîn bike.

Projeya Nabucco projeya xeta veguhestina gaza siruştî ji Tirkiye ber bi Awisturyayê ve ye. Li bajarê Bakurê Kurdistanê Erziromê destpêdike û di nav welatên Bulgarya, Romanya, Meceristan, Komara Çek re derbasî Awisturyayê dibe. Dirêjbûna xetê wê derdorê 3300 km be û mebest ji avakirina vê xetê rizgarkirina welatên Ewropayê ji destê Rûsyayê ye, ku niha dabînkara yekem a gaza Ewropayê ye.

Ji bo beşdarîkirina Kurdistanê di projeya Nabucco de, berdevkê projeyê Christian Dolezal ji Rûdawê re got: "Bi xweşî Kurdistan dikare di siberojê de bibe dabînkareke mezin a enerjiyê di cîhanê de û ji bo dabînkirina gazê pirrbûna çavkaniyan ji projeya Nabucco re gellekî girîng e. Lewma her çavkaniyek alternatîv hebe, projeya Nabucco amade ye ku bîra wê bibe."

Sala borî nûnerê wezareta derve ya Amerîkayê ji bo karûbarê enerjiya Ewro-Asyayê, Richard Morningstar, ragihand ku gellekî girîng e gaza siruştî ya Kurdistanê di rêya projeya Nabucco re bigihije welatên Ewropayê: "Di nêrîna me de ew girîng e û Tirkiye jî di heman nêrîna de ye ku xaza kurdî bigihije Ewropayê. Eger em karibin gaza kurdî bînin nav wê projeyê, ew dibe gaveke erênî."

Mamosteyê aborî li zanîngeha Silêmaniyê, Dr. Xalid Hemîd, bale dikişinê ser wê yekê ku beşdarîkirina Kurdan di projeya Nabucco de rê xweş dike da ku beşê aborî li Kurdistanê firehtir bibe: "Şandina petrolê û gaza siruştî dibin sedema xurtbûna beşê aborî. Bi wî awayî jî dikarin beşên din ên aborî xurt bikin, wek beşên çandinî û geştûguzariyê û çavkaniyên din ên dahatê li Herêma Kurdistanê."

Ji bo beşdarbûna Kurdistanê di vê projeyê de pêwîstî bi lihevkirina hikûmeta Herêma Kurdistan û hikûmeta Iraqê heye. Bi gotina Morningstar, Amerîka "dizane ku beşdarîkirina Kurdan di wê projeyê de nayê kirin û nabe, eger bi Bexdayê re lihevkirinê nekin." Lê berdevkê projeya Nabucco dibîne ku "pîşesaziya gaza Ewropayê çavê wê li gellek çavkaniyan e ji bo wergirtina gazê. Çavê wê li wê ye ku ji bakurê Iraqê jî werbigire. Her dema rewşa aborî ya wê xurt bûye, dikare gaza Iraqê bigihîne Tirkiyeyê û ji wir jî bişîne bazarên Ewropayê."
Hawar Ebdilrezaq/Rûdaw

Li Şêx Meqsûd û Eşrefiyê şer berdewame

$
0
0
Artêşa rêjîma Sûriyê bi topan û tankan û moşekan, taxên Şêx Meqsûdê bo roja 12`an e bombardoman dike û di encama topbaranê de heya niha 44 sivîl jiyana xwe ji dest dane û zêdetirî 135 kesên sivîl jî birîndarbûne her weha gelek xanî û avahiyên welatiyan wêranbûne.Li gor nûçeyeke ajansa Hawarnewsê, şer û pevçûnên li navçeya Ewarêd û Mexsela Cezîrê di navbera Yekînyeên Parastina Gel YPG û hêzên rêjîma Sûriyê de berdewame. Her weha di pevçûnên şeva borî de 5 leşkerên rêjîmê hatine kuştin, 3 ji wan li Ewarêdê û 2 jî li devera Mexsela Cezîrê bûn, bi vî awayî hejmara kuştiyên hêzên rêjîmê gihîştiye 58 leşkeran.

Li taxa Eşrefiyê jî ev sê rojin di navbera lîwaya bereya Kurd û hêzên rêjîma Sûriyê şer berdewame bi taybet li navçeya di navbera artêşa gelêrî û çatrêya duyem ya taxa Eşrefiyê.

Li gor zanyariyên ajansa Hawarê, lîwaya Bereya Kurd bi dehan ji hêzên rêjîmê kuştine û du Doşka jî wêrankirine û avahiyên ku qernasên rêjîmê li ser hatibûn danîn xistine jêr kontrola xwe û her weha bi dehan şebîheyên rêjîmê jî girtine. Her weha di encama wî şerî de jî 3 çekdarên lîwaya Bereya Kurd jiyana xwe ji dest dane û 5 jî birîndar bûne.

Ji aliyekî din ve jî hatiye ragihandin ku, hêzên Cebhet Nusra jî rê li pêşiya 10 kamyonên alîkariyê yên Desteya Bilind a Kurd girtine û nehêştine bighên ji xelkê koçberên Şêx Meqsûd û Eşrefiyê yên berê xwe dabûn Efrîn û Kobanê.
Xendan

Yine PKK-Hizbullah çatışması mı?

$
0
0
Ruşen Çakır*/ Dün Dicle Üniversitesi’nde Hizbullah ile PKK’ya yakın öğrenciler arasında yaşanan olaylar ister istemez başlığa çıkardığımız soruyu da beraberinde getiriyor: Yine PKK-Hizbullah çatışması mı? Dünkü olayları ve başlıktaki soruyu ele almadan önce geçmişe hızlı bir yolculuk yapmak isterim. 1992 yılıydı, Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyordum. Zaten hep gergin olan Güneydoğu’dan alışılmışın dışında haberler geliyordu. Güvendiğim bazı kaynaklarımdan edindiğim bilgilerle PKK ile o güne kadar pek bilinmeyen Hizbullah arasında kıyasıya bir çatışmanın başladığını öğrendim ve bu haber gazetede “PKK-Hizbullah çatışması” başlığıyla manşet oldu. Haber kaynaklarımın tavsiyesine (bana Hizbullah’ın PKK’dan bile tehlikeli olduğu uyarısında bulunmuşlardı) uyarak habere imza atmamıştım.21 yıl sonra, her ne kadar sonunda soru işareti olsa da, aynı başlıkta bir yazı yazmak garip bir duygu. Çünkü bu 21 yıl boyunca her iki hareketin de o kanlı dönemden fazlasıyla ders çıkarmış olduklarını gördüm ve tekrar benzer şeyler yaşamak istemediklerini kendilerinden dinledim. Ancak bölgenin iki önemli toplumsal-siyasi gücü olan PKK ile Hizbullah söz konusu olduğunda başka faktör ve aktörleri de hesaba katmak zorundasınız. Daha açık söyleyecek olursak, PKK ile Hizbullah kendi aralarındaki ilişkileri (veya ilişkisizlikleri) kendi başlarına belirleme şansına geçmişte pek sahip olmadılar ve bu durum pekâlâ bugün de geçerli olabilir.

Elzem sorular

Olayların neden çıktığı, nasıl geliştiği hakkında ayrıntıya girmeye gerek yok. Hele kimin haklı, kimin haksız olduğunu tartışmanın hiç anlamı yok. (Olayların video görüntülerini izleyip polisin hangi gruba nasıl davrandığını gördüğünüzde kafanızda bir şeyler şekilleniyor zaten.)

Ama şu soruları sormak elzem: Tam da yeni İmralı sürecinin ortasında, normal olarak çözümden yana olması gereken iki siyasi hareket neden çatışır ve gözlerin kendilerine çevrilmesine neden olur? Daha açacak olursak: Bu çatışma bir “kaza” sonucu mu çıktı yoksa taraflardan biri tarafından mı planlandı? Diğer bir deyişle iki siyasi hareketin merkezleri duruma müdahale edip gerilimi indirmeye mi yoksa tırmandırmaya mı yönelecekler? Çatışma tırmanırsa bundan kim ne kazanır, kim ne kaybeder?

Açıkçası Dicle Üniversitesi’ndeki kavganın bir “kaza” olduğunu düşünüyorum. Eğer Hizbullahçılar bu kavgayı önceden planlamışlarsa ve gerilimi tırmandırmak istiyorlarsa ki sanmıyorum- karşı tarafa da zarar verirler ancak en çok kendileri kaybeder.

Zorunlu yakınlaşma

Geçmişteki çatışma döneminden bu yana çok ama çok şey değişti. Hizbullah Kürt sorununa, PKK da İslam dinine karşı mesafeli tavırlarından uzun bir süre önce vazgeçti. Benzer bir şekilde Hizbullah Gaffar Okkan suikastından beri silahlı eylemlere yönelmedi, PKK ise silahlı mücadele devrinin kapandığını ilan edip silahsızlanma konusunda devletle görüşmeye başladı.

Sonuçta her iki hareketin ister istemez birbirlerine daha fazla yakınlaştıkları ortadadır. PKK’nın dini söylemlere başvurması, Hizbullah’ın Kürt sorununa sahip çıkmasıyla aralarındaki rekabetin farklı boyutlarda geliştiği de muhakkak. Ancak gelinen noktada, dün yaşanan olaylara rağmen, iki hareket arasında çatışma yerine diyalog ve işbirliğinin öne çıkmasını bekliyorum. Çünkü Hizbullah Kürt sorununun çözüm sürecinde devre dışı kalmak istemiyor. Devletin Öcalan’ı merkez alan, ama BDP ve PKK’yı da kapsayan bir süreci başlattığı bir ortamda Hizbullah’ın, enerjisini PKK ile çatışarak tüketme yerine masada bir şekilde kendisine yer edinme için harcamayı tercih etmesi anlaşılır bir şeydir.

Tabii burada çok ciddi bir soru/sorun var: Hizbullah eğer masada kendisine yer bulursa devletin mi yoksa PKK’nın mı yanında oturacak?

*VATAN/09.04.2013

Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Kürtlere Yaklaşımı-II

$
0
0
Ali Haydar Koç/ Türk ırkçılığı esas alınarak sömürge Kürdistan’a yönelik Kürtleri yok etme niyetiyle gerçekleştirilen soykırım, asimilasyon ve Kürtlerin zorunlu iskanlara tabi tutulmalarına dair politikların uygulamasında tek parti yanı ırkçı bir ideolojiye sahip Chp’nin payı çok büyüktür. Örneğin; Chp’nin 1927 yılında kabul edilen programınin 8. Maddesi „her Türk vatandaşı Türk kültürünü ve fırkanın bütün umdelerini bihakkın kabul etmiş olması şartı ile partiye üye olabilir..“1931 yılında ise parti programına ayrıca şunlar da eklenmisti:….her Türk vatandaş, Türkçe konuşmakta bulunmuş, Türk kültürünü ve fırkanın bütün umdelerini benimsemiş ise fırkaya girebilir..1931 yılında yapılan bu değişiklikle, Chp Türkçeyi ikinci bir dil olarak konuşan yurttaşların partiye üye olamayacağını ilan ediyordu. Chp kendisini Türklerin partisi olarak tanımladıktan sonra, partinin 1931 yılında yapılan ücüncü Kongresinde temsil edilmeyen 10 ilin tamamı Kürt illeri idi. Chp’nin bu illerde örgütlenmemesinin yegane sebebi partinin Kürtlere ilişkin politik tavrından dolayı, Kürtlerin de, Kürdistan’da soykırım siyaseti izleyen Chp’ye karşı gösterdiği siyasal tavır ve sömürge Kürdistan’da egemenlik kurmuş olan Türk idaresinin red edilmesinden ileri geliyor idi. Devlet, hükümet, meclis ve Türk ırkçılığını temsil eden parti demek olan Chp Kürtleri, Kürtlerde Chp’yi Kürdistan’da reddediyordu. Chp, Türk rejiminin tek siyasal yürütücüsü olarak Kürtler üzerindeki soykırım ve zulümleri talimatlarla yönlendirdiğinden dolayı,1950’den sonra Kürtler,Chp’yi dışlamayı tercih etmişler idi….(bkz. Hakkı Uyar, Tek parti dönemi ve Chp. Mete Tuncay,Türkiye Cumhuriyetinde tek-parti yönetiminin kurulması-1923-1931.Erik J.Zürcher,Atatürk imgeleri, savaş,devrim ve uluslaşma Türkiye tarihinde geçiş dönemi 1908–1928, Erik Jan Zürcher,Cumhuriyetin ilk yıllarında siyasal muhalefet terakkiperver Cumhuriyet fırkası-1924-1925.Erik J.Zürcher,Modernle- şen Türkiye’nin Tarihi). Örneğin bahsi geçen 10 Kürt vilayetinden mebusların seçilmesi yasak olduğundan, bu Kürt vilayetlerini temsilen Kürdistan’daki soykırımlarda başarılı görülen Türk generalleri ve bürokratları Chp yani diktatör M.Kemal Atatürk tarafından mebus olarak atanıyordu.20.yüzyıl Kürt ve Türk ilişkileri, sömürge Kürdistan’da yaşanmış olan tarihsel olaylar bilimsel bir bakış açısı ile incelendiğinde, Chp, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında Türk-Turan ideolojisi ile hareket etmiş olan İttihat ve Terraki partisinin (1889-1919) merkez-i umumi kadroları tarafından 1919’dan sonra tasarlanmış,Türk ırkçılığını esas alan aynı siyasi anlayışın takipçisi olarak 1923’te resmen kurulmuştu. Chp, 1923’ten sonra Kürdistan’da yapılan bütün soykırımların ve zulümlerin baş sorumlusu olarak karşımıza çıkmakta ve içinde yaşadığımız yirmi birinci yüyzyılda da Türk ırkının üstünlüğünü ve Türkçülük ideolojisini (daha önceleri yani 1930’lardan sonra Türk ırkçılığını ”Halkçı” kavram maskesi altında yapmıştı) kamuoyunda demokrasi, hak ve adalet maskesi adı altında değişik ırkçı propaganda söylemleriyle savunarak, Kürtlere karşı mutlak bir şekilde değişmeyen kesintisiz ırkçı bir siyasal düşmanlık beslemektedir. 

1913’ten beri Kürt kimliğini yok etmek için çaba harcayan Türkçü kadrolar, zaman zaman iki ucu açık siyasal kavramlarla yada üstü kapalı maskeli söylemlerle Kürtlerin karşısına çıkmakta idi. Örneğin 1908 darbesi, 1912-1913 balkan savaşları, 1914-1918 birinci dünya savaşı,1918-1923 işgalden kurtulma dönemi ve 1923’ten sonra Cumhuriyet dönemi ve 1950’den sonra çok partili dönem (siyasal güç kazanmaya çalışan Türk partileri) gibi önemli siyasal geçiş evrelerinde/savaş dönemlerinde Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyan Türkçü kadrolar, eşitlik, hak, hukuk, adalet,kardeşlik, osmanlılık, islamlık, ümmetçilik, halkçılık ve ortak vatan gibi söylemlerle Kürtlerin desteğini alarak güç kazanmışlar idi/kazanmaktadırlar. Türkçü kadrolar, bahsi geçen her siyasal geçiş dönemi esnasında ve sonrasında soykırım niyeti ile Kürtleri yok etmeye çalışmışlardı. Türk milliyetçiliği yani Türk ırkçılığı, 1913’ten beri Kürdistan’da gerçekleştirdiği etnik temizlik ve soykırımlarla siyasal güç kazanarak, Kürdistan’ı “misak-ı milli” veya bölünmez bir bütün olarak tarif edilen Türk vatanının sınırları içine alarak, askeri vesayet ile Kürt ulusu üzerinde milli hakimiyetini korumaya çalışmıştı/hala çalışmaktadır. 

Osmanlı devletinin yıkılış dönemine kadar ismi bile okunmayan Türk dilinin günümüzde Kürt ve Türklerin ortak dili olarak kabul görmesi, 1923’ten sonra başta diktatör M.Kemal Atatürk olmak üzere Türkçü kadrolar tarafından planlı bir şekilde tasarlanan programlar ile Kürdistan’da yapılan soykırım, asimilasyon, şiddet ve zulümlerin bir sonucudur. Örneğin 1936’da yapılan üçüncü Türk dil kongresinde diktatör M.Kemal Atatürk şunları dile getirmişti:“.. Milliyetin çok bariz vasıtalarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşamayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz....”(bkz.Utkan Kocatürk, Atatürk’ün fikir ve düşünceleri. Şemsettin Günaltay-Hasan Reşit Tankut, Dil ve tarih tezlerimiz üzerine gerekli bazı izahlar, devlet basımevi, İstanbul, 1938.Orhan Türkdoğan, 50.yılında Atatürk’ün dil ve tarih Tezi, Türk milli eğitiminin dünü, bugünü ve geleceği). Ankara yönetimi tarafından 1930’lardan sonra meclis yoluyla çıkarılan çeşitli kanuni ve cezai tedbirlerle hazırlanan planlı programlarla, siyasi yönelimlerle ve “vatandaş Türkçe konuş” sloganı ile sömürge Kürdistan’da Türk dilinin yaygınlaştırılması sağlanmıştı.Yüzyılın başında Kürdistan’da hiç bilinmeyen bir dil olan Türkçe, yirminci yüzyılın sonunda ise her Kürt’ün konuştuğu veya yazdığı bir dil haline getirilmesi sağlanmıştı. 

Ankara merkezli Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Türkcü-ırkçı kadrolar, Kürdistan topraklarını,“bölünemez-parçalanamaz Türk vatanı” olarak tasavur edilen misak-ı milli sınırlarının içine alarak, hayali düşüncelerle, uyduruk bilgilerle yaratılan Türk tarihini,Türk kültürünü, Türk geleneklerini, Türk yaşam biçimini ve Türk dilini Kürtler arasında asimilasyon programlarıyle yaygınlaştırma siyasetini izleyerek, Kürt ulusunu kültürsüz, tarihsiz, dilsiz,köksüz-geçmişsiz ve belleksiz olarak algılayarak,buna benzer uyduruk siyasi anlayışlarla Kürtleri aşağılayarak, bununla Kürtler arasında Osmanlı devletinin son yıllarında varlığını göstermiş olan “devlet kurma duygusunu” yok etmeye çalışıyordular. Tarifi dünyada pek nadir görülen Türk ırkçılığının en acımasız yönlerinden biri, Türk ulusçuluğu adına 1925-1940 yılları arasında Kürdistan’da gerçekleştirdiği soykırımlarda öldürdüğü ve zorunlu göçertmeye tabi tuttuğu Kürt ailelerin 7-8 yaşlarındaki Kürt kız çocuklarını asimilasyon uygulamalarının en önemli dinamik gücü olarak değerlendirmiş olmasıdır.Yimrinci yüzyıl Kürt tarihinin en hüzünlü dönemini oluşturan bu vahim olay, Türk milliyetçiliğinin-ırkçılığının insani bir ruh taşımayan karakterini karşımıza çıkarmaktadır. 

Sonuçta, Türkiye devletini kuran Türkçü kadrolar,ırkçılığı esas alan Türk milliyetçiliği adına 1923’ten sonra yeni bir insan yaratma yani yeni Türk cemaatini ortaya çıkarma algısı ile tamamiyle inkar edilen Kürt ulusunu soykırım politikalarının bir parçası olan gericilikle,cahillikle aşagılıyorlardı. Ayrıca o tarihlerde (1930’lar sömürge Kürdistan’da yapılan propagandalarda Kürtler, büyüyen, kalkınan, gelişen çağdaşlaşan modern Türkiye’nin ilerlemesi önünde engel olarak görülüyordu. Bu siyasi anlayış ile hareket eden Ankara yönetimi, yaklaşık yüzyıl boyunca Kürt ulusunu baskı altında tutmaya çalışarak, sömürge Kürdistan’daki hakimiyetini korumaya çalıştı. 1908’den sonra gelişme göstermeye başlayan Türk milliyetçiliği,siyasi geçiş dönemlerinde siyasal iktidar gücüne sahip olabilme niyetiyle Kürtlerin desteğini alabilmek için; osmanlılık, islamlık, ümmetçilik, halkçılık eşitlik, hak, hukuk, adalet,kardeşlik, ve ortak vatan gibi iki ucu açık maskeli söylemlerle Kürtlerin karşısına çıkmıştı/çıkmaktadır. Her geçiş döneminin sonucunda istediği iktidar gücüne ulaşan Türk milliyetçiliği, etnik temizlik niyeti ile Kürdistan’a yönelik düzenlediği askeri seferlerle Kürt ulusunu baskı altında tutmaya çalışıyordu/çalışmaktadır. 

İçinde yaşadığımız yirmi birinci yüzyılda yani 2008’den sonra Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan bölgelerinde yani eski osmanlı devleti sınırlarında siyasal güç(şimdilik iddia edilmekte) kazanma niyetiyle hareket etmeye çalışan Türkiye yönetimi, sömürge Kürdistan’da Türk idari sistemi ile kopuşun sınırlarına gelmiş bulunan Kürtleri yeniden Türk sömürge idaresi altında yaşatmaya zorlamakta, bahsi geçen bölgelerde siyasi ve ekonomik güç kurabilmek için Kürtlerin desteğini almaya çalışmaktadır. Ayrıca bir yönü ile Kürtler hala gelişen, büyüyen, ekonomik olarak kalkınan ve ileriye yönelik çağdaşlaşan Türkiye’nin önünde engel olarak değerlendirilmektedir. Özellikle son zamanlarda Ankara yönetimi, Kürtlerin karşısına barış söylemleriyle çıkarak, sık sık hak, hukuk, adalet,ortak anayasa, eşitlik ve ortak vatan gibi kavramları kamuoyunda propaganda ederek,dolaylı olarak ortak vatanının Kürtlerden ve Türklerden oluşacağı söylemlerini de dile getirmektedir. Bütün bu söylemlerin siyasal doğruluk ve yanlışlıklarına dair sonuçları (Çözüm ve barış adı altında daha yeni başlayan bir süreç olduğundan) şimdilik söylemek mümkün değildir. 

Kürtler, Türk milliyetçiliğinin/Türk idaresinin 1913’ten beri Kürdistan’daki soykırımlarını, asimilasyon politkalarını zorunlu göçertmeleri, zulümleri ve Kürt ulusuna reva görülen haksız felaketleri Kürt tarihinin unutulmayan hafızası-belleği olarak arşivliyebilirlerse ve bu arşivsel hafızadan yararlanabilirler ise, Kürt-Türk diplomatik ilişkilerinde daha başarılı olabileceklerini, 1925’ten beri Türk yönetimine karşı yürüttükleri bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerine dair amaçlarına yani Kürdistan devletine daha sağlam bir siyasal zemin üzerinden ulaşabileceklerini söylemek mümkündür. 

Kaynak: Denge Kurdistan 04 Nisan 2013

Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Kürtlere Yaklaşımı-I

CHP ve TBMM karıştı

$
0
0
Rizgarî Online/ Kemalist parti CHP´nin Meclis grubunda “yenilikçi” kanadın en önde gelen isimlerinden Sezgin Tanrıkulu ile “ulusalcı” kanadın temsilcilerinden Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz tartıştı ve birbirinin üzerine yürüdü. CHP Meclis grubunda ulusalcı-yenilikçi kavgası patlak verdi. Akşam gazetesinde yer verilen habere göre,”CHP grubunun sabah yapılan basına kapalı bölümünde gergin dakikalar yaşandığı ortaya çıktı. Yenilikçi kanadın en önde gelen isimlerinden Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile ulusalcı kanadın temsilcilerinden Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz arasında gerginlik yaşandı. Gergin atmosferde iki vekilin birbirinin üzerine yürüdükleri bildirildi.DİĞER VEKİLLER ARAYA GİRDİ

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun açış konuşması öncesinde yapılan kapalı grup toplantısında yaşanan gerginlik, diğer CHP'li vekillerin araya girmesiyle daha da büyümeden önlenebildi.”

Öte yandan CHP içindeki ve TBMM'deki gelişmelerle ilgili Star´da yer verilen haberde de şunlar kaydedildi:
“CHP Grubu'nun basına kapalı bölümünde, Çözüm Süreci'yle ilgili partinin tutumu tartışma konusu oldu. Güneydoğu kökenli milletvekilleri sürece destek verirken Ulusalcı kanat şiddetle karşı çıktı.
Ulusalcı milletvekillerinin özellikle CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nu hedef aldıkları ve üzerine yürüdükleri belirtiliyor. Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz'ın Tanrıkulu'nun üzerine yürüdüğü araya diğer milletvekillerinin girerek olayı zor yatıştırdıkları iddia ediliyor.

TBMM'de Çözüm Süreci Komisyonu'nun kurulmasıyla ilgili Genel Kurul'daki görüşmeler sırasında olaylar çıktı.

AK Parti, daha önce CHP'nin verdiği önergeyle kendi önergesini birleştirdi.

CHP'liler önergeden imzalarını çektiklerini, AK Parti'nin kendi önergesini görüşmesini istediler. Ancak CHP'li Sezgin Tanrıkulu önergeden imzasını çekmedi. CHP'lilerin tam saha prese aldıkları Tanrıkulu, son saniyelerde imzasını çekmek durumunda kaldı.

AK Parti, önergelerin birleştirildiğini ve görüşülmesi gerektiğini söyledi. CHP'liler kürsüyü işgal etti. TBMM birbirine girdi. Ara verildi...

RO/Cemil Süphan

Derin belirleyiciler

$
0
0
Murat Belge*/ “Barış Süreci”, faşist bonobartist milliyetçi kesimin ağır ideolojik bombardımanı (ve zaman zaman muhtemel silâhlı saldırıları) altında, kendi kanalında akacaktır. Bunun güçlü toplumsal dinamikleri olduğunu, ulusal olduğu kadar uluslararası konjonktürün de olayı o yöne kanalize ettiğini düşünüyorum.Bu “süreç”le gerçekleşme yoluna girecek “barış”ın yeni bir anayasaya yansıması, orada cisimleşmesi gerekiyor. Bu nasıl olacak? Bugün 8 nisan; bildiğim kadar yeni bir anayasa metni üstünde şimdiye kadar dişe dokunur bir sonuç almadan çalışan komisyonun başkanı Cemil Çiçek bugünden sonra ne olacağına dair bir açıklama yapacak.Ama bunun, “bir şey çıkamadı, çıkamayacak” açıklaması olacağını hepimiz tahmin ediyoruz. MHP’nin de, CHP’nin de, ne yapacağı besbelli.
O zaman, malûm, BDP’li formül ve referandum ihtimaline geliyoruz.

Daha birkaç zaman öncesine kadar böyle bir yakınlaşma olası görünmüyordu. BDP AKP’ye Erdoğan da BDP’ye, veriştirip duruyordu. Bu veriştirme sürecinde kimin “haklı” olduğuna karar vermek zordu. Bu, her zaman zordur; “ilk taşı kim attı?” diye başlar ve “ama ondan önce de o...” diye diye, Âdem ile Havva’ya kadar gideriz.

Bu arada, parti kapatmayı güçleştiren maddenin oylanmasında BDP’nin aldığı tavır gibi, gerçekten insan aklını zorlayan olaylar da oldu.

Sürtüşme epey akıldışı bir mahiyet arzediyordu da, tarihî belirlenmeleri de hesaba katarak bakıldığında, olay büsbütün akıldışıydı. BDP “son” değil “ilk” analizde bir Kürt partisi ve AKP belirgin özelliği İslâmcılık olan bir parti. Bunlar, “ancien régime”le en uyuşmayacak çizgiler. O devlet yapılanmasının değiştirilmesinde en fazla çıkarı bulunan partiler. Dahası, o devlet yapılanması ayakta kaldıkça kendi yaşama hakları pamuk ipliğine bağlı olan parti ya da çizgiler...

Öyleyse ne bu atışma, ne bu veriştirme?
Toplumların, kökü derinlere ve eskilere dayanan gelişme doğrultuları vardır. Siyasî hayatın yüzeyinde pek çok kısa-vadeli, geçici, kimi zaman hattâ yapay olay, sorun karmaşa görünür, kaybolur; batar, çıkar. Ama o derin doğrultular, toplumun nihai yapılanmasını gerçekleştirmiş olan etkenler, kendi ağır tempolarıyla, sağa sola yalpalayarak giden gündelik siyasete yön verirler (belirlenmiş ve kesinleşmiş, tek bir gelişme doğrultusu olduğunu söylemek istemiyorum; her zaman birden çok yol vardır, ama temel yapı bunların hepsinde kendi belirleyici ağırlığını koyacaktır).

Türkiye’nin otuz küsur yıllık sancısı, yani 1982 Anayasası’nın değişmesi zorunluluğu yani, demokratik bir yönde ilerleyecekse zorunlu olan bu adım şimdi sözkonusu iki çizgiyi birbirine yaklaştırmış gibi görünüyor. Aslında bu yaklaşmanın içinde sol da olmalıydı, ama sık sık değindiğimiz, anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız şekilde, Türkiye’de böyle bir solun niceliksel varlığı henüz bir “siyasî etken” olacak boyutlarda değil; “sol” olduğunu iddia eden (gene marjinal) çeşitli kesimlerse “sol” değil.

Sözünü ettiğim “derin etkenler”, değişimden yana olması gereken AKP ile BDP’yi birbirine yaklaştırmakla kalmıyor. “Ancien régime”in sahibi ve ürünü olan CHP ile MHP’yi de (yani “faşizm ve otoriteryanizmin” patrisyen ve pleb temsilcileri) “Değişim” olgusunun karşısına dikiyor. Bu, bence, nihayet, doğru bir dağılım, tarihe uygun bir cepheleşme.

*Taraf/09.04.2013

Dicle Üniversitesi'nde gerginlik devam ediyor

$
0
0
Rizgarî Online/ Dicle Üniversitesi'nde dün Hizbullah yanlısı olduğu öne sürülen öğrencilerle sol görüşlü öğrenciler arasında yaşanan gerginlik gece kent merkezinde yaşanan protestoların ardından bugün üniversite kampusunda da devam ediyor. Dün yaşanan saldırıları protesto etmek amacıyla Eğitim Fakültesi önünde toplanan öğrencilere Türk polis güçlerinin gaz bombaları ile müdahale ettiği bildirildi.Türk medyasında yer verilen haberde şunlar kaydedildi:”Bilge Gençlik Kulübü tarafından Dicle Üniversitesi Konferans Salonu'nda, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında, "Peygamber Efendimiz" konulu konferans düzenlendi. Çevre illerden de gelenlerle birlikte yaklaşık bin kişi, salona girmeden önce salon önünde öğlen namazını kıldı. Namaz kılanlar arasında çarşaflı kadınlar ve sakallı sarıklı olanlar da dikkat dikkat çekti. "Kutlu Doğum Haftası'nı kazasız belasız geçirmeyi bize nasib eyle" şeklinde dua eden kalabalık, daha sonra konferansın yapılacağı salona geçip, ilahiler eşliğinde tekbir getirdi. YÜRÜYÜŞ GAZLA ENGELLENDİ

Diyarbakır Emniyet Müdür Yardımcısı Süleyman Hançerli ile öğrenci temsilcileri arasında yaşanan görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine öğrenciler, alkışlarla dışarı çıkıp bahçede toparlanmaya başladı. Eğitim Fakültesi önünden, dünkü çatışmaya neden olan ‘Kutlu Doğum Haftası’ konferansının düzenlediği Kongre Merkezi önüne yürüyerek burada açıklama yapmak isteyen öğrencilere polis izin vermedi. "Dicle faşizme mezar olacak" sloganını atan Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği (DÜDER) üyesi öğrencilere Eğitim-Sen’li üniversite çalışanları da destek verdi. Öğrenciler, İlahiyat Fakültesi tarafındaki tarladan yürümeye çalıştı. Güvenlik güçlerinin engellemesi üzerine geri dönen öğrenciler bu kez de İdari İktisadi Bilimler Fakültesi tarafına geçerek, tarladan, konferansın yapıldığı salona doğru yürümeye başladı. Bu esnada sık sık, "Hizbul şeytan nerede Apocular burada" sloganları atıldı. Konferans salonu yakınına gelen öğrencilere, karadan TOMA ve Akrep ve panzerlerle tarlada müdahale edildi. Havadan polis helikopteri ve yerden de polislerin gaz bombalarıyla müdahale ettiği öğrenciler, saatler süren koşuşturmadan sonra, kampüs alanındaki fakültelere ve tarlalara doğru kaçtılar. Konferansın yapıldığı salona doğru gelen bazı sol görüşlü öğrencilere polis copla müdahale ettiği görüldü.

Aysel Tuğluk yaralandı

Göstericileri yatıştırmak için Dicle Üniversitesi'ne giden Aysel Tuğluk, kafasına isabet eden şişeyle yaralandı.

Başı yarılan Tuğluk, Dicle Üniversitesi Hastenesi'ne kaldırıldı. Tuğluk'un durumunun iyi olduğu bildirildi.

RO/Zilan Dersim

Kışanak: Üç genç öldü, emniyet müdürü ağlıyor mu?

$
0
0
Rizgarî Online/ BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, yaşanan süreç ve Dîyarbekîr''de son iki ayda yaşamını yitiren üç gence ilişkin açıklamalar yaptı.BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak partisinin grup toplantısında TBMM'de kurulacak araştırma komisyonu ve “çözüm sürecine” ilişkin açıklamalarda bulundu. Kışanak ayrıca Dîyarbekîr'de son dönemde üç gencin polis tarafından yapılan saldırılarla öldürüldüğünü söyleyerek, TC´nin Dîyarbekîr' Emniyet Müdürü'ne, 'Ağlıyor musun?' diye sordu. Radikal´in haberinde şunlara yer verildi:”Kışanak'ın konuşmasından satırbaşları şöyle:- Yeni anayasanın nesine yeni diyeceğiz? Türkiye'nin sorunlarına yeni bir öneri getiriyor musunuz? Çıkın bunu anlatın. Türkiye'de tüm sorunlara ilişkin çözüm önerilerini getiren tek parti BDP'dir. BDP-Blok milletvekilleri olarak tüm Türkiye'nin yeni anayasaya ilişkin önerilerini anayasa komisyonuna getirdik. Gerçek anlamda hakların, özgürlüklerin ve demokrasinin önünü açacak önerilerle anayasa uzlaşma komisyonuna giden tek parti BDP'dir.- BDP dışında hiçbir parti yeni özgürlük alanlarına ilişkin önerilerde bulunmamıştır. Örneğin barış hakkını, şimdiye kadar, 'Yurtta sulh cihanda sulh' denilerek geçilen barış hakkına anayasal güvence sağlayalım dedik. Yine bizim en çok sıkıntısını yaşadığımız ayrımcılıktır ve bunu sadece Kürt sorunu ile de sınırlamıyoruz, Türkiye yedekler ve asiller ülkesidir, bunu ortadan kaldıracak şey ayrımsız eşitliktir ve bu hakkı da en ayrıntılı olarak BDP-Blok vekilleri istemiştir. Tüm ayrımları ortadan kaldıran bir eşitlik tanımını biz niye anayasaya koyamıyoruz? Bu ülkenin en temel sorunlarından biri de anadil hakkıdır. UNESCO'nun kaybolmakta olan diller listesinden onlarca dil Türkiye'dedir. Bu konuda önerilerde bulunduk ama diğer partiler hep kapıları kapattı. Ademi merkeziyetçiliği de öneren tek parti biziz. CHP , AB Yerel Yönetimler Şartı'na çekincelerin kaldırılmasını AKP 'den önce istediğini söylüyor ama hem de ademi merkeziyetçiliğe karşı çıkıyor. Bunu yapamazsınız. Laiklik konusunda da gerçek din ve inanç özgürlüğünü biz önerdik ama diğer partilerden destek görmedik. Ama biz yeni anayasa sürecinde kendi taslağımızı da Türkiye'nin gündemine sunacağız. Diğer partilerden derdimizde derman olacak bir anayasa çalışması gelmemiştir. Umuyorum diğer siyasi partiler bundan sonra daha yapıcı bir tavır alır.

- Bugün parlamentoda günlerdir devam eden tartışmaların bir komisyon kurulmasına ilişkin gündemi konuşulacak. Parlamentonun görevlerini yerine getirmediği bir çatışmasızlık süreci mümkün olamaz. Umuyorum ki bugün parlamentoda tüm siyasi partiler toplumun duyarlılıklarını dikkate alan bir çalışma gerçekleştirsinler. Umuyorum ki parlamento da halkın barış beklentilerine cevap veren bir adım atar.

- Yeni bir ülke arzuluyorsak eskiyi değiştirecek yer parlamentodur. Umuyoruz bugün atılan adım devam eder. Tabii MHP 'nin tutumunun kışkırtan, ayrıştıran bir tutum olduğuna dikkat çekiyorum. Sayın Selahattin Demirtaş, "Devlet bahçeli olsun" demişti, olsun ama o bahçede Isparta'nın gülü de Hakkari'nin lalesi de olsun. Birileri diken istiyor olabilir. Bizim arzumuz bu toprakları üzerinde yaşayan herkesin ortak vatanı yapmaktır. Gerçek vatan sevgisinin de bu olduğunu düşünüyoruz. Biz MHP'ye vatanı sevmek ne demektir diye izah etmek durumunda değiliz ama milletin akan kanın durması isteğine saygılı olmalarını beklemek de hakkımızdır. Gün geçmiyor ki bir üniversiteden çatışma haberi gelmesin. Herkes sorumludur. Herkes sağduyu çağrısı yapmalıdır.

- Sevgili gençler daha sağduyulu, örgütlü ve birbirinize sahip çıkan bir anlayışta olunuz. Birileri aksine çalışabilir ama sizler buna engel olabilirsiniz. Türkiye'nin tüm demokrat gençleri birlik içinde olunuz! Hükümet de bu tip provakatif kışkırtmalara karşı önlem almak zorundadır. Kürt öğrenciler linç etmeye çalışan gruplara polis göz yummaktadır.

- 13 gün önce Diyarbakır'da Murat İzol isimli genç polisin arkasından ateş açmasından kaçarken Dicle Nehri'ne düştü ve cenazesi yeni bulundu. O düştükten sonra Diyarbakır emniyeti İzol'un kaybolduğuna dair bir tutanak hazırlatarak arama kurtarma çalışmalarına dahi engel olmuştur. Son iki ayda Diyarbakır'da polisin saldırısı nedeniyle üç genç yaşamını yitirdi. Biri de Sur'da Özgür Arda'ydı ve açıkça bir polis cinayetine kurban gitti, Şahin Öner panzer tarafından ezilerek katledildi. Polis bu cinayeti de örtbas etmeye çalıştı. Şimdi ben soruyorum: İki ay önce Diyarbakır Emniyet Müdürü, ben dağda ölenler için de gözyaşı dökmeyenlerin insanlığı sorgulanır demişti. Biz şimdi soruyoruz: Siz göreve geldikten sonra 3 genç katledildi ağlıyor musunuz? Siz insanlığınızı sorguluyor musunuz?

- AKP döneminde sadece gösteri hakkını kullanmak isteyen 65 kişi yaşamını yitirdi ve buna sebep olan hiç kimse adalete teslim edilmedi.”

RO/Ömer Kaçar

Kaya: Erdoğan Cumhuriyet tarihinin sayılı liderlerinden biri

$
0
0
Rizgarî Online/ TC İçişleri Bakanlığı'nın onayı ile görevine iade edilen Wan Belediye Başkanı Bekir Kaya, "Başbakan Erdoğan Türkiye'de yüzde 50 oy almış bir insan. Cumhuriyet tarihinin sayılı liderlerinden biri" dedi. KCK'ye yönelik soruşturma kapsamında tutuklandıktan sonra tahliye edilen Belediye Başkanı Kaya, TC İçişleri Bakanlığı'nın onayı ile görevine başladı. Mahalli İdareler İl Müdürü Mihraç Kaya'nın, "Göreve başlama yazısını" tebliğ ettiği Kaya, makamında gazetecilere açıklamada bulundu. AA´nın haberi:”Tutuklandığı günden bu yana kendilerine destek veren vatandaşlara teşekkür eden Kaya, terör örgütü KCK operasyonları kapsamında aralarında milletvekili ve belediye başkanlarının da bulunduğu yüzlerce arkadaşının halen tutuklu olduğunu belirtti. Kaya, Türkiye 'de yeni ve önemli bir sürecin başladığını, bu sürecin başarıya ulaşması için herkesin çaba göstermesi gerektiğini vurgulayarak, "Bu sürecin, tüm haksızlıkları ortadan kaldıracağı bir süreç olmasını diliyorum. Hem temenni ediyor, hem de bunun için üzerimize düşeni yapacağımızı belirtiyorum. Geçmişi çok irdelemeden, arkasına takılmadan geleceğe bakacağız. Neticede çok güzel günler yaşamaya başladık" diye konuştu.

Türkiye'de yaşanan çözüm süreci ile ilgili değerlendirmelerde bulunan ve Başbakan Erdoğan 'ın toplum tarafından kabul gören önemli bir lider olduğunu ifade eden Kaya, şöyle konuştu:

"Başbakan Erdoğan Türkiye'de yüzde 50 oy almış bir insan. Cumhuriyet tarihinin sayılı liderlerinden biri. Toplumla buluşma itibarıyla büyük bir aktör olduğu herkes tarafından takdir edilen bir insan. Uyguladığı politikaların toplum tarafından kabul görme oranının çok yüksek olduğu da zaten ortada. 3 tane seçim ve referandum geçirdi. Böyle bir boyutu var. Bu nedenle ürettikleri politikaların da toplum üzerinde büyük bir etkisi var.

Öcalan'ın da Ortadoğu üzerinde büyük bir etkisinin olduğunu kimse artık inkar etmiyor. Sadece Türkiye'deki Kürtler değil, Ortadoğu'da, komşu ülkelerin birçoğunda büyük bir etkisi var. Bu nedenle, bu iki önemli aktörün olması bu sürecin başarıya ulaşması açısından büyük bir şanstır. Bu süreç onların ciddi katkısı ile hepimizin ortak özlemi olan barışa ulaşacaktır.

Bu anlamda süreç şuan itibariyle de iyi gidiyor. Ama bu süreç çok kolay da değildir. Bugünden yarına kadar çözülecek bir süreç değildir. Bunun aşamaları vardır. Atılan adımlar itibarıyla bu sürecin daha başındayız ancak geleceğe dair büyük umutlarımızın olduğunu söylemeliyim."

Tutuklandıkları günden bu yana Van Belediyesi'nin işlevsiz kalmadığını ve çok önemli çalışmalar yaptığını anlatan Kaya, özverili bir çalışma performansı gösteren belediye çalışanlarına teşekkür etti. “

RO/Ömer Kaçar

8 bin militan buluşacak

$
0
0
Rizgarî Online/ El Pais gazetesine konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan´ın, “Normalleşme aşaması olan üçüncü aşamaya gelinince PKK de yasallaşmalı” ifadesini kullandığı bildirildi. Taraf gazetesinde Akın Özçer imzasıyla verilen haberde şunlar kaydedildi:”İspanya’nın önde gelen siyasi gazetelerinden El Pais, geçen hafta sonu Türkiye temsilcisi Josê Miguel Calatayud’un PKK yöneticilerinden Murat Karayılan’la Kandil’de yaptığı söyleşiyi yayımladı. Calatayud, yazısının giriş bölümünde Erbil’den Kandil’e nasıl gittiğini bölgeyle ilgili bilgilerle birlikte aktarıyor. Kandil’e vardığında PKK’nın 1978’de nasıl kurulduğunu, radikal devrimci çizgide Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen bir örgüt olarak 1984’de başlattığı silahlı mücadelenin nasıl çoğu sivil halktan ve militanlardan oluşan 40 binden fazla kişinin ölümüne yol açtığını özetliyor. Ardından örgütün son yıllarda bağımsızlık hedefinden vazgeçtiğini ve Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi için geniş bir özerklik istediğini ve Öcalan’ın 21 marttaki mesajıyla silahlı çatışmanın sona ermesi çağrısı yaptığını vurguluyor. 8 bin militan buluşacak

Calatayud, haberinde Karayılan’ın sakin bir ses tonuyla “Silahları bırakıp çekilemeyiz bu imkânsız. Silah bırakmak en son aşama, bugün tartıştığımız şey ise sürecin ilk aşaması” dediğinin altını çiziyor. Karayılan’ın Öcalan’ın tutuklanmasından sonra PKK’nın arazideki komutanı olduğunu, üzerinde geleneksel giysiler ve bir de tabanca taşıdığını ve silahlı dört genç tarafından korunduğunu anlatıyor. Karayılan’ın “Başbakan Erdoğan sürecin başında silahsızlanmayı tartışmak istiyor ama bu arabayı atın önüne koşmak” dediğini söylüyor. Devamında PKK liderinin şu sözlerini öne çıkarıyor: “PKK’nın Türkiye’de 2 binden fazla silahlı militanı var.

Çekildikten sonra Irak’taki çeşitli kamplarda bulunan 5-6 bin civarındaki militanla bir araya gelecekler. Şimdi sürecin eylemsizlik ve çekilmeden oluşan ilk aşamasında bulunuyoruz. İkinci aşamada anayasal hakların gelmesi gerekir. Türkiye’de yaşayan tüm etnik gruplar ve konuşulan dillerin bir arada var olmasını yeni anayasada güvence altına almalı, tıpkı İspanyol anayasası gibi. Üçüncü ve son aşama, normalleşme aşaması olmalı. Bu aşamada PKK da yasallaşmalı.”

Taraflar birbirini affedebilmeli

Calatayud, Karayılan’ın bir de Hakikatler ve Barışma Komisyonu kurulmasını arzu ettiğini belirtiyor. “Çünkü biz de asker öldürdük. Bu komisyon aracılığıyla taraflar birbirlerini affedebilmeli” dediğini aktarıyor. Calatayud, AB ve ABD’nin PKK’yı “terör örgütü” olarak gördüğünü, hatta Washington’un Karayılan ve iki PKK yöneticisini “uyuşturucu kaçakçısı” ilan ettiğini de anımsatıyor. Karayılan’ın sakin bir üslupla “Bu tamamen yalan, eğer ufak bir kanıt bile gösterseler kabul ederiz. PKK devrim vergisi bile uygulamıyor. Sadece Türkiye ve yurt dışındaki sempatizanların gönüllü katkılarıyla finanse ediliyor” dediğini aktarıyor. Ama en çok kendilerine “terör örgütü” denmesine kızdığını söylüyor. Bu bağlamda “Bu konu önemli: Biz Kürt halkı, halk olarak, millet olarak haklarını alsın diye mücadele eden ve direnen bir örgütüz. Faaliyetlerimizin yüzde 90’ı siyasi, yüzde 10’u askeri ama içinde terörist eylem hiç yok” sözleriyle parladığını belirtiyor.

PKK’nın eylemlerini anlattı

Calatayud, Karayılan’ın bu sözlerinden sonra okuyucuya PKK’nın geçmişte Türk askerleriyle çatışma dışında yurt içinde ve dışında Türk hedeflerine saldırdığını ve intihar saldırıları düzenlediğini anımsatıyor. PKK’nın ayrıca başka siyasi partilere mensup Kürtleri kaçırmak ve öldürmekle, örgüt içindekileri de infaz etmekle suçlandığını belirtiyor. Karayılan’ın gülerek bu suçlamaları reddettiğini ve “Türkiye’nin kara propagandası ve psikolojik savaşı” olarak nitelediğini söylüyor. Karayılan, Irak Kürtlerinin de PKK gibi savaştığına ama ABD ve AB’nin onları dost gördüğüne dikkat çekiyor. Calatayud, söyleşide Suriye konusunu da açıyor. Karayılan’ın Suriyeli Kürtlerle birlikte Esed rejimine karşı savaşmak için kuvvet gönderdiği iddialarını yalanladığını söylüyor.

PKK liderinin aynı şekilde PYD’nin PKK ile bağlantılı olduğunu da yalanladığını belirtiyor. Bu tür iddiaları Türk hükümeti ve Suriyeli muhaliflerin ortaya attığını söylediğini kaydediyor. Buna karşılık PKK’nın PYD militanlarını eğittiğinin ve gerekirse bunu yinelemeye hazır olduğunun altını çizdiğini aktarıyor.

Militanları topluma kazandırmak zor

CALATAYUD, görüşmede konunun dönüp dolaşıp dağdaki militanların topluma kazandırılması konusuna geldiğini, Karayılan’ın bu sürecin diğer ülkelerdeki gibi zor olduğunu yinelediğini aktarıyor. Kandil’de bir eğitim ortamı olduğunu, diasporadan birçok üniversiteli militanın burada gönüllü bulunduğunu anlatan Karayılan’ın militanların ideolojik ama eğitimli olduğunu söylediğini, bunun da her şeye karşın topluma kazandırma sürecini kolaylaştıracağına inandığını aktarıyor.”

RO/Zilan Dersim

Bozyel: Öcalan’ın savaşı durdurma kararı desteklenmeli

$
0
0
Söyleşi / Hükümetin MİT aracılığıyla PKK lideri Abdullah Öcalan'la sürdürdüğü müzakere sürecine ilişkin aralarında siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerin bulunduğu bir kısım Kürt aydınıyla söyleşiler yaptım. Bunlardan ilki Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) eski Genel Başkanlarından siyasetçi Bayram Bozyel.Hükümetin MİT aracılığıyla PKK lideri Abdullah Öcalan'la sürdürdüğü müzakere sürecine ilişkin aralarında siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerin bulunduğu bir kısım Kürt aydınıyla söyleşiler yaptım. Bunlardan ilki Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) eski Genel Başkanlarından siyasetçi Bayram Bozyel.Müzakere sürecine ilişkin çeşitli çevrelerden Kürt aydınlarının düşüncelerinin kamuoyu tarafından daha detaylı bilinmesi bağlamında mülakatlara “müzakere söyleşileri adını verdim. Röportajların sürece katkı sunmasını düşünerek Sayın Bozyel'in düşüncelerini okuyucularımızla paylaşıyorum.

Sayın Bozyel, bir kısım çevreler MİT aracılığıyla hükümetle Öcalan arasında sürdürülen müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?

-Hükümetin MİT üzerinden İmralı’da Öcalan ile yürüttüğü görüşmelerin hedefi silahları susturmak, giderek PKK’nin silah bırakmasını sağlamaktır. Bu hem hükümetin yaptığı açıklamalarda, hem de Öcalan’ın Newroz’da yaptığı çağrıda açık bir biçimde görülüyor. Silahların susturulması son derece önemli. Ancak bununla Kürt sorununun çözüldüğünü iddia etmek büyük bir yanılgıdır. Geçmişte Kürt sorununu bir şiddet ve terör sorunu olarak yansıtmak adettendi. Şimdi ise Kürt sorununun çözümünü silahların susturulmasına indirgeyenler söz konusu. Bu yaklaşım yanıltıcıdır ve sorunun özünü perdelemeyi amaçlamaktadır.

Kürt sorunu, Kürt halkının ulusal demokratik haklarının gasp edilmesinden kaynaklı bir sorun. Sorunun çözümü ise Kürt halkının tarihi ve meşru haklarının iadesinden geçer. Bunun yolu ise bellidir; Kürt halkının varlığı tanınacak, ulus olmaktan kaynaklanan meşru hakları teslim edilecek. Başka bir ifade ile Türkiye, Kürt ve Türk halkının hak eşitliği temelinde yeniden yapılanacak, federal bir sisteme geçecektir.

Başta hükümet olmak üzere bazı Türk çevrelerin silahları susturmayı sorunun çözümü biçiminde yansıtmaya çalışması ve minimum tavizlerle Kürt sorununu kontrol edilebilir bir noktada tutmak istemesinde yadırganacak bir şey yoktur. Ancak şiddetten arınmış bir ortamın Kürt sorununun çözümü bakımından daha elverişli bir iklim yaratacağı açık. Kürt halkı barışçıl ve demokratik bir ortamda ulusal demokratik hakları etrafında daha güçlü kenetlenebilir, hak ve özgürlük taleplerini elde etmek için içerde ve dışarıda daha güçlü bir destek bulabilir. Bundan sonra özgürlüğe giden süreç, esas olarak Kürt halkının mücadelesine bağlı bir seyir izleyecek.

Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?

Hükümetin Öcalan ile yürüttüğü görüşmenin içeriği belli; silahları susturmak ve PKK’yi silahsızlandırmak. Silahları susturmanın ötesinde bir şeyin olmadığı açık. Öcalan’ın Newroz mektubu ve Başbakan’ın açıklamalarında bu durum net bir biçimde ortada. Hükümet ile Öcalan arasında daha farklı bir mutabakat sağlanmış da PKK’nin bundan haberi yok gibi bir durum söz konusu değil. Sorun BDP ve PKK’nin mutabakatın içeriğini bilip bilmemesi değil, sorun hükümet ile Öcalan arasında silahları susturmanın ötesinde her hangi bir mutabakatın olmadığıdır.

Öte yandan BDP’nin Öcalan ile yaptığı onca görüşmeden, gidip gelen bunca mektuptan sonra Karayılan hala bir şey bilmediğini iddia ediyorsa, bu bir şey bilmemesinden değil, ortada bir şeyin olmamasından kaynaklanan bir feverandır. Öcalan’ın, silahları susturma yönündeki kararı olumludur. Mevcut koşullarda silahla daha fazla gidilebilecek yoktu. Öcalan bu gerçeği gördü. Ne var ki PKK yönetimi son yıllarda kendini abartılı bir biçimde savaşa kilitledi, kitlesini bu yönde ajite etti. Bütün bu olup bitenlerden sonra PKK yönetimi, Öcalan’ın geldiği noktaya adapte olmakta güçlük çekiyor. Ne var ki bütün aksi söylemlere rağmen PKK yönetimi de savaşın miadını doldurduğunun farkında. Ve Öcalan’ın dediğini yapmak dışında bir şansa sahip görünmüyor.

BDP’nin durumunun farklı olduğunu düşünüyorum. BDP, bir bütün olarak silahların susmasından yana. Savaş ve şiddetin olmadığı bir ortamda BDP daha özgür ve etkili bir rol oynama şansı yakalayabilir.

Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükümeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?

Geçmişten farklı olarak bu kez hükümetin Öcalan ve PKK ile görüşmeleri kısmen şeffaf yürütmesi son derece önemli. Bu hem sürecin sağlıklı yürütülmesi hem de sürdürülebilmesi bakımından bir sigorta işlevini görmekte. Çünkü kamuoyu ve basının katılımı hem sürecin yozlaştırılmaması bakımından bir supap işlevi görüyor, hem de siyasi aktörler üzerinde disipline edici bir etkide bulunuyor.

Öte yandan savaş ortamının daha fazla sürdürülemez olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Son yıllarda hükümet, Batıya giden cenaze artışlarını izah etmekte zorlanmaya başladı. Savaşın istikrarsızlaştırıcı potansiyeli giderek arttı. Kürt sorunu geçmişte de Türkiye’nin zayıf karnı durumdaydı, Şii kuşatması ile yüz yüze geldiği son birkaç yılda Türkiye bu gerçeği daha çok anladı. Aynı durum Suriye sorununda Türkiye’nin önüne dikildi. Kürt sorunu hem Suriye özelinde hem de Ortadoğu genelinde Türkiye bakımından bir prangaya dönüştü. Türkiye söz konusu coğrafyada etkin bir rol oynamak istiyorsa ve kendinden beklenen rol modelin gereklerini yerine getirecekse, ilk planda savaşı durdurmak, ardından da Kürt sorunundan kaynaklı tansiyonu düşürmek dışında bir şansa sahip değildi.

Öte yandan, Türkiye’nin uzun erimde Kürtleri stratejik bir ittifak unsuru olarak öngördüğü yönünde yaygın bir görüş söz konusu. Kürtlerin temel haklarını tanıma ve eşitlik temelinde sağlanacak böyle bir ittifaka Kürtlerin karşı çıkması için herhangi bir neden yoktur.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu, ikincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?

Hükümetin silahları susturmak amacıyla Öcalan ile görüşmesi son derece doğal ve isabetli bir tercihtir. Çünkü silahları susturma bakımından en etkili aktörün Öcalan olduğu pratik ile sabittir. Öte yandan ne tutsak pozisyonunda ne de başka bir konumda bir Öcalan’ın Kürt sorununda muhatap alınması, hele de tek müzakereci olarak ilan edilmesi söz konusu değil, olamaz da. Kürt sorununda muhatap alınacaklar; Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri ve aydınlarıdır. Ya da ileride bunların tümünün kendini içinde bulacağı temsil yeteneği güçlü kurumlar olur. Otuz yıllık mücadeleden beklentilere gelince:

Bir kere PKK dışındaki kesimlerin, PKK’nin merkezinde olduğu bir mücadeleden kazanım beklentisi içinde olması ciddi bir paradoks. PKK zihniyeti ile ve onun yürüttüğü gerilla mücadelesi tarzı ile bir yere varılamayacağı, ya da gidilecek yerin bugün gelinen nokta olduğu tezi, en başta PKK dışı kesimler tarafından dile getirilmiyor muydu? Eğer bu mücadele tarzı ve zihniyetten sonuç beklentisi söz konusu idiyse, o zaman bu çizginin dışında değil, içinde olmak gerekmez miydi? ‘Gerilla kayıtsız şartsız geri çekilmesin’ demek, savaş devam etsin demek anlamına gelmez mi? Peki bu savaş kim ya da kimler üzerinden yürütülsün isteniyor? Savaşın (ve PKK) dışındakilerin, üstelik ona muhalif olanların bunu istemesi ne kadar (hadi ahlaki demeyelim) tutarlı? PKK militanlarının mevcut durumdan kaygılanmaları anlaşılır bir şey, ya PKK dışındakilerin?

Savaş eğer Kürt halkına zarar veriyor idiyse ki öyleydi, bu durumda savaşın durması bile bir kazanımdır. Zarardan dönüş yanlış değildir. Bu nedenle Öcalan’ın savaşı durdurma kararı ve PKK’nin de bu karar uyması olumludur ve desteklenmelidir.

Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu ortak tarih, misakı milli, Çanakkale ruhu ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren yeni ‘paradigmasını’ nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan’ın Newroz’da okunan mektubundaki esas mesaj, silahları susturmak ve silahlı mücadelenin sonuna gelindiğini ilan etmekti. Onun dışında söylenen her şey esas mesajın hedefine gitmesini kolaylaştırmak için söylenmiştir. Newroz mektubunda dile getirilen argümanların bir kısmı Kürt halkını yeni sürece hazırlamak, diğer bir kısmı ise Türk tarafının tepkisini dindirmek amacıyla kullanılmıştır diye düşünüyorum.

Öte yandan mesaj bizzat Öcalan tarafından yazılmış olsa bile, onun sürecin tayin edici aktörü olan hükümetin oluru ve katkısı olmadan hazırlandığını, her iki tarafın da kaygılarını gözetmeden şekillendiğini düşünmek saflık olur. Sözü geçen kimi kavramlara gelince; Öcalan’ın pragmatik kişiliği ve eklektik fikri yapısı dikkate alındığında orada ‘yeni bir paradigma’ aramak bence boşuna. Öcalan’ın felsefi ve entelektüel tespitlerine enerji harcamaktansa, Türk ve Kürt toplumunun şiddetin son bulması yönündeki beklentilerine cevap verdiği için, onun silahlara ilişkin mesajına odaklanmak daha doğru tercih olur diye düşünüyorum.

Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

Şu anda yürütülen görüşmelerin merkezinde daha çok silahların susturulması ve bağlantılı konular olduğu için, BDP ve PKK’nin muhatap alınması doğal. Yukarıda ifade edildiği gibi Kürt halkının temel talepleri söz konusu olduğunda, ne Öcalan, ne de BDP veya PKK tek başına muhatap alınabilir. Böyle bir aşamada BDP kesimi de dahil bütün Kürt partilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve elbette etnik ve bütün dini kesimlerin içinde yer aldığı bir mekanizmanın muhatap olarak alınması gerekir. Bu amaçla, bir yıl önce HAK-PAR olarak BDP dahil bütün Kürt kesimleriyle bir araya geldik. Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri bakımından yeni anayasada yer alması gereken dört temel talep etrafında birleştik. Öte yandan bu taleplerin hayat bulması için bir Diyalog Grubu oluşturmayı karar altına aldık. Ne var ki BDP söz konusu Diyalog Grubunun oluşması çalışmasından çekildi. Uzlaştığımız dört temel ilkeyi bir yana iterek son günlerde basına yansıyan şekilsiz bir anayasa önerisini meclise sundu.

Geçmişte kararlaştırdığımız ilkeler etrafında bir araya gelecek bir Diyalog Gurubu bu gün de bir ihtiyaç. Böyle bir noktadan hareket ederek daha ileri ve kapsamlı mekanizmaları zaman içinde örmek mümkün.

Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?

Kürtler Ortadoğu’nun başat toplumlarından biri.Birinci Dünya Savaşı sonrası düzen Kürtleri dışladı. Ülkeleri parçalandı. Ona karşı dünyada eşi görülmemiş baskı ve insanlık dışı uygulamalara başvuruldu. Kimliği inkar edildi, dili yok sayıldı, yoğun bir asimilasyona tabi tutuldu. Özetle özgürlüğü elinde alınarak, sömürge statüsüne mahkum edildi. Ama Kürtlerin boynuna geçirilen zincir aynı zamanda egemen toplumlar bakımından bir prangaya dönüştü. Kürtlerin özgürlüğünü ellerinden alırken farkında olmadan kendi özgürlüklerini de kaybettiler.

Bu gün Ortadoğu’da ki istikrarsızlığın temel nedeni Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı. Ortadoğu’da barışı ve demokrasiyi inşa etmek, eski taşları yerli yerine koymaktan geçer. Başka bir ifade ile Kürtleri sisteme dahil eden yeni bir Ortadoğu düzenine ihtiyaç var. Kürtler, özgür ve onurlu bir biçimde yaşayabilecekleri, kendi kendilerini yönetebilecekleri bir statü ile bu düzen içinde yerlerini almalı.

Unutulmamalı ki böyle bir düzen için koşullar her zamankinden daha elverişli. Kürtler Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi Ortadoğu’nun stratejik bir bölgesinin kaderini tayin edecek bir aktör konumuna geldi. Başka bir ifade ile Kürtleri yok sayan düzenin sonuna gelindi. Ortadoğu şimdi yeni bir düzenin eşiğinde.

Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz?

Hep söylediğimiz gibi silahların susturulması son derece önemli. Ancak bu Kürt sorununun çözümü anlamına gelmez. Belki de çözüm süreci bakımından yeni bir aşamaya geçilecektir. Ve hiç kuşkusuz bu da zorlu bir mücadeleyi beraberinde getirecek. Evet, Kürt sorununda eski katı inkar politikası terk edildi. Ancak Kürt kimliğinin ve ondan kaynaklı hakların iadesi konusunda somut gelişmeler yok denecek kadar az. Yeni anayasa yapım süreci bu açıdan önemli. Başka bir ifade ile yeni anayasa yapımı Kürt sorununun çözümü ve Kürt halkının temel haklarının iadesi bakımından bir fırsat olabilir.

Biz HAK-PAR olarak bu konudaki görüşlerimizi Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak bir dosya halinde hem Meclis’teki Anayasa uzlaşma Komisyonuna hem de TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e sunduk. Söz konusu dosyada, Kürt sorununa çözüm zemini hazırlamayan bir anayasanın yeni olmayacağının altını çizdik.

Bu kapsamda temel taleplerimizi dile getirdik.

Kürt kimliğinin tanınması,

Kürtçenin eğitim dili ve kamusal alanda resmi statüye kavuşması,

Kürtler bakımından çağdaş standartlara uygun örgütlenme hakkının sağlanması,

Kürt halkının Kürdistan’da kendi kendini yönetebileceği federe statü hakkının anayasada güvence altına alınması gereğini vurguladık.

Ne var ki bu düzeyde ileri bir anayasanın yapılabileceği yönünde her hangi bir işaret yok. Hatta bir yeni anayasa yapılması ihtimali bile zayıf.

Ancak Türkiye’deki mevcut durumun daha fazla sürdürmesi mümkün değil. Bugünden yarına olmasa bile Kürt halkının hem Türkiye’de hem de diğer bölge ülkelerinde özgürlüğüne kavuşması için geçmişte hiç olmadığı kadar elverişli koşullar ve imkânlar var.

Taraf: Çekilme kararı ile döndüler

$
0
0
Rizgarî Online/ Abdullah Öcalan’ın ‘silahsız çekilin’ mektubunu Qendîl’e ileten BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve Milletvekili Sırrı Süreyya Önder´in”PKK yönetiminin çekilme kararını içeren cevabi mektubunu teslim alarak Türkiye’ye dönüş yoluna geçtiği” iddia edildi. Taraf´ın ileri sürdüğü haberde şunlar kaydedildi: “Abdullah Öcalan’ın ‘silahsız çekilin’ mektubunu Kandil’e ileten BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, PKK yönetiminin çekilme kararını içeren cevabi mektubunu teslim alarak Türkiye’ye dönüş yoluna geçti.Demirtaş’ın, Türkiye’ye geçtikten sonra Kandil’in çekilme kararını içeren mektubunu Abdullah Öcalan’a iletilmesi için MİT yetkililerine teslim edileceği öğrenildi.

Demirtaş, dün Kandil’in çekilme kararını bildiren “mektubu” teslim alarak Erbil’den Türkiye’ye dönmek üzere yola çıktı. Demirtaş’ın karayoluyla Diyarbakır’a gittiği öğrenildi. Demirtaş, 5 nisan günü İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder’le birlikte Öcalan’ın mektubunu iletmek amacıyla Kandil’e gitmişti. 4. İmralı heyetinde de yer alan Demirtaş, Erbil’deki BDP temsilciliğinde önceki gün basın toplantısı düzenlemişti. BDP Eşbaşkanı, görüşmelerde Kandil’in Hükümet’in kullandığı dilden, üslûptan dolayı rahatsız olduğu yönünde bilgi edindiklerini ifade etmişti. Kandil’de güven konusunda büyük tartışmaların yaşandığını, karar alma konusunda çok zorluk çekildiğini ileten Demirtaş, “Toplantı sonrasında Öcalan’a bir cevap yazacaklar. Bu cevap da bu hafta içerisinde ya da hafta sonuna doğru İmralı’ya ulaştırılacak, şu an için ateşkes ilan edildi, geri çekilmenin ne şekilde olması gerektiği konusunda bir karar yok” dedi.”

BDP heyeti Türkiye’ye döndü

Konuyla ilgili ANF´de yer verilen haberde ise şunlar kaydedildi:”Abdullah Öcalan’ın KCK’li yetkililere yazdığı ikinci mektubu Kandil’e ulaştıran BDP heyeti, dün mektubun cevabını aldıktan sonra Türkiye’ye doğru yola çıktı. Mektubu yerine ulaştırmak için teslim alan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “Muhtemeldir, beşinci bir heyet İmralı’ya gidip Sayın Öcalan ile sözlü bir tartışma da yürütebilir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yazdığı ikinci mektubu Kandil’de KCK’li yetkililere 5 Nisan günü ulaştıran BDP heyeti, mektubun cevabını dün Kandil’de teslim aldı. Kandil’den ayrılmadan önce kısa bir açıklama yapan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, mektubun kapalı olduğunu ve kendilerinin de içeriğini bilmediklerini kaydetti. Mektubu yetkililere vereceklerini ve yetkililer aracılığıyla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ulaştırılacağını belirten Demirtaş, Öcalan ile sözlü tartışma da yürütmek için 5'inci heyetin de İmralı’ya gitmesinin muhtemel olduğunu söyledi.

Demirtaş devamla şöyle konuştu: “Bu yazışmalar sonucunda Sayın Öcalan sanırım bir kararlaşmaya varacak ve yapılması gereken bir çağrı varsa bundan sonraki aşamada biraz daha netleşecektir. Burada yürüttüğümüz tartışmalar, eminim buradakiler açısından da son derece verimli oldu.”

Görüşmelerde KCK’li yetkililerin bir takım kaygılarını dile getirdiğini söyleyen Demirtaş, bunlardan bazılarını görüşmelerde gidermeye çalıştıklarını; ama bazılarını gideremediklerini belirtti. Kandil’in bu tür kaygılarının giderilmesinin hükümetin elinde olduğunu vurgulayan Demirtaş, şunları söyledi: “Hükümetin özellikle barış ve çözüm dilini kullanma konusunda daha cesur olması gerekir. Yine güven verici adımlar konusunda tereddüt uyandırmayan cesur bir yaklaşımın olması çözüm sürecinin önündeki bütün engelleri hızla kaldırabilir. Bizim buradaki izlenimimiz bu.”

Demirtaş, Kandil izlenimlerini de şöyle aktardı: “Türkiye’den bakılınca Kandil bir savaş merkezi olarak hep düşünülüyor. Fakat burada görüştüğümüz herkes kalıcı, onurlu bir barışa her zamankinden daha fazla hazır. Fakat hükümetten devletin yarattığı kaygıların giderilmesi konusunda beklentileri var.”

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’den oluşan heyet, dün akşam saat 22.30 civarlarında Hewler’den ayrılarak Türkiye’ye doğru yola çıktı.

RO/Zilan Dersim

Kar û çalakiyên yekem roja şandeya herêma Kurdistanê li Amerîkayê

$
0
0
Di yekem roja serdana xwe ya bo Amerîkayê de, şandeya herêma Kurdistanê ku, ji Fuad Hisên serokê dîwana serokatiya herêma Kurdistanê, Aştî Hewramî wezîrê samanên xwezayî , Felah Mistefa berpirsê têkeliyên derve yê hikûmeta Kurdistanê û Qubad Talebanî pêk tê, hijmareke hevdîtin û dîdaran pêkanîn û li senterên rewşenbîrî û zanîngeahn jî semînar pêşkeş kirin.Zanîngeha George Waşington semînareke bo Fuad Hisên made kir û di semînarê de ku, Felah Mistefa û Qubad Talebanî û hijmareke pispor û mamosteyên zanîngehê made bûn, Hisên behsa dîroka gelê Kurdistanê ew karesatên bi ser gelê kurd de hatine kir.

Fuad Hisên di axavtina xwe de behsa wan qonaxên xebata gelê Kurdistanê tê de rbas bûye kir û got ku, ji bona azadî û demokrasiyê gelê kurd gelek qurbanî dane. Hisên got ku di sala 1991ê de gelê kurd serhildan kir û parlamento û hikûmeta herêma Kurdistanê berhemên wê serhildanê ye, di sala 2003ê de Îraq ji rijêma diktator hat azad kirin û pirosesa amadekirina destûr, demokrasiyê û federaliyê dest pê kir û serokatiya Kurdistanê roleke mezin di avakirina Îraq nû de hebû. Lê nuha têkeliyên navbera Hewlêr û Bexdayê ber bi aqarekê xerap dicin û pirosesa siyasî li Îraqê di nava kirîzeke kûr deye.

Li dor rewşa herêma Kurdfistanê jî , serokê dîwana serokatiya herêma Kurdistanê di semînarê de got ku, di hemû waran de herêma Kurdistanê pêngavên gelek baş ber bi pêş ve avêtine û bi taybetî di warê siyasî , azadî û demokrasiyê de û parastina mafê mirov pêşkeftinên ber bi çav bi xwe ve dîtine.

Di warê neft, têkeliyên navbera Hewlêr û Anqereyê, rewşa penaberên Suriyayê yê li herêma Kurdistanê, derfetên sermayerazandinê û çned pirsên din ji şandeya herêma Kurdistanê hat kirin û ji aliyê Fuad Hisên, Felah Mistefa û Qubad Talebanî ve bersiva wan pirsan hate dan.

Di heman rojê de, peymangeha Hadson panalek bo şandeya herêma Kurdistanê amad kir. Di panalê de David Polak ji peymangeha Waşingtin bo karûbarên siysatea Rojhilata Navîn, Kînîp Polak damezrênerê Brokingz , Conol Tol ji peymangeha Rojhilata Naverast, Con Hana peymangeha Bergiriyê ji demokrasiyê, Kînp Katzman CRS, Êlîn Laybson ji senterê Stîmson, Êrîna Serkesiyan peymangeha Brokîngz, Abî Şolskî peymangeha Hedson, Lwîa Lîbî peymangeha Hedson, Êrîk Brawin peymangeha Hedson, David Ernst peymangeha Hedson û Coş Cakobs peymangeha karûbarên Kendawê amade bûn, Fuad Hisên, Felah Mistefa û Qubad Talebanî behsa rewşa herêma Kurdistanê, rewşa herêmî , rerwşa Îraqê, kirîza siyasî û emnî ya Îraqê û çewaniya çareserkirina pirsgirênên Îraq û çned pirs û mijarên din yên aktuel di rojeva Îraqê, Kurdistan û hermî de behis kirin. Têkeliyêm navbera herêma Kurdistanê û Tirkiyeyê û pêvajoya aştiyê li Tirkiyeyê di navbera hikûmeta tirkî û PKKê de mijareke din a panalê bû.

Gelo pilan, bername û stratejîya Amerîkayê bo Rojhilata Navîn çiye? Gelo rola Amerîkayê ji bo çareserkirina kirza siyasî , piştevanîkirina demokrasiyê, azadî û mafê mirovî li Îraq û Rojhilata Navîn çiye?

Şandeya herêma Kurdiastnê serdana odeya bazirganiya Amerîkayê kir û behsa têkeliyên navbera bazrirganên Kurdistan û Amerîkayê kir. Felah Mistefa di axavtinekê de got ku, têkeliyên navbera bazirganên herêma Kurdistanê û kompaniyên Amerîkayê di sewyeyeke baş de ne û got ku, herêma Kurdistanê weke hevbeşeke rasteqîne li kompaniyên Amerîkayê temaşe dike.
Di çarçoveya kar û çalakiyên xwe de, Felah Msitefa di hevpeyvîneke xwe de digel kovara Kongress behsa rewşa herêma Kurdistan û Îraqê û ew pêşkeftin û emin û aramiya li herêma Kurdistanê heye kir.

Her li Amerîkayê, Aşitî Hewramî li Atlantic Kansl semînarek pêşkeş kir. Di semînarê de ku. Zêdetir ji 200 siyasetmedar, pispor û şarezayên warê neftê amade bûn, Hewramî bi hûrgilî behsa siyaseta hikûmeta Kurdistanê ya di warê neftê û geşpêdana sektora neftê û enerjiyê de kir.

Aştî Hewramî wezîrê samanên xwezayî behsa wan pirsan kir yên ku têkelî bi geran û dîtina neftê û hinartina neftê bo dervey Kurdistanê kir û got ku, hemû ew pêngavên herêma Kurdistanê di warê sektora neftê de diavêje hemû yasayî û li gor destûra Îraqê tê kirin.

Di heman rojê de Atlantic Kansil daweteke nanxwardinê bo şandeya herêma Kurdistanê rêkxist û hijmareke ber bi çav ya karbidest, siyasemedar, bazirgan û serok û nûnerên kompaniyên amerîkayî amde bûn û hijmareke gotaran hatin xandin.

Di destpêkê de Aştî hewramî wezîrê samanên xwezayî behsa wan astengiyan kir yên hikûmeta Bexdayê di warê neftê de ji hikûmeta herêma Kurdistanê re çê dike û careke din tekîd kir ku, hikûmeta herêma Kurdistanê bi awayekî yasayî û li gor destûra Îraqê di warê neftê de tevdigere.

Pist re, Fuad Hisên behsa rewşa herêma Kurdistan û Îraqê kir û ew astengiyên li pêşiya pirosesa siyasî li Îraqê hene diyar kirin û tekîd li ser helwesta hikûmeta herêma Kurdistanê bo çareserkirina pirsgirêkên Îraqê kir û got ku, eger arîşeyên Îraqê çareser nebin dê zêdetir ber bi alozbûnê ve biçin.

Felah Mistefa behsa siyaseta herêma Kurdistanê ya di warê berfirehkirina têkeliyên bi cîhana derve re kir û got ku, têkeliyên herêma Kurdistanê bi welatên biyanî re berdewam ber bi pêşve dicin.
Paşî berprisên amerî kî behsa pêşkeftinên herêma Kurdistanê û ew aramî ya heye kir.
Krg

Tariq Haşimî: Hikûmeta Îraqê Hikûmeteke Eşîriye

$
0
0
Cîgirê berê yê Serokkomarê Îraqê Tariq Haşimî careke din tekez li ser vê yekê kir ku, Hikûmeta Îraqê ya bi Serokwezîriya Nûrî Malikî Hikûmeteke eşîriye.Haşimî di berdewamiya axaftinên xwe de eşkere kir ku, Îraq di serdema Nûrî Malikî de bûye çavkaniya sereke ya lawaz kirina ewlekariya netewiya Erebî.

Haşimî di berdewamiya axaftinên xwe de eşkere kir ku, dema ev Parêzgehên ku, dest bi xwepîşandanê kirine ji destê Malikî rizgar bûn vê demê wedigere Îraqê.

Cîgirê berê yê Serokkmarê Îraqê diyar kir ku, niha Serokwezîrê Îraqê Nûrî Malikî weke alawekî ji aliyê Hikûmeta Îranê ve tê bikaranîn û Îran Îraqê birêve dibe.
Ktv

110 hezar Penaberên Kurdên Rojava li Herêma Kurdistanên e

$
0
0
Berpirsê peywendiyên derve yê Hikûmeta Herêma Kurdistanê ragihand, ku hejmara penaberên Kurd yên ji rojavayê Kurdistanê her roj têne herêma Kurdistanê gihîştiya (110) hezar kesî, û diyar kir ev yek fişarekî mezin li ser Herêma kurdistanê di afrînine, her wiha ragihand ku ev hejmar ji hêza cîbicî kirinê ya Herêma kurdistanê bêtire.Kerwan Cemal Tahêr di daxuyaniyekî rojnemevanî de ragihand, ku hemû alîkariyên ku têne berhev kirin ku ji aliyê hikûmeta Herêmê be yan jî, ji aliyê rêxistinên sivîl bê bo rojavayê Kurdistanê têne birê kirin, ta ku li ber hatina Kurda ber ve herêmê bête girtin, her wiha diyar kir ku hejmara zêde yên panaberên Kurd li Herêmê ji hêza a cîbicî kirinê zêdetire û vê yekê jî sînorên xwe yên Yesayî jî derbas kiriye.

Her wiha Tahêr bal kişand ku hêja sînorên Herêma Kurdistanê vekirîne û her roj penaberên Kurd ji rojava berê xwe didine Herêmê û tekez kir ku Hikûmeta Herêma Kurdistanê, li hin ji parêzgehên Kurdistanê bo peneberên Kurd cih û war pêyda kiriye.
Pukmedia

Erdoğan:Süreç gayet iyi işliyor

$
0
0
Rizgarî Online/ Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan, temaslarını sürdürdüğü Kırgızistan'da gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.'Yazılı emirle çekilme' iddiasını değerlendiren Erdoğan şunları söyledi: " Silahlı Kuvvetler bizden aldığı yetkiyi, verdiğimiz yetki çerçevesinde kullanır ama şimdi yeni süreçte herhangi bir yetki gerektiği anda bizden yetkiyi alacaktır. Benden Başbakan olarak, illerde valilerden vali olarak, yetkiyi alıp atması gereken adımları buna göre atacaktır." Çekilme sürecinde Türk ordusunun nasıl bir tutum izleyeceğinin yazılı talimatla belirleneceği iddia edilmişti.AA´nın haberine göre,”Çözüm süreciyle ilgili konuşan Erdoğan, ´Süreç gayet iyi işliyor ama zaman vermek mümkün değildir. Bu çözüm sürecine Türkiye'de tüm kesimler, medya, akademisyenler, sendikacılar gayret gösteriyor. Kan akmasın diyoruz, bunun için de sorumluluk makamında olan bir yönetim olarak her şeye rağmen bunu başarmanın gayreti içinde olacağız´dedi.


'SİLİVRİ’DE YAŞANANLAR MAHKEMEYİ BASMA EYLEMİYDİ'

Erdoğan çözüm süreci ile ilgili gelen bir soru üzerine de “Süreç gayet iyi işliyor ama süreçle ilgili zaman vermek mümkün değil” dedi.

Silivri’deki duruşma öncesi yaşanan olaylarla ilgili bir soru üzerine ise Erdoğan, “Silivri’de yaşananlar mahkemeyi basma eylemiydi” diye konuştu. Olayların Türkiye’ye yakışır şeyler olmadığını söyleyen Erdoğan, “CHP’nin çatışmacı kültürü bir kez daha ortaya çıkmıştır” dedi."

RO/Zilan Dersim
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live