Quantcast
Channel: Rizgari Online - Kurdish News
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live

Türklerin kimyasal silah endişesi

0
0
Rizgarî Online/ İngiliz The Guardian gazetesi, Türk yetkililerin "Şam'ın kimyasal silah kullanacağı" yönünde endişeleri olduğunu yazdi. Guardian'ın haberine göre, ismi verilmeyen üst düzey bir Türk yetkili gazeteye yaptığı açıklamada, Şam'ın "kimyasal silah başlıklı füze kullanacağı yönünde istibarat aldıktan sonra Patriot füzeleri istediklerini" söyledi.Türk yetkilinin “Hava bombardımanı da işe yaramazsa Suriyelilerin balistik füze ve kimyasal savaş başlığı kullanacağı konusunda farklı kaynaklardan istihbarat aldık. Bu yüzden NATO koruması istedik” dediği öne sürüldü.Haberde, Türk yetkililerin daha önce Suriye'den atılan topçu mermisi ve havan toplarının sınırı geçmesi gibi, Esad'ın elindeki Sovyet yapımı Scud ve Kuzey Kore yapımı SS-21 füzelerinin muhalifleri hedeflese de sınırı aşıp Türkiye'yi vurmasından endişe ettikleri yazıldı.

Suriye’den kaçan en önemli isimlerden olan, Beşar Esad’ın çocukluk arkadaşı Menaf Tlas ise Sunday Times’a yaptığı açıklamada, “Esad’ın sona yaklaştıkça kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyeceğini” söyledi.

New York Times da Suriye’nin askeri tesislerinde, kimyasal silah kullanılacağı izlenimi yaratan bir hareketlilik gözlendiğini yazdı.

Suriye'nin elinde sarin, hardal ve muhtemelen VX gazlarının olduğu belirtiliyor.(Ajanslar)

RO/Ömer Kaçar

Talebimiz kabul edilmeden USK´ye katılmayacağız

0
0
Rizgarî Online/ Kürdistan´ın Batı Bölgesinde kurulan Kürd Yüksek Konseyi´nin üyesi Bırimo, Suriye muhalefeti Kürd ulusunu Suriye ‘de ikinci büyük ulus olarak kabul etmediği sürece USK’ye katılmayacaklarını açıkladı. USK’ye katılmamalarının nedenin Konseyin Kürdlerin ulusal haklarını tanımaması olarak gösteren Kürd Yüksek Konseyi üyesi Nuri Bırimo PNA’ya yaptığı açıklamada:“biz konsey olarak Kürdlerin Suriye ‘de ikinci büyük ulus olarak kabul edilmesi ve haklarının tanıması talebinde bulunduk.Ancak bu talebi kabul etmediler. Ve bize Esad’ın yıkılması sonrası kurulacak olan özgür bir parlamentonun bu konuda karar vereceğini söylediler. Bizler talebimiz kabul edilmeden temsilci göndermeyeceğiz” dedi.

Kısa bir süre önce Suriye partileri bir araya gelerek bir ittifak oluşturudular ancak Kürd partileri bu ittifakın içinde yer almadılar.

RO/Cemil Süphan

TC´nin zorbalığı İsveç Parlamentosunda…

0
0
Rizgarî Online/ Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri İsveç Parlamentosunun gündeminden düşmüyor. Siyasi partilerin verdikleri önergeler Türkiye’de aydınlar, gazeteciler, insan hakları savunucuları Kürdler ve Hristiyan azınlıklar üzerindeki baskı ve saldırıların ele alındığı hararetli tartışmalara neden oldu. Sadece muhalefet partileri değil aynı zamanda hükümet ortağı Hristiyan Demokrat, Halk Partisi ve Merkez Partisi Milletvekilleri de Türkiye’de muhaliflere ve Kürdlere yönelik saldırıları eleştiren konuşmalar yaptılar ve saldırıların durdurulması için önlem alınmasını talep ettiler.ANF´nin kaydettiğine göre,“Sosyal Demokrat İşçi Partisi, Çevre Partisi Yeşiller, Sol Parti ve Hristiyan Demokratlar ayrı ayrı verdikleri önergelerde Türkiye ve Kürdistan’daki tutuklamaları, Kürtler, Asuri-Süryaniler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, BDP üzerindeki baskıları kapsamlı bir şekilde dile getirerek İsveç Hükümetinin tavır almasını talep ettiler.

Önergelerde Türkiye’nin hala askeri cunta döneminden kalan Anayasa ile yöneltildiği, Terörle Mücadele Yasası’nın muhalifleri susturmak amacıyla kullanıldığı, geçmişte reformlar yapan AKP iktidarının kışkırtıcı ve milliyetçi bir çizgi izleyerek toplumu kutuplaştırdığına dikkat çekiliyor.

BDP ve Kürtler üzerindeki baskı ve saldırılara geniş yer verilen önergelerde Türkiye cezaevlerinde siyasal tutsakların yaptıkları açlık grevlerinin Kürt halkının meşru taleplerinin reddedilmesine karşı bir tepki olduğu değerlendirmesine de yer veriliyor.

Sol Parti tarafından verilen önerge de Türk devletinin basın ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırıların Türkiye’nin dışına taşarak Kürtler ve diğer azınlıklar için önemli bir fonksion taşıyan ROJ TV’ye yöneldiğine de dikkat çekiliyor. Tutuklamalarla BDP’nin işlevsiz bırakılmaya çalışıldığına dikkat çekilerek başta KCK tutukluları olmak üzere cezaevlerindeki tüm politik tutsakların serbest bırakılmaları talep ediliyor.

Hükümet ortağı Halk Partisi’nin Dış Politika Sözcüsü Fredrik Malm Parlamentodaki konuşmasında son yıllarda Türkiye’deki toplu tutuklamaları ve insan hakları ihlallerini defalarca ele aldıklarını hatırlattıktan sonra “Türkiye’yi yönetenler Kürtleri toplu olarak tutuklamayı sürdürdüğü, Kürtlerin çalışan bir sivil toplum oluşturmalarını engellediği, 1915 yılında Ermenilere yapılan soykırımını koşulsuz olarak tartışmayı kabul etmediği sürece Türkiye’nin demokratikleşmeyeceğini bilmelidirler. Bunun sağlanması için İktidarın, siyasi partilerin ve Türk toplumunun anlayış ve tutumunu değiştirmesi gerekir” dedi.

Hükümetin diğer ortağı Merkez Partisi Dış Politika Sözcüsü Kerstin Lungren de Türkiye’de çok sayıda gazetecinin cezaevlerinde tutulduğunu belirterek,, Kürtlerin, azınlıkların ve kadınların haklarının ihlal edildiğini hatırlattı. Lungren, Kürt sorununun politik yollarla çözülmesinde yana olduğunu sözlerine ekledi.

Sol Parti Dış Politika Sözcüsü Hans Linde, İsveç hükümetinin Türkiye ile ilişkilerinde insan haklarını temel alması gerektiğini ifade etti. Lingde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olabilmesinin Kürtlerinin ve diğer azınlıkların taleplerinin karşılanması ve tüm politik tutsakların serbest bırakılması şartlarına bağlanmasını istediklerini kaydetti.

Hristiyan Demokrat Parti Milletvekili Robert Halef Avrupa Birliği’ne üye bazı ülkelerin Türkiye’nin Orta-Doğu ile Avrupa arasında köprü olabileceği anlayışıyla Türkiye’nin AB Üyeliğinden yana tutum aldıklarını belirterek bu anlayışa katılmadığını şu cümlelerle dile getirdi:

“Türkiye komşu ülkelerin çoğuyla anlaşmalık içinde. Kıbrıs sorunu çözülmediği gibi görüşmeler de yapılmıyor. Türkiye’nin İsrail, Yunanistan ve Ermenistan’la ilişkileri giderek kötüleşti. Türkiye Suriye’nin kuzeyini işgal etme hazırlığında. Bunun için askerlerini Suriye sınırına yığdı. Türkiye sürekli olarak terörizme karşı mücadele bahanesiyle Irak’ın hava sahasını ve topraklarını uçaklarla ve tanklarla ihlal ediyor. PKK 1984’den bu yana 40 bin Kürt ve Türk’ün yaşamını yitirdiği silahlı mücadele yürütüyor. Bunu ülkede yaşayan çok sayıda Kürdün haklarını almaları için yapıyor. Çok sayıda gazeteci ve Kürt politikacı Kürtlerin haklarının genişletilmesini istedikleri için tutuklanıyor. Türkiye 1923 yılında kurulduğundan beri ülkede binlerce yıl yaşayan Süryanileri ayrımcılığa tabi tuttu. Süryanilerin demokratik haklarını kabul etmiyor. Hiristiyan azınlıklar dini inançlarını özgürce yerine getiremiyor. Süryanilerin büyük bir çoğunluğu baskı ve saldırılardan kurtulmak için yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Kalanlara baskılar devam ediyor.”

Çevre Partisi Yeşiller Milletvekili Jabar Amin AKP İktidarının Kürt Halkına yönelik saldırılarını dile getirerek İsveç Hükümetinin Kürtlere ve insan hakları savunucularına yönelik saldırıları protesto etmesi gerektiğini belirttikten sonra 68 gün süren açlık grevlerinden söz etti.

Eylül ayında 700 civarında politik tutsağın ana dilde savunma ve eğitim hakkı talebiyle 68 gün açlık grevi yaptığını söyleyen Amin, “2012 yılında tutsaklar en temel insan hakkı olan kendi dillerinde savunma yapabilmek için açlık grevi yapmak zorunda kalıyor. Biz tüm gücümüzle Türk Devletinin demokrasi ve insan haklarını hiçe sayan bu tutumunu protesto etmeliyiz” dedi.

Önergeler önümüzdeki hafta içinde parlamentoda oylanacak.“

RO/Cemil Süphan

Kışanak:Burası halkımızın bahçesidir

0
0
Rizgarî Online/ Partisinin İskenderun İlçe Örgütü 2. Olağan Kongresi’ne katılan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, AKP hükümetinin Suriye politikası nedeniyle Türkiye'yi savaşa sokmaya çalıştığına dikkat çekerek, AKP’nin Suriye’de halkların kardeşliğine karşı olduğunu vurguladı. ANF´nin haberinde şunlara yer verildi:“BDP İskenderun İlçe Örgütü'nün 2. Olağan Kongresi İsa Taş Plaza Düğün Salonu'nda binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Kongreye, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, BDP Mardin Milletvekili Erol Dora, BDP MYK Üyesi Ferhat Tarhan, BDP PM üyeleri Cemil Elden, İbrahim Aykut ve Zeki Koç, BDP Akdeniz Belediye Başkanı M. Fazıl Türk, BDP Adana ve Hatay il ve ilçe yöneticileri, HDK, Eğitim Sen, İHD ve Pir Sultan Abdal Derneği üyeleri katıldı. Havayoluyla Adana'ya gelen BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak onlarca araçlık konvoyla önce Adana'nın Ceyhan ilçesinde taziye çadırını ziyaret etti. Ardından ise onlarca araçlık konvoyla kongrenin yapılacağı İsa Taş Plaza Düğün Salonu'na geldi. Kongre, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenlerin anısına yapılan saygı duruşuyla başladı. Ardından divan seçildi. BDP PM Üyesi Zeki Koç, kongreye katılanlara teşekkür ederek, mücadelelerinin devam edeceğini söyledi. Ardından konuşan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, kongreye katılanları selamlayarak, emek verenlere teşekkür etti. Kışanak, "Bu kongre halkımızın ve sizin mücadelenizin güçlenerek büyütüleceği bir kongre olacaktır. Bu partiye emek vermek, mücadele etmek bütün insanlık için onurlu kutsal bir çalışmadır. En az ibadet kadar kutsaldır, bu çalışmamız. Çünkü bu parti ve bu mücadele Ortadoğu'da bütün halkların kardeşçe, kendi kimliğinde, kendi kültürüyle kendi inancıyla kardeşçe yaşama mücadelesini yürütüyor. Çünkü bu parti ve mücadele halkların özgürlüğünün teminatıdır. Bir gelecek istiyorsak, gelecekte özgür yaşamak istiyorsak, Ortadoğu'da kimsenin kimsenin hakkını gasp etmediği, kimsenin başkasının dilini, kimliğini yasaklamadığı bir coğrafya istiyorsak yerimiz barış ve demokrasi saflarıdır. Bu mücadele herhangi bir siyasi partinin siyasi hareketi değildir. Bu mücadele bu kadim toprakları kardeş kanıyla sulamaya çalışanlara karşı barışı, çözümü, adaleti ve eşitliği temsil eden mücadelenin evidir. Burası halkımızın bahçesidir. Burası bütün kimliklerin kendisini özgür hissettiği, kendisini eşit hissetliği bir ortak çatımızdır. Bu nedenle bu mücadeleye herkesin gücünü ve emeğini katmasını istiyorum" çağrısında bulundu.

Partilerinin ezilen halkın, emekçinin ve kadınların partisi olduğunu ifade eden Kışanak, kadın ve herkesin çalışmalara güç katıp, emek vermesini istedi. Kadını hayatın her alanında eşit yurttaş haline getirilmesi gerektiğini ifade eden Kışanak, Kürtlerin bu ülkede kimliğinin, dilinin ve varlığının yasaklanıp, katliamlara uğradığını ancak kendilerinin bıkmadan, usanmadan mücadele ettiğinin altını çizdi. Kışanak, "Çok büyük bedenler ödedi. Büyük acılar çekildi ancak özgürlük mücadelesinden asla taviz verilmedi. Köylerimiz yakıldı, faili meçhul cinayetlerde katledildik. İşkence tezgahlarından geçtik ancak bu onurlu yaşamı ve özgür geleceği her şeyden üstün tutarak, bugünlere kadar geldik. Türkiye metropollerine sürgün edildik. Geldiğimiz yere özgür ve onurlu bir yaşam mücadelesini bırakmadan geldik" diye konuştu.

Cezaevlerinde yaşanan açlık grevlerin değinen Kışanak, cezaevlerindeki Kürt tutsakların 68 gün boyunca bedenlerini barış ve çözüm için açlığa yatırdığını dile getirdi. Kışanak, Türkiye'deki tüm demokratik direniş örgütlerinin açlık grevine sessiz kalmayarak, güç vermediğini ve ses kattığını söyledi. Kışanak, "Kürt sorunun diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesini istedi tutsaklar. Kürt halkının önder olarak kabul ettiği Sayın Abdullah Öcalan'la müzakere edilmesi isteniliyordu. Bu taleplerin ikincisi de anadilde üzerindeki yasakların kaldırılmasıyla ilgiliydi. Türkiye'de çözümden, demokrasinden, barıştan ve diyalogtan yana herkes sahiplendi" diye konuştu.

AKP hükümetinin Suriye politikası nedeniyle Türkiye'yi savaşa sokmaya çalıştığına dikkat çeken Kışanak, "Halkların kardeşliğine savaş politikası yürütmektedir. Biz buna karşı çıkıyoruz. Bunun için gücümüzü birleştiriyoruz. AKP Suriye'deki halkların kardeşliğine karşıdır. Bugün Suriye'de Kürtler kendi haklarını kendileri savunup, bunun için mücadele yürütmektedir. AKP, Anayasa'yı tekçi bir zihniyetle yazdı. Yeni anayasa tekçi ve statü koyucu zihniyeti sonuna kadar savunuyor" diye belirtti.

Kışanak'ın konuşmasının ardından kongrede mali ve faaliyet raporları okunda. Daha sonra tek liste ile gidilen seçimlerde BDP İskenderun İlçe Başkanlığı'na Abdulrahim Şahin seçildi.“

RO/Cemil Süphan

Kürdçe, tahrik unsuruymuş!

0
0
Rizgarî Online/ Baskı, inkar ve soykırımlarla başta Kürdler olmak üzere, toplumsal kesimleri zapturapt altına alan Türk yönetiminin, gerçek resmi; hukuk, adalet, ekonomi alanındaki araştırma ve örneklerle ortaya çıkıyor Sondan birinciliğe az kaldı. Dünya Adalet Projesi tarafından, “düzen, güvenlik, temel haklar, hükümetin şeffaflığı, sivil yargı ve ceza yargısı” kriterleri baz alınarak hazırlanan yıllık raporda,Türk yönetimi şaşırtmayan bir başarısızlığa imza attı.Türkiye hukukun üstünlüğü konusunda 97 ülke içinde 71’inci oldu. DİHA´nın haberinde şunlara yer verildi: “Söz konusu Kürtler ve Kürtçe olunca, devletin tüm kurumları aynı refleksi gösteriyor.Yargıtay Başsavcılığı, Ankara’da Kürtçe şarkı söylediği için polis Serkan Akbulut tarafından öldürülen Emrah Gezer davasında, mahkemenin katil polis için “tahrik” indirimi uygulamasını haklı buldu. İşte Türkiye’nin adaleti

Dünya Adalet Projesi tarafından yayınlanan yıllık raporda, Türkiye hukukun üstünlüğü konusunda 97 ülke içinde 71’inci oldu. “Hükümetin yetkilerinin sınırlandırılması, yolsuzluğun ortadan kaldırılması, düzen ve güvenlik, temel haklar, hükümetin şeffaflığı, düzenleyici uygulama, sivil yargı ve ceza yargısı” kriterleri ele alınarak değerlendirmelerin yapıldığı raporda Türkiye şaşırtmayan bir başarısızlığa imza attı.

“Hukuk devleti” tanımına en yakın devletlerin sıralandığı listede, Türkiye 71. sırada kalırken sivil yargı sisteminde ise 44. sırada yer aldı. Değerlendirmede, 97 ülke arasında Türkiye, hükümetin hesap verilebilirliği açısından 68. sırada, temel haklar konusunda ise 76. sırada yer buldu. Bunun nedeni olarak da Türkiye’nin denetim mekanizmalarının işlerliğindeki eksiklikler, siyasetin yasama ve yargıya etkisi ve ifade özgürlüğü konusundaki kötü sicili gösterildi. Hukukun üstünlüğü endeksi faktörleri açısından ise Türkiye, hükümetin yetkilerinin sınırlandırılması konusunda 97 ülke arasında 68., 21 bölge ülkesi arasında ise 13. oldu. Türkiye yolsuzluklar konusunda 35., düzen ve güvenlik başlığında 70., temel haklar başlığında 76., hükümetin şeffaflığı başlığında ise 57. sırada yer aldı. Türkiye, düzenleyici uygulamada 39., sivil yargıda 44., ceza yargılamasında ise 71. sırada yer aldı. ANKARA / ANF

Kürtçe tahrik unsuru!

Yargıtay Başsavcılığı, 2009 yılında polis memuru Serkan Akbulut tarafından katledilen Emrah Gezer’e ilişkin Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı görüştü. Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararında, anlatımlarına yer verilen görgü tanıklarının ifadelerine göre, olayın barın büyük ölçüde boşaldığı ve sadece iki masanın kaldığı 05.00 sıralarında meydana geldiği ve Kürtçe şarkı yüzünden tartışma sonucu kavga çıktığı belirtilmişti. Mahkeme, polis memuru Serkan Akbulut’u, “takdiri indirim” maddesinin uygulanmasıyla birlikte Emrah Gezer’i “beylik tabancasıyla tahrik altında öldürmek” suçundan 16 yıl 8 ay, olay yerinde bulunan Zafer Şimşek’i “beylik tabancasıyla yaralamak suçundan” da 2 yıl 9 ay 10 gün olmak üzere, toplam 19 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası verilmişti.

Abiye ceza, polise indirimi

Davada, olay sırasında Gezer’in yanında bulunan ağabeyi Ramazan Gezer ve Gülay Türk ise, Sinem Uludağ’ı yaralamak suçlarından cezalandırıldı. Gerekçeli kararda, Kürtçe şarkı mırıldandığı için, “PKK’li olmakla suçlanan ve hakaret edilen” Emrah Gezer’in, ağabeyi ve kız arkadaşlarının, buna gösterdikleri tepki, “tahrik” sayıldı. Kararda, bar çıkışında polis Akbulut ve ağabeyine, “Bunlara sıkmazsanız adam değilsiniz” dediği iddia edilen Sinem Uludağ’ın bu sözleri söylediği iddiasının “soyut” olduğu belirtilirken, Kürtlere yönelik hakaretleri için ceza vermesine rağmen, “alkollü olan kişinin söylediği sözlerin bilinçli olarak söylendiğinden söz edilemeyeceği” yorumu yapıldı. Akbulut’un bu nedenle adam öldürdüğünün kabul edilemeyeceği de ileri sürüldü. Kararda, havaya ateş açtığı için cezalandırılan Ramazan Gezer ile ilgili hüküm, “tevilli beyanlara ve el svaplarına” dayandırılırken, Gezer’e iyi hal indirimi bile yapılmadı. Mahkeme, bu cezaları verdiği Ramazan Gezer’in havaya ateş ettiğini net biçimde karar altına almasına rağmen, öldürecek biçimde ateş eden polis memuru Serkan Akbulut’un bu eylemini ise “tahrik ve tehdit” altında yaptığını savundu.

Temyiz üzerine, Yargıtay Başsavcılığı, mahkemenin verdiği kararın tüm yönlerinin doğru olduğunu belirterek, onanmasını istedi. Başsavcılık “tahrik indiriminin” de hukuka uygun olduğunu savunmuş oldu. Başsavcılığın, temyiz incelemesini yapacak olan Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi’ne gönderdiği tebliğnamesinde, yerel mahkeme kararı için: “Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp mahkemece kararda gösterilen kanıtlara ve gerekçeye, uygulama ve takdire göre, eksik incelemeye, sübuta, yasal savunmaya, tahrike, suçun niteliğine, kanıtların değerlendirilmesine, takdire ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, yöntem ve yasaya uygun olan hükmün onanması talep ve tebliğ olunur” dedi.“

RO/Zilan Dersim

Seyid Rıza yalancı tanıklarla asıldı

0
0
Rizgarî Online/ Dêrsîm’de 1937 yılında idam edilen Seyid Rıza’yı asabilmek için 80 olan yaşı mahkeme kararıyla küçültüldü-İki yalancı şahitten birisinin Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım olduğu ileri sürüldü.CHP’li Aygün’ün 1925´de Türk devleti tarafından idam edilen 8 kişinin itibarının iade edilmesine yönelik kanun teklifiyle başlayan kriz derinleşiyor. Bugün gazetesinde Ezelhan Üstünkaya imzasıyla verilen haberde şunlar kaydedildi:”Arşiv çalışması yapan ulusalcılar 7 kişinin idam edildiğini ileri sürdü. Tunceli eski milletvekili Sinan Yerlikaya, bunu doğruladı ancak gündeme damgasını vuracak yeni bir iddia ortaya attı.Olaylarda dedesini kaybeden Yerlikaya, 80 yaşındaki Seyit Rıza’nın idam edilebilmesi için yaşının küçültüldüğünü söyledi. Bununla ilgili mahkeme kararındaki şahitlerden birisinin ise Abdullah Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım olduğunu açıkladı. Ali Yıldırım’ın MİT ajanı olduğu iddia ediliyordu.

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, 15 Kasım 1937’de idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının itibarının iade edilmesine ilişkin yasa teklifinin ardından parti içinde başlayan tartışma, ilginç bir boyut kazandı. 15 Kasım 1937’de idam edilenlerle ilgili sayı tartışması başladı. Ayrıca Seyit Rıza’nın yaşını küçülten mahkeme kararındaki şahitlerden birisinin Abdullah Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım olduğu iddiası ortaya atıldı.

‘8 Mİ 7 Mİ’ TARTIŞMASI

Aygün teklifte 8 kişinin ismini “Seyit Rıza ve oğlu Resik Hüseyin, Uşene Seyit, Aliye Mirze Sili, Civrail Ağa,Hasan Ağa, Fındık Ağa ve Hesenê İbrahim” şeklinde sıraladı. Aygün, yasa teklifinin gerekçesinde ise, “15 Kasım 1937 günü idam edilen 7 kişi Dersim’de öldürülen on binlerce masum insanın simgesidir” dedi. Aygün’e tepkili ulusalcı milletvekilleri, arşiv taraması yaparak, 15 Kasım 1937’de Seyit Rıza ile birlikte idam edilen isimlerle ilgili farklı bilgilere ulaştı. Teklifte, “Hesenê İbrahim” olarak adı geçen “Hasan oğlu İbrahim”in, Seyit Rıza’nın akrabası olduğu ve yargılanan isimler arasında bulunduğu, ancak idam edilmeyip, mahkemece serbest bırakılınca köyüne döndüğü belirtildi.

KENDİSİ TESLİM OLDU’

Dedesini Dersim olaylarında kaybeden Tunceli eski Milletvekili Sinan Yerlikaya, 15Kasım 1937’de, 8 değil 7 kişinin idam edildiğini söyledi. Çok sayıda belge ve kitap arşivi bulunan Yerlikaya, “Seyit Rıza kendisi teslim oldu ve teslim olma nedeni; Atatürk’le görüşme talebi. Sivas üzerinden Ankara’ya Atatürk ile görüştürecekleri düşüncesiyle arabaya bindirildi. Elazığ yoluna girince yargılanmak için götürüldüğünü anladı ve tepki gösterdi” dedi.

Sabah 4’te idam edildiler

Yerlikaya, 18 kişinin yargılandığını belirtirken Aygün’ün kitaplarında da çok sayıda yanlış bilgi bulunduğunu anlattı. Yerlikaya, “7 kişinin idamına karar verildi. Cumartesi ve pazar günleri süren yargılamaların ardından pazartesi sabah 4’te oğlu ile Seyit Rıza, Bit Pazarı’nda idam edildi. Diğer üç kişi Buğday Meydanı’nda, 2 kişi Odun Pazarı’nda 7 kişi idam edildi” dedi. Yerlikaya, 80 yaşındaki Seyit Rıza’nın idam edilebilmesi için mahkeme kararı ile yaşının küçültüldüğünü, iki şahitten birisinin Öcalan’ın eşi Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım olduğunu kaydetti. Yerlikaya, idam edilenlerin Elazığ-Malatya yolu üzerindeki bir okulda yakıldığını, ardından gömüldüğünü anlattı.

Öymen: Devletin temelleri sarsılır

Eski Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, Aygün’ün teklifine tepki gösterdi. Öymen, “Atatürk’ü soykırıma göz yuman adam gibi gösterirsek devletin temellerini sarsarız. Seyit Rıza, oğlu yaşında subayı öldürmüş. Öldürdüğü subayın adını biliyor musunuz? O ve ailesi ne olacak? Bırakalım tarihçiler incelesin. Tarih yalan söylemez. Atatürk’ün kurduğu partinin bir milletvekili Atatürk’ü soykırımla suçluyor. Bunu söyleyemez. Ölçüyü kaçırmamak lazım. Şahsi fikri olamaz. Burası fikir kulübü mü? Partiye üye oluyorsan partinin ideolojisine ilkesini benimseyeceksin. Ama Aygün’e değil onu üye yapanlara sormak lazım. Tabanda ciddi rahatsızlık var. Parti kan kaybediyor” dedi.

Kılıçdaroğlu bunları biliyor

Yerlikaya, teklifin partide sıkıntı oluşturmasını doğal buluyor. Aygün’ün Atatürk’ü, İnönü’yü, CHP’yi suçlamasını ise eleştiriyor. Yerlikaya şöyle devam ediyor: “Celal Bayar başbakanlığında askeri operasyon kararı alındı. İsmet İnönü bu nedenle başvekaletten ayrıldı. Kabinede Atatürk Dersim’i soruyor. Celal Bayar ‘askeri operasyon yapalım, imha edelim’ diyor. İnönü itiraz ediyor. ‘Operasyon yapa yapa bölgede insan bırakmadık. Milli bünyemizde yara açtı. Oraya yol götürelim, eğitim götürelim’ diyor. Tezkere kabinede oya sunulunca askeri operasyon kararı çıkıyor. İsmet Paşa muhalefet ediyor. Daha sonra başbakanlık koltuğuna Celal Bayar oturuyor. 5 Ağustos 1938’de Atatürk hasta yatağındayken askeri operasyon kararı veriliyor. Bu tarihi gerçekleri bildirmeden Atatürk’ü, İnönü’yü suçlamak yanlış. Bütün bunları 7 yaşındaki çocuğa sorsanız Dersim’de bilir. Kemal Kılıçdaroğlu niye bunları anlatmıyor? Benim dedemde, annemin babası da öldürüldü. Dersim’de büyük katliam yapıldı. Ama olayın perde arkası bu. Bütün Dersimlilerin itibarının iadesi gerekli. 30 bin kişi katledildi. Devletin askerini de katarsanız bir sürü asker kayboldu. Toplam 40 bin insan öldü.”

RO/Zilan Dersim

PKK Kemalizmi savunmaya başladı

0
0
Röportaj*/ Kürt sorunu denilince akla önce PKK ve onun güdümündeki Kürt siyasiler geliyor. Oysa PKK’yı onaylamayan, izlediği stratejiyi eleştiren ve çok farklı düşünen Kürt aydınları ve partileri de var. Bu partilerin başında HAK-PAR geliyor. Partinin yeni seçilen genel başkanı Kemal Burkay’ın hem Kürt sorunu hem PKK konusunda kayda değer eleştirileri ve açıklamaları var. Burkay, 12 Eylül darbesiyle Kürt hareketinin terörize edildiğini, PKK’nın silahlı mücadelesi nedeniyle Kürtlerin haklarını alma konusunda gecikmeler yaşadığını düşünüyor. Düşüncelerinden dolayı uzun süre yurt dışında yaşadıktan sonra, kendi ifadesiyle Türkiye’deki demokratik değişimden sonra ülkeye dönen Burkay, sorunun çözümüyle ilgili görüşlerini ve gelecek vizyonunu Aktüel’e anlattı… -Uzun yıllar sonra ülkeye dönmeniz Türkiye’deki değişimin sonucu muydu?

Tabii ki. 12 Eylül öncesindeki ve sonrasındaki karanlık dönemi düşünürsek son yıllarda Türkiye’de bir değişimin olduğu malum. Elbet, Türkiye’de kitlelerin mücadelesi bu değişimde büyük rol oynadı. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında Kürt sorununu serbestçe tartışamıyorduk, şimdi tartışabiliyoruz.

-Hiçbir sorun yaşamadan bütün düşündüklerinizi söyleyebiliyor musunuz?

Kendi payıma bir sınırlama olmadan görüşlerimi yansıtabiliyorum. Federal yapıyı ve Kürtçenin resmi dil olmasını rahatça ifade edebiliyorum. Kürt sorunu hiçbir sınırlama olmadan tartışılabiliyor. Kürt varlığından söz etmek, hak talep etmek suç olmaktan çıktı. Ama Türkiye hala demokratik ve barışçıl bir ortamda yaşıyor değil. Kürt sorunu çözülmüş değil. Türkiye’nin sorunları çatışma ortamının son bulmasıyla çözülebilir. Sorunlarımız çözdükçe de demokrasimiz ilerleyecektir.

-Siz başbakan olsaydınız Kemalist yapıyı bir günden öbür güne değiştirebilir miydiniz?

Değişim için cesaret ve geniş ufuk gerekiyor. Toplumun değişime hazır olduğunu düşünüyorum, toplum değişimi destekliyor. 2002 yılında anlı şanlı partiler değişimi okuyamadığı için barajın altında kaldı. Son on yılda AK Parti değişimde büyük rol oynadı. Askeri vesayeti geriletti. Bir toplumu generaller yönetemez. Kemalizm meselesine gelince; 1930’lu yılların ideolojisi olan Kemalizm kurumsallaşmış kök salmıştır. Ama Türkiye artık bu ideolojiyle yönetilemez. Kendini Kemalist olarak tanımlayanlar laiklik konusunda endişe ediyorlar, ancak Türkiye’ye hiçbir zaman laiklik gelmedi ki!

-Kürt meselesinde PKK’nın silahlı eylemlerinin çözümü kolaylaştırdığı söyleniyor. Sizce silah olmasa sorun daha rahat çözülebilir miydi?

1960’lı 70’li yılların dünyası çok farklı bir dünya idi. Herkes kısa yoldan devrim yapmayı düşünüyordu. Solun bir kısmı silahlı mücadeleye yatkındı; ancak biz hakların barışçı yoldan aranmasını ve halkın kazanılmasını düşünüyorduk. 12 Eylül Darbesi’yle demokratik güçler ezildi. PKK eliyle başlayan eylemler Kürt hareketinde dengeleri değiştirdi. Toplum savaşanlara göre kutuplaştı. Türk tarafında militarizm, Kürt tarafında ise PKK güçlendi. Bugün haklar konusunda belli bir nokta gelindiyse bu PKK’nın silahlı eylemlerinin sonucunda olmadı. Bence geldiğimiz noktayı, 30 yıla yakındır süregelen şiddet ortamının her iki taraf bakımından da sonuç vermemesi nedeniyle yaşıyoruz.

-PKK’nın devlete boyun eğdirerek Kürt haklarını aldığı söyleniyor…

PKK’nin devlete boyun eğdirdiği söylemi doğru değil. PKK birçok kez tek yanlı ateşkes ilan etti. Devlete boyun eğdirdiyseniz niye ateşkes yapasınız. Öbür taraftan devlet hiçbir dönemde PKK ile oturup pazarlık etmedi. PKK’nin talepleri kabul edilmedi. Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde “Hizmete hazırım” dedi. PKK, hem tüm temel taleplerini terk etti, hem de Marksist ideolojisini terk edip Kemalizm’i savunmaya başladı.

-PKK olmasaydı Kürtler haklarına daha rahat kavuşur muydu?

Bunu bir örnekle açıklamam gerekirse 12 Eylül öncesi Özgürlük Yolu Grubu olarak Diyarbakır’da belediye başkanlığını kazandık. Barışçı siyasal yöntemlerle bugün kazanılanın çok daha fazlasını kazanabilirdik. Daha önce söylediğim gibi 12 Eylül bu barışçıl siyasi hareketi kesintiye uğrattı. Kürt hareketini kendi eliyle terörize etti. Türkiye’de militarist kesim vesayet sisteminin sona ermemesi için epey direndi, ama önemli oranda geriledi; fakat Kürt kesiminde PKK’nın silahlı varlığının olumsuz etkisi siyaset üzerinde devam ediyor.

-Normalleşmek için ne tür adımların atılması gerekir?

Normalleşmek için silahların susması gerekir. Ordu silah bıraksın diyoruz gibi bir algı var, öyle değil. Önce silahlar karşılıklı susmalı , ardından hükümetin atacağı güven verici adımlarla birlikte PKK silahları tümden bırakmalı. Silahlar susarsa siyaset bir bütün olarak normalleşir, sorunlarımızı daha rahat konuşuruz. Öbür taraftan sorunu sadece terör sorunu olarak da görmemek lazım. Ortada PKK varken adım atamayız demek fasit dairedir. Önce PKK’nin ortaya çıkması için her şeyi yapıp sonra da bütün siyasetini PKK üzerine kurmak, onu engel göstermek çıkmaz yoldur. Silahları susturamazsak iki toplum da boğulur.

-PKK kendini kontrolünde bir bölge oluşturmak isterken Ordu’nun müdahale etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz herhalde?

Sorunun çözümünü PKK’nin alan yaratma niyetine ipotek etmemek lazım. Türk ordusuna silahları bırak, olan biteni seyret demiyoruz; ancak silahları susturmak için bir şeyler yapmak lazım. Devlet bunun için üstüne düşeni yaptı mı?. Öcalan yakalandığında Ecevit, “Herkes kullanıyor, biz neden kullanmayalım!” dedi. Yapılması gereken genel afla siyaset yolunun açılmasıydı. Öbür taraftan PKK’nin silahları bırakması Kürtlerin yararınadır. Kürtler silah olmadan da, barışçı yöntemlerle sonuç alabilirler. Kendimize güvenelim. Türkiye’deki demokrasi güçlerine güvenelim. Herkes şoven ve Kürt düşmanı değil. MHP’nin tabanı bile MHP yönetimi gibi düşünmüyor. Politikacılar halkın daha gerisinde diyebilirim.

-Öcalan’ın Kürt sorunu konusunda tek adam olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan yakalandığında Kürt kamuoyunu onun üzerinden yönetme politikası benimsendi. Kürtlerin bir bölümüne “Öcalan irademizdir” dedirtmek bir mühendislik çalışmasıydı. Hapisteki bir adama, hele “hizmete hazırım” diyen birine nasıl irademdir diyebilirsin. Şimdi de yürümeyecek politikalara takılmamak gerekir. Kürtler eşitlik temelinde bir çözüm istiyorlar. Bu yapıldığında ülke barışa ve demokrasiye ulaşır.

-PKK’lı birinin ortalama ömrü beş sene. Örgüt insanların ölümüne bu kadar rahat nasıl göz yumuyor?

Savaş psikolojisi insanların sağlıklı düşünmesine fırsat vermiyor. Dağdakilerin de bu durumdan memnun olduğunu düşünmüyorum. Ama bu çatışma ortamından Ergenekoncuların memnun olduğundan eminim. Ergenekoncular, ortalık biraz daha karışsa ne güzel olur diyorlar.

-Ergenekoncuların PKK üzerinden hükümetin ayağını kaydırmak istediğini söyleyebilir misiniz?

Bunu düşündüklerinden hiç şüphem yok. Bu nedenle hükümet değişimci olmalı ve demokratik adımları hızla atmalı. Hükümet, ayağımı yere sağlam basıyorum, artık bana karşı darbe yapamazlar diyerek sorunu sadece silahla çözmeye kalkarsa buradan çıkış olmaz. Hükümet, daha önceki cesur adımları gibi demokratikleşme adımlarına devam etmeli. Türkiye’de siyaseti PKK’ye ipotek etmemek lazım. Türkiye sorunların çözülmemesini isteyen iç ve dış güçlere teslim mi olacak!

-Devletin bölgeye yatırımları konusunda eleştiriler var. Sizce devletin bölgeye iyi yatırımlar yapıyor mu?

Devletin yatırımları iyi. Bu yatırımlar çatışma sona ererse daha da artar, gelişir.

-HAK-PAR olarak bölgede rahat politika yürütebiliyor musunuz?

Silahlı eylemler, yol kesmeler devam ettikçe hiç kimse güvenli değildir. Buna rağmen siyaset yapmaya devam etmek lazım; yoksa gidip evinize oturmak gerekir. Eğer bölgede silahlar susarsa bütün partiler rahatça çalışır ve halkın özgür tercihi tam olarak yansır.

-İleride ayrı bir Kürt devleti kurulması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Ben federatif yapıyı tercih ediyorum. Bir kere iç içe geçmiş iki halkı sınırlarla ayırmak çok güçtür. Mübadele mi yapacağız! Bu acılı bir durumdur. Türkiye yerinden yönetime fırsat vermelidir. Almanya tek dil konuşan, tek uluslu bir ülke olmasına rağmen eyalet sistemiyle yönetiliyor. Şu koşullarda veya yakın gelecekte bütün Kürtlerin birleşip bir devlet kurabileceğini düşünmüyorum. Araplar bağımsız oldukları, bir dizi devlete sahip oldukları halde bunu yapabildiler mi? Mısır ve Suriye tek devlet oluşturmaya çalıştı başaramadı. İleride bence Avrupa’da olduğu gibi sınırların bir önemi kalmayacak. Bunun yapılabilmesi için Filistin ve Kürt meselelerinin çözülmesi gerekir. Dünya gelecekte farklı bölgelerde Avrupa tipi entegrasyonlara tanıklık edecek.

*Hasan Hüseyin Kemal- Aktüel/22 Kasım 2012/Sayı 283-Akt-Dengê Kurdistan com

ICG´den Türk hükümetine yol haritası…

0
0
Rizgarî Online/ Uluslararası Kriz Grubu´ndan (International Crisis Group) uzman bir ekip, Türk Hükümetine Kürdlere dil kullanımında, yerel yönetimlerde, kimlikte ve siyasi temsiliyette eşit haklar vermesini öneren bir rapor hazırlayarak, yol haritası önerdi. Özgür Politika gazetesinin verdiği haberde şunlar kaydedildi:” Uluslararası Kriz Grubu'ndan (ICG) uzman bir ekip, “Türkiye’de Kürt çıkmazı” başlığı altında hazırladığı raporda Kürtçe önündeki engellerin kaldırılması, adem-i merkeziyetçilik konusunda başta Amed'de olmak üzere Türkiye genelinde tartışma yürütülmesini istedi. ICG, yaklaşık 40 sayfalık raporun yönetici öneri ve özetini resmi web adresinde duyurdu. Amed'in, Kürt sorununu ve PKK'yi konu alan tüm araştırmalar için kritik öneme sahip olduğu belirtilen Amed merkezli raporda, "Artan siyasi sürtüşmeler ve Haziran 2011’den bu yana en az 870 kişinin ölümüne yol açan şiddetle birlikte silahlı çatışma, geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde tırmanarak son on yılın en kötü seviyesine ulaştı. Türkiye’nin batısında ve özellikle İstanbul’da belki güneydoğudaki kadar Kürt yaşıyor olsa da, PKK’nın yürüttüğü silahlı çatışmaya verilen desteğin nedenleri Kürtlerin çoğunlukta olduğu Diyarbakır gibi yerlerde daha acık şekilde görülüyor" denildi.

Bunlar arasında yerel yönetimde ve ekonomide algılanan ve gerçek ayrımcılık, merkezi otoriteye yabancılaşma, siyasi temsilcilere yönelik kitlesel tutuklamalara duyulan öfke ve Kürtçenin eğitimde/kamusal yaşamda yasaklanmasının yarattığı düş kırıklığını sayılan raporda, şunun altı çizildi: "Ancak, eğer Ankara bu sıkıntıları gidermek için kesin olarak harekete geçer ve herkes için eşitlik ve adaleti sağlarsa Diyarbakır, birlikte yaşamak isteyenlere hala umut vaat ediyor."

Amed'deki tüm siyasi eğilimler; zengin ve yoksul, İslami ve laik herkesin ortak arzusunun, hükümetin, Kürt sorununun kronikleşmiş meselelerini çözmek için açık bir stratejiye sahip olmasını istediği belirtilen raporda, şunlar kaydedildi: "Kürt kimliğinin ve anadilde eğitim ve adalet arayışı hakkının resmen tanınması önceliğe sahip. Diyarbakır’da yaşayan Kürtler, daha adil bir temsiliyet, daha fazla yerinden yönetim ve yasalardaki ve anayasadaki her türlü ayrımcılığa son verilmesini talep ediyorlar. Ayrıca yaygın tutuklamaların ve şiddete başvurmamış aktivistlerin terör suçlarıyla yargılanmadan önce uzun süre gözaltında tutulmasının son bulması için gereken yasal reformların yapılmasını istiyorlar."

Yönetim ve kontrolün Kürtler ile devlet arasındaki önemli bir anlaşmazlık konusu olduğu hatırlatılan raporda, şu izahat yapıldı: "Devlet, Ankara’dan atanan vali ve bütçe üzerindeki denetimi, polis gücü, eğitim, sağlık ve altyapı yatırımları aracılığıyla etkisini sürdürerek kontrolü elinde tutmak istiyor. 1999 yılından bu yana PKK taraftarı partilerin ve en son olarak Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) elinde bulunan belediye, önemli engellere rağmen daha fazla güç topluyor. Genel olarak Türkiye’nin ve özel olarak Diyarbakır gibi Kürtçe konuşulan şehirlerin, yerinden yönetimle ilgili tutarlı ve bilgiye dayanan bir tartışmaya ve onu uygulayacak stratejiye ihtiyacı var.

Mevcut hükümet, Kürt dilinin Diyarbakır’da ve başka yerlerde kullanılmasına izin verilmesi konusunda kendinden öncekilerden çok daha fazlasını yaptı; ancak Kürt hareketi anadilinde eğitim taahhüdünden daha azı ile yetinmiyor. Hükümetin Kürtçeyi seçmeli ders olarak vermesi girişimi, bu hedefin bir hak olarak ilan edilmesine yönelik planların köşe taşı olarak bütünüyle desteklenmeli. Bir zamanlar Türkiye’nin en iyi durumdaki üçüncü ekonomik merkezi olan Diyarbakır ve çevresi, yapılan son ölçümlerde 63’üncü sıraya kadar düşmüş durumda…"

Raporda detaylandırılan öneriler

Raporda, Türk Hükümeti ve Kürt tarafı da dahil toplum liderlerine, Türkler ile Kürtler arasında karşılıklı güveni tesis etmek amacıyla ortaya konulan öneriler şöyle:

- Türk hükümeti, mahkemelerde anadilin kullanılmasına izin veren yasal reformları kabul etmeli ve uygulamalı, mahkeme öncesi tutukluluk süresini kısaltmalı ve Kürtler ile diğer şüphelilerin gözaltına insani biçimde alınmasını sağlamalı. Bölgedeki polisin izinsiz gösterilere ve protestolara müdahale ederken dahi aşırı güç kullanmaya son vermesini teşvik etmeli.

- Toplum ve Kürt hareketi liderleri, mitingler ve gösterilere ilişkin kurallara riayet etmeli; PKK’nin her türlü şiddeti eylemini reddetmeli; yakın zamanda kurulan “Diyalog ve Temas Grubu” gibi sivil toplum çabalarını sürdürmeli.

Anadilin kulanımı

Eğitimde ve kamusal alanda anadilin kullanımını güvence altına almak amacıyla:

- Türk hükümeti, 2012-2013 öğretim yılında seçmeli Kürtçe derslerinin yürütülmesini şeffaf biçimde tamamlamalı; yeterli talebin olduğu yerlerde tamamen anadillerde verilecek eğitim için bir takvim belirlemeli; geçiş döneminde öğretmenleri ve müfredatı hazırlamaya devam etmeli; bölgedeki yerlere eski Kürtçe isimlerini iade etmek veya Kürtçe isimler verebilmek için seçimle iş başına gelmiş yerel idari görevlilerin ilgili yasa ve düzenlemeleri değiştirmelerine izin vermeli; ve kamu hizmetlerinde Kürtçenin kullanılmasına dair yasakları azaltmalı.

- Toplum ve Kürt hareketi liderleri, bu alanlarda hükümetin olumlu adımlarını takdir etmeli ve seçmeli Kürtçe dersleri boykot etmeye son vermelilier.

Yerinden yönetim

Yerinden yönetime dair adil bir tartışma ve nihai bir uzlaşmaya ulaşmak amacıyla:

- Türk Hükümeti, gerek ülke çapında gerekse Diyarbakır’da belediyelerin yönetimi ve yerinden yönetime ilişkin bir tartışma ortamına öncülük etmeli.

- Yerel yönetimdeki liderler, ili ziyarete gelen merkezi yönetim temsilcileriyle görüşmeli ve işbirliği yapmalı ve Kürtlerin demokratik taleplerini yasal ortamda yerine getirmeye dair taahhütlerini açıkça ifade etmeliler.

Kentin gelişimi

Amed'in ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunmak amacıyla:

Türk Hükümeti, başta eğitim, uluslararası bir havaalanı, tren yolu bağlantıları ve sanayi bölgeleri olmak üzere Türkiye’nin benzer illerindeki hizmetlere eş değerde olacak şekilde Diyarbakır’ın kamu kaynaklarından eşit şekilde yararlanmasını sağlamalı; bu şehre ve güneydoğudaki diğer tarihi şehirlere yönelik iç turizmi etkin biçimde teşvik etmeli.

- Toplum liderleri, işadamlarının toplantıları, okul gezileri ve iş amaçlı konferanslar aracılığıyla Kürtçe konuşulan güneydoğu bölgesi hakkındaki ön yargılarını aşmaya yardımcı olmak için Türkiye’deki anaakım kamuoyuna ulaşmaya çalışmalı.

Tamamlayıcı rapor

Kriz Grubu, 2011 ve 2012’de yayımladığı iki raporda hükümetin ihtilafı çözümlemek için ilk etapta Kürtlere yönelik adaletin ve hakların sağlanmasına odaklanacak, açık bir strateji belirlemesi tavsiyesinde bulunmuştu. Hükümetin Kürtlerin temsilcileri ile dört ana reform üzerinde aktif şekilde çalışmasını önermişti: Türkiyeli Kürtlere anadil haklarının tanınması; yüzde 10 olan seçim barajının yüzde 5’e indirilmesi; yeni bir yerinden yönetim stratejisi; anayasa ve yasalardan her türlü yarımcılığın kaldırılması. Bu adımlar atıldıktan sonra Türk Hükümeti, PKK ile silahsızlanma ve seferberliğe son verme konusunda ayrıntılı görüşmelere geçebilir. Dünkü rapor da, öncekilerin tamamlayan bir çalışma.“

RO/Ömer Kaçar

Kışanak: 35 vekil birlikte hareket edecek

0
0
Röportaj*/ BDP Eşbaşkanı Kışanak: Dokunulmazlıkların kaldırılması büyük bir siyasi krize yol açacak.“Bu bir siyasi operasyondur ve siyasi geleneğimize karşıdır. Bizim cevabımız da siyasi ve toplu olacak. BDP blok milletvekilleri olarak otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz. Siyasi kriz de bu aşamada çıkacak.” “Silahı tasfiye edeceğim derken siyaseti tasfiye eden bir süreç işletiliyor. Bu yolla siyaset de, silah da tasfiye edilemez. Bireyleri tasfiye edersin ama yerine daha radikal bir siyaset gelişir. Kürt siyaseti radikalleşir.” “Dünya tarihinde görülmemiş bir şey. Bir hareketin on bin çalışanını hapse atıyorsun, bu hareket gene de siyasi varlık gösteriyor. Demek ki toplumsal bir hareket bu! İşte bu toplumsal hareketi tasfiye etmek mümkün değil!”

***

NEDEN GÜLTAN KIŞANAK

Türkiye, açlık grevleriyle içine girdiği korku tünelinden henüz çıkmıştı. Hapishanelerde on bine yakın insanın katıldığı açlık grevleri Öcalan’ın isteğiyle daha yeni bitmişti. Ve, Türkiye biraz rahat bir nefes almıştı ki... Başbakan bu sefer de BDP’lilerle ilgili dokunulmazlık tartışmasını başlattı. Başbakan, dokuzu BDP’li on milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve bu milletvekillerinin mahkemeye gönderilmesi için harekete geçti. Kısacası bu milletvekilleri için cezaevi yolunun önünü açtı. Peki, ne oldu da Başbakan birden bire BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya karar verdi? Türkiye’de siyaseti neden böylesine gerdi? Bu karar başka bir sürecin şantajı mı? BDP’li on milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak? Türkiye’nin genel siyasetinde neler yaşanacak? Böyle bir mahkûmiyet hâlinde BDP ne yapacak? Güneydoğu’da Başbakan’ın dokunulmazlıkları kaldırma kararı nasıl karşılandı? PKK’lılarla kucaklaşma nasıl oldu? Orada neler yaşandı? BDP’li milletvekilleri, PKK’lılarla kucaklaştıkları için bir özeleştiri yapıyorlar mı? Kürt sorunu nereye doğru gidiyor? Bir kopuşa doğru mu yol alınıyor? Bütün bu soruları BDP’nin eş genel başkanı Gültan Kışanak’a sorduk, çarpıcı cevaplar aldık.

***


NEŞE DÜZEL- Açlık grevlerinin Öcalan’ın isteğiyle sona erdirilmesinden sonra siyasette bir yumuşama belirmişti. Şimdi birdenbire Başbakan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaya karar verdi. Ne oldu arada?

GÜLTAN KIŞANAK- Ne olduğunu bilmiyoruz. Başbakan artık öngörülemez bir hâle geldi. Onun siyasetinin ne olduğunu, ne olacağını sadece biz değil AKP de kestiremiyor. En yakın çevresi bile Başbakan’ın bir saat sonra ne yapacağını, ne söyleyeceğini tahmin edemiyor. Bir başbakanın bu kadar öngörülemez olması ülke için büyük bir tehlike arz ediyor.

Başbakan neden siyaseti gerecek böyle bir karar aldı sizce?

Acaba Başbakan gerçekten bir karar aldı ve bu kararını kararlılıkla uygulayacak mı? Yoksa Başbakan tartışma yaratarak siyaseti bir süre bu konuyla gerecek ve sonra bu konudan vaz mı geçecek? Çünkü geçmişte bunu çok yaptı. Mesela idam tartışması... Bu kadar altı boş bir siyaseti Türkiye’nin gündeminde çok uzun süre tuttu ve siyaseti idam üzerinden iyice gerdi. Acaba gene aynı yolu mu izliyor?

Sizce hangisi?

Bunu tam bilemiyoruz ama şunu biliyoruz. Elindeki bütün kozları baskı unsuru olarak kullanma ve topluma, Kürt siyasetine ve bize böyle bir şantaj yapma tarzı var Başbakan’ın. Muhtemelen gene böyle bir yöntemle, dokunulmazlıklar konusunu gündeme taşıdı.

İmralı’yla ya da Kandil’le bizim bilmediğimiz gizli görüşmelerin olması ve o görüşmelerde herhangi bir aksaklığın ortaya çıkması üzerine böyle bir karar alınmış olabilir mi? Dokunulmazlıkların kaldırılması kararı bir şantaj olarak kullanılıyor olabilir mi?

Görüşme var mı, bu görüşmeyi kimler yapıyor, görüşme hangi aşamada kesinlikle bizim bir bilgimiz yok. Dokunulmazlık konusu bu yüzden bir şantaj olarak ortaya konuyor mu, konmuyor mu bilmiyoruz. Ama toplamında, Başbakan’ın söylemi ve bu politika, Kürt siyasetine ve bize karşı bir şantaj kokuyor. Gerekirse cezaevi tehdidiyle bizi etkisizleştirmeyi, devre dışı bırakmayı, bizi politika yapamaz hâle getirmeyi içeriyor.

Başbakan, “yargıya talimat verdik” diyebiliyor. İktidarla yargının ilişkilerinin ne olduğu da bilinmiyor. Bu şartlarda Başbakan’ın sizi mahkemeye göndermesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Başbakan, sürecin başından beri hukuka aykırı bir yol izliyor. Mesela, “Gerekli talimatı verdik” dediğinde, ortada fezleke falan yoktu. Savcılık soruşturmasını yürütmüş ve bizimle ilgili bir fezleke ortaya koymamıştı. Ama Başbakan bu sözleriyle, “talimat verdim, savcılık fezleke hazırlayacak” demek istedi. Yasaların kendisine verdiği yetkilerin de ötesinde yetkilere sahip olduğunu varsayan bir başbakan var ortada. Öyle ki, dokunulmazlık tartışmasını açarken de, “Fezlekeleri parti olarak konuşacağız, tartışacağız ve gerekeni yapacağız” dedi. Bu da hukuka aykırı çünkü Meclis İç Tüzüğü’nde, “Dokunulmazlıkla ilgili konular parti kararı olarak tartışılamaz. Milletvekilleri bu konuda bireysel iradeleriyle karar verirler” diyor.

Bu sürecin sonunda bir mahkûmiyet kararı çıkabileceğini düşünüyor musunuz?

Süreç bu mantıkla yönetilirse en nihayetinde bunun sonu cezaevidir, mahkûmiyettir! Çünkü en nihayetinde bu dokunulmazlık meselesi hiç de bazılarının dediği gibi sadece yargı yolunu açan bir durum olmayacak. Birçok deneyden yola çıkarak biliyoruz ki, bu iş cezaevine kadar gidecek.

Dokunulmazlıklar ne kadar zamanda kaldırılır?

Meclis komisyonlarını çalıştırma konusunda çoğunluk AKP’de olduğu için buna AKP karar verecek. İsterse, bu işi bir buçuk ayda tamamlar.

Dokunulmazlıkları kalkan milletvekilleri hemen cezaevine mi girerler?

Tabii. Dokunulmazlık kalkarsa, kaçınılmaz sonuç budur. Fezleke bizimle ilgili “yardım, yataklık” diyor. Biliyorsunuz Terörle Mücadele Yasası’nda “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi olmak gibi” bir kıstas var.

Anlamadım...

Bu madde insanın gözünün içine baka baka, “evet sen örgüt üyesi değilsin ama ben sana gene de örgüt üyesi cezası vereceğim” diyor ve cezayı veriyor. Bu kadar hukuk dışı olan bir yasa var ortada yani. Örgüt üyesi olmanın cezası 15-18 yıl ise örgüt üyesi gibi olmamanın cezası da sekiz-dokuz yıl. Yardım yataklığın cezasının da bundan pek bir farkı yok. Yargı, konu önünde geldiğinde hangi maddeyi işletecek bunu da bilemiyorsunuz. Kısacası bu ülkede hukuk da öngörülemiyor.

BDP’li 10 milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak?

Bizim dokunulmazlıklarımızın kaldırılması Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak. Tam tersine Türkiye’ye çok şey kaybettirebilir. Daha mahkûmiyete kalmadan büyük bir siyasi kriz yaratacak bu durum. Bakın... Meclis’te şu anda dokunulmazlıklarla ilgili 850 dosya var. Bunların 650’si bize ait, geri kalan 200’ü de diğer partilerin milletvekillerine ait. Hepsi de daha önce gelmiş olmalarına rağmen, bu fezlekelerin içinden sadece bizimkini seçip özel bir tutum almak tam bir siyasi operasyondur.

Böyle bir mahkûmiyet hâlinde partiniz ne yapacak?

Bizim fezlekeleri Meclis Genel Kurulu’na sevk etme kararlılığında olurlarsa... BDP blok milletvekilleri bu siyasi operasyona sessiz kalmazlar. Bu siyasi operasyona karşı 35 milletvekili bir bütün olarak başka bir siyasi tutum alırlar. Zaten siyasi kriz de bu aşamada çıkar.

Meclis’ten çekilmek gibi radikal kararlar var mı gündeminizde?

Bizim iki parametremiz var. Bu iki parametre, bizim nasıl hareket edeceğimizi değerlendirmek için yeterli. Birincisi, bu bir siyasi operasyondur. İkincisi, bu siyasi operasyon hepimize yapılmış bir operasyondur. Bizim de cevabımız siyasi olacak ve toplu olacak! Türkiye’nin demokrat kamuoyu ve AKP’de kendisini demokrat olarak tanımlayan Kürt, Türk herkes bu iki parametre üzerinden bu konuyu tartışmalı.

Siz artık bu konuyu tartışmayacak mısınız?

Bu konuyu Başbakan açtı, konuyu kendisi kapatsın. Siyasi bir kriz mi yaratmak istiyorlar ya da siyasi krizi önlemek mi istiyorlar karar versinler. Biz o gün geldiğinde onurlu bir duruşu tercih edeceğiz. Biz BDP blok milletvekilleriyle grubumuzda bu konuyu konuştuk.

Neye karar verdiniz?

“Bu bir siyasi operasyondur cevabımız da siyasi olacak. Bu, tek tek arkadaşlarımıza yönelik değildir. Bu, siyasi geleneğin kendisine, hepimize yöneliktir. Ne yapacaksak birlikte yapacağız. Otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz” dedik.

Bu konuyu artık AKP Grubu tartışsın diyorsunuz. Bu tartışmadan ne çıkmasını bekliyorsunuz?

AKP’nin içinden itiraz eden bir damarın çıkması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sadece Başbakan’a bakarak siyaset yapmak, kimseyi sorumluluktan kurtarmaz. Yarın bu fezlekeler gündeme gelir ve milletvekillikler AKP grubunun oylarıyla düşürülürse, kimse halkın nezdinde ve tarih nezdinde, “Başbakan istedi onun için oldu” diyemeyecek. Herkesin bireysel sorumluluğu var. Herkesin hem halka hem tarihe karşı sorumlulukları var. Herkes kendi tutumunu ve siyasi duruşunu sorgulasın. AKP Grubu bu konuyu kendi içinde tartışsın. Bu, onları ilgilendiren bir sorun.

Güneydoğu’da Başbakan’ın bu kararı nasıl karşılandı?

Uzunca bir süredir Başbakan’ın bu tür çıkışları, Başbakan’ın siyaset yöntemi ve dili, AKP dışındaki Kürt kamuoyunda büyük bir öfke ve tepki uyandırıyor. AKP’ye yakın duranlarda ise Başbakan!ın dili ve siyaset yöntemi mahcubiyet yaratıyor. Ben şimdiye kadar Başbakan’ın bu tür çıkışlarının arkasında açıkça duran tek bir Kürt görmedim. Kimse çıkıp onu savunamıyor.

Peki, ne diyorlar?

“Başbakan böyle söylüyor ama aslında başka bir şey vardır” gibisinden gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Açlık grevindeyken bize destek ziyaretine gelenlerin içinde AKP’ye oy verdiğini bildiğimiz insanlar da vardı. Onlar da “biz insani ve vicdani olarak çok zorlanıyoruz” diyorlardı. Anlayacağınız AKP’nin içinde de böyle bir noktaya geldi iş.

Peki, Kürtlerde, “bizi siyasetten tasfiye ediyorlar” türünden bir endişe var mı?

Çok ilginçtir... Bu endişe geçen genel seçimlerde AKP zemininde siyaset yapmak isteyenlerde de başladı. “Bizi aslında tasfiye ediyorlar” duygusu onlarda da çok güçlendi. Kürt kimliğine değer veren kesimlerin AKP içinde devre dışı bırakılmaya çalışıldığını hissettiler ve bunu konuştular. Onların bu algısı, daha sonra Başbakan’ın her uygulamasında ve söyleminde daha da pekişti. Başbakan’ın söyleminin ve politikasının milliyetçi ve ayırımcı bir politika olduğu değerlendirmesi artık giderek yaygınlaşıyor. Başbakan’ın ayırımcılık yaptığı düşünülüyor.

İktidar partisiyle aranızda şu sıralarda görüşmeler oluyor mu?

Hayır. Açlık grevi sırasında da görüşmelerin tamamı bizim talebimiz ve hatta ısrarlarımız sonucunda gerçekleşmişti. Başbakan dokunulmazlık konusunu iki, üç ay önce ilk ortaya attığında biz birçok AKP’li yetkiliyle bu konuyu konuştuk. Türkiye’de siyaseti germenin kimseye faydası olmadığını anlatmaya çalıştık, bütün uyarılarımızı yaptık. BDP olarak söyleyeceğimiz bir şey kalmadı. Bizim yeni bir görüşme talep etmeye ihtiyacımız yok. Ama hükümet görüşmek isterse tabii ki görüşürüz.

Siyasi iktidar sizden herhangi bir talepte bulundu mu?

Hayır bulunmadı. Bu konuyu konuşalım diye onlardan gelen bir yaklaşım yok şu anda.

BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasının genel olarak Türkiye’de siyaseti nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Açlık grevleri sürecinde bir çözüm umudu doğdu. Çünkü çok büyük bir kesim açlık grevi yapanların taleplerini sahiplendi. Taleplerin özeti de şuydu: “Kürt sorununu konuşarak çözelim. Özgürlükleri genişletelim.” Fezlekelerle ise şimdi bunun tam tersi bir yola girildi.

Hangi yola girildi?

“Hayır konuşmayalım. Temsilcilerini de cezaevine atalım” deniyor. Bu nasıl bir siyasi akıldır, bu neye hizmet eder, anlamak mümkün değil. Kürt siyasetini etkisizleştirmek ve çalışamaz hâle getirmek için zaten uzunca süredir pek çok adım atıldı. Şu anda on bin insan cezaevinde. Mesela belediye başkanı cezaevinde... Yerine vekâleten seçilen de cezaevinde... Silahı tasfiye edeceğim derken siyaseti tasfiye eden bir süreç işletiliyor. Üç yıldır feveran ediyoruz biz. Siyaseti tasfiye ederek silahı tasfiye etmek mümkün değil.

Siyaset tasfiye edilebilir mi peki?

Bu yolla ne siyaset ne de silah tasfiye edilebilir. Tek tek bireyleri, bizi tasfiye edersin ama yerine daha radikal bir siyaset gelişir. Bu tasfiye hamleleri, çatışmaları derinleştirmenin ve siyaseti radikalleştirmenin işine yarar. Üstelik, kişileri tasfiye etsen de ortada güçlü bir Kürt siyasal potansiyeli var. İşte bunu tasfiye etme şansın yok. KCK operasyonları bunu gösterdi. Dünya tarihinde görülmemiş bir şeydir. Bir siyasi hareketin on bin çalışanını, kadrosunu alıp cezaevine koyuyorsun ama bu hareket gene de siyasal bir varlık gösteriyor. Demek ki burada bir toplumsal hareketle karşı karşıyayız. İşte bu toplumsal hareketi tasfiye etmek mümkün değil!

Başbakan, BDP’nin aslında tabanının olmadığını, silah tehdidiyle bölgede oy aldığını ileri sürüyor.

BDP tehditle oy alıyor demek saçma sapan bir şeydir. 2011 genel seçimlerinde sandıkların başında özel harekât timlerini bekleten, BDP’ye oy verme potansiyeli olan köylerin sandıklarını götürüp korucu köylerine, Jandarma’ya yakın yerlere koyan devletin kendisi. İnsanları baskı altında tuttular. AKP’ye oy verilsin diye Siirt kent merkezinde bile bütün sandıkların başında özel harekât timleri durdu. Ama ilginçtir. Korucu köylerinin bir kısmı bütün bu baskılara rağmen BDP’ye oy verdi. Korucuların büyük kısmı AKP’ye oy verdi ama...

BDP koruculardan oy mu alıyor?

Çok oy aldık. Mesela geçmişte sıfır oy aldığımız, ilçe teşkilatı bile açamadığımız, tamamının koruculaştığı Siirt’in Şirvan ilçesinde son seçimde bin 800 oy aldık.

Ahmet Türk yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajda, “Bizim PKK ile tabanımız aynı” diye açıklamıştı. Hâlâ aynı mı?

Bire bir aynı değil. BDP’ye oy verenlerin tamamı PKK’ye de sempati duyuyor diye bir varsayımda bulunamayız. Dediğim gibi bize oy veren korucular da var. Ancak şu da bir realite, PKK küçük, lokal bir örgüt değil. Genelkurmay’ın açıkladığı rakamlara göre, 1984’ten bu yana 40 bin militan yaşamını yitirmiş. Bu çok büyük bir rakam! Üstelik...

Evet...

Bunların annesi, babası, teyzesi, halası, kardeşleri var. Şimdi arkada kalan bu insanların, onlara devletin gözüyle bakıp “bunlar teröristti, ölümü hak ettiler” diyeceğini düşünmek mümkün mü? Devlet dedi diye kim kendi çocuğuna terörist der? Demediler. Bu insanlar şimdi BDP’ye oy veriyorlar. O anlamda bir çakışma var tabanda. Zaten o nedenle diyoruz. PKK sadece dar, küçük silahlı bir örgüt olarak tanımlanamaz.

Sizce PKK nasıl tanımlanır?

PKK aynı zamanda siyasal ve sosyal zemini olan bir örgüt. Aksi takdirde bitirilebilirdi. Genelkurmay Başkanı da “beş kere bitirdik, dağlar gene doldu” diyor. Bir grup silahlı militandan ibaret bir örgüt olsaydı, şimdiye kadar PKK on kere, yüz kere bitmişti. Bitmiyor. Sosyal zeminden, halk zemininden sürekli yeni militanlar katılıyor. Bu büyük savaşa ve bu kadar büyük ölümlere rağmen bu örgüt varlığını sürdürüyor. O nedenle PKK’ye, “dar bir terör örgütü bu. Vururuz, öldürürüz, bitiririz, marjinalize ederiz” diye yaklaşılamaz.

Öcalan’ın dokunulmazlıkların kalkması konusunda nasıl bir tepki göstereceğini düşünüyorsunuz?

Yorumlanması çok zor bir konu bu.

Niye zor? Türkiye’de siyaset hiç yaratıcı değil. Aynı şey defalarca tekrar ediyor bu ülkede. Geçmişte de Kürt milletvekillerinin topluca dokunulmazlıkları kaldırıldı.

Bugünkü atmosfer daha öncekilere hiç benzemiyor. Şu anda dokunulmazlıkları kaldırma hamlesi çok büyük bir hamle olur. Geçmişteki gibi olmaz. Çünkü artık ne Türkiye 1994’ün Türkiye’si, ne de Kürtler 1994’ün Kürd’ü. Ayrıca ne bölgesel gelişmeler ne Türkiye’nin iç dinamikleri ne de Kürtlerin siyasallaşma boyutu 1994’teki gibi. Hiçbir şey 1994’ü bu ülkede yeniden tekerrür ettirmez. Birileri böyle bir yanılgı içindeyse bu çok büyük bir yanılgı olur. Meclis’ten aldık, götürdük, cezaevine koyduk ve böyle bir süreç yürüdü gitti... Olmaz artık.

Ne olur?

Bugünkünün sonuçları çok çok daha ağır olur. Bugünkü yanlış çok daha büyük bir yanlış olur. Bir siyasi kriz olur. Oysa gerçek şudur. Kürt sorunu ancak diyalog ve müzakere yoluyla çözülebilir. Bu yolu kapatmak, çözümsüzlüğü dayatmak demektir.

Bu yol, Oslo müzakereleriyle açılmıştı. PKK’nın Silvan saldırısıyla bu yol kapandı.

Başbakan bunun böyle olmadığını kendisi açıkladı. “Görüşmeleri biz kestik. Silvan sonra oldu” dedi ve Silvan’la ilgili tartışmaya noktayı koydu. Bakın... Devletin KCK’li diye tutuklayıp cezaevine koyduğu on bin insan eğer müzakere başlasın diyorsa ve bunun için daha yeni açlık grevine gitmişse, sorarım size, bu devlet daha neyi bekliyor? Devlet müzakere için adım atarsa, bu talebin karşısına kim çıkabilir?

YARIN: PKK’LI GERİLLALARLA KUCAKLAŞMA NASIL OLDU? BU KONUDA ÖZELEŞTİRİ YAPILIYOR MU?

* NEŞE DÜZEL Taraf/ 03.12.2012

'Bila hêzên çekdar bên meydanê û xebata xwe eşkere bikin'

0
0
Partiya Yekîtiya Demokratîk (PYD) piştgirî da biryara daxuyaniya YPGê ya di derbarê Desteya Bilind a Kurd (DBK) de. Nûnerê PYDê ji Rûdawê re got: 'Bila hêzên çekdar bên meydanê û xebata xwe eşkere bikin.'

Nûnerê PYDê Dr. Mihemed Reşo ji Rûdawê re diyar kir ku ew piştgiriyê didin daxuyaniya Yekîneyên Parastina Gel (PYD) a ku tê de diyar kiribûn amade ne biryarên DBKê cîbicî bikin. Reşo herwiha got ku hêzên din ên çekdarî hebin bila derkevin meydanê.

Mihemed Reşo herwiha rexne li partiyên din kir û wiha axivî: "Em niha li rojavayê Kurdistanê di qonaxek hesas re derbas dibin. Ji hemû deman bêtir niha pêwistiya me bi yekîtî û yekdengiyê heye. Ger hêzên din ên çekdarî hene, çima ew hêz dernakevin meydanê û xebata xwe eşkera nakin û bi YPGê re parastina destkeftiyên rojavayê Kurdistanê nakin. Bila ew jî di bin banê DBKê de beşdarî parastina gel û xaka rojavayê Kurdistanê bibin.“

Reşo ku di heman demê de partiya wî endamê Encûmena Gel a Rojavayê Kurdistanê (EGRK) ye, di wê baweriyê de ye ku pêwistî bi hêzek çekdar a di bin fermana birêveberiyek hevbeş de heye. Reşo got: "Pêwîste hêzên biçûk û yên mezin ên çekdarî yên li rojavayê Kurdistanê di bin banê DBKê de bigihin hev û erkê parastina rojavayê Kurdistanê bigirin li ser milê xwe."

Mihemed Reşo wiha dawî li axaftinên xwe anî: "Çi hêzên leşkerî li rojava hebin, yan dîrekt yan jî îndîrekt girêdayî partiyên siyasî ne. Wexta îradeyek hevbeş ji bo yekîtiyê di nava hêzên siyasî de heye û di nava DBKê de kom gihane hev, divê ew hêzên leşkerî jî girêdayî biryara siyasiyan bin û li jêr DBKê kom bibin."
Sakar Ebdulazade/Rudaw

Dokunulmazlıklar ve çağrı

0
0
Sedat Yurtdaş*/ Yarın Salı. TBMM’de grubu bulunan partilerin grup toplantısı yapacakları gün. Başbakan Erdoğan’ın, geçen haftaki İspanya gezisi nedeniyle yapılmayan AK Parti grup toplantısı da böylece yapılacak. Bu toplantının diğerlerinden farkı, hiç olmazsa bir bölümünün basına kapalı yapılacak olması. Nedeni, biri doğal 9’u üye, toplam 10 BDP’li milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasındaki rahatsızlıkları gidermek. İlgiyle izlemeye çalışacağız.Çünkü daha şimdiden oyunun rengini belli ederek, dokunulmazlıkların gündeme getirilmesine açıkça karşı çıkan ve bunu deklare eden biri var. Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu. Ona Batman Milletvekili Ziver Özdemir de katıldı. Yalnız olmadıkları anlaşılıyor. Zaten yalnız olmaları eşyanın tabiatına da aykırı olurdu. Hatta aynı tutumu paylaşan ya da bu tutuma yakın duran 60 Kürt milletvekili olduğu yazılıyor. Bu nedenle feveranla, “CHP’yi çatlatan Kürtçü akım AKP’yi de sarstı!” şeklinde başlık atıyor gazeteler.

İşte, bu koşullarda gerçekleşecek olan grup toplantısında, rahatsız milletvekillerinin rahatsızlıklarının Başbakan tarafından dinlenileceği, ikna edilecekleri veya buna göre ortak bir yol izleneceği alenen konuşuluyor.

Dün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: “Her milletvekili işin bir yargı boyutunu, bir de siyasi boyutunu düşünerek, mutlaka en doğru kararı verecektir. Bu konuda bir grup kararı alınacağını da zannetmiyorum” dedi.

Sayın Arınç’a hemen hatırlatalım; Anayasanın yasama dokunulmazlığı konusunu düzenleyen 83. maddesinin son fıkrası “Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz” yasağını getirmiştir.
Dolayısıyla, eğer AKP bu konuyla ilgili olarak anayasaya bağlı kalacaksa, bırakın karar almayı, konuyla ilgili görüşme bile yapmamalı. Bu yasağı en iyi bilmesi gerekenlerden biri de, tıpkı Cumhurbaşkanı Gül gibi “2 Mart 1994 sivil darbe” sürecini yaşamış olan Sayın Arınç’tır.

Açık ki, dokunulmazlıkların kaldırılması süreci, zamanın “tik tak”larıyla birlikte işliyor.
Bu nedenle bir önceki yazının bitiş cümlesinden, “deyim yerindeyse bir tür “mucize”ye herkesin bulunduğu yerden katkıda bulunması” gerektiği temennisini, bir kez de buraya almalıyım.

Kanaatimce şu anda en büyük görev, AK Parti milletvekillerine düşüyor. Ölüm orucuna dönüşen açlık grevinin bitirilmesine ne kadar katkıları oldu bilemiyorum ama, diğer nedenleri saymazsak bile, hiç olmazsa Kürtlerden oy alarak seçilen –buna İstanbul, Ankara, İzmir, aslında Türkiye dahil- bu milletvekillerini tarihi bir görev bekliyor.

Ok yaydan çıkmadan, gerilmiş yayın gerilimini dikkatle düşürmek, dahası oku artık tamamen durması gereken yere, sadağına geri koymak…
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın “Türkiye 94'lerin Türkiye'si değil. Kürtler de 94'lerin Kürtleri değil” sözlerindeki gerçeği herkesin görmesi gerekir.

Temel politikalarını dahi üzerine inşa ettikleri o meşhur günlük anketlere ne derece yansıyor bilinmez, ancak AKP’nin bütün milletvekillerinin Sayın Başbakan’a istatistiksel bir gerçekliği hatırlatması gerekir: Kürtlerin AKP’nin partileşmesinde, iktidarlaşmasında ve Başbakanın siyasal geleceğini ister aynı makamda ister de Cumhurbaşkanlığıyla sürdürmesinde, belirleyici bir katkısı vardır. Bu yüzden;

Bir: Kürt sorunu çok yönlüdür.

İki: “Etnik” yönü hırpalanınca, etnik bağı olan herkes, -bu noktada Kürt milletvekilleri- de hırpalanmış olur.

Üç: Coğrafik yönü hırpalanınca, coğrafik bağı olan herkes –Tillo’lu MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural bile- hırpalanır.

Dört: Temsil yönü hırpalanınca, sadece Türkiye’deki değil, ticari açıdan vazgeçilmez hale gelen Kürdistan Bölgesel Yönetimi de dahil, bütün Ortadoğu, Kafkaslar ve Diaspora Kürtleri de hırpalanır.
Çok uzatmayalım. En hafif tanımlamayla, 1994 sivil darbesi, paslı bir kamanın Kürtlerin böğrüne sokulması etkisini yarattı. Daha büyük, daha paslı ve derine saplanacak kamayı bir kenara koymak ve varsa siyaseten açıkça, sözün gücüyle, hakikatle, halkın ve hakkın iknasıyla bu mücadeleyi siyasal zeminde tutmak AKP’nin, milletvekillerinin ve Başbakanın da asli görevidir.
Gel de iyimser ol!

syurtdas@gmail.com

*Radikal/03.12.2012

'Bi serokayetiya Dr. Berhem diçin Bexdadê'

0
0
Serokê Hikûmeta Herêma Kurdistanê radighîne ku ji bo çareserkirina kêşe û qeyrana niha di navbera Herêm û Bexdadê, biryare îro danê êvarê Serok Mam Celal vegerê Bexdadê û di rojên pêşde şandeke Herêmê bi serokayetiya Dr. Berhem serdana Bexdadê dike.

Ev gotinên Nêçîrvan Barzanî piştî temambûna duyemîn konfransa neft û gaze ya ku li Hewlêrê birêve çûbû hat.

Di kongireya rojnamevanî de Serokê Hikûmeta Herêma Kurdistanê Nêçîrvan Barzanî ragihand ku, bi mebesta çareserkirina kêşeya navbera Herêm û Bexdadê û ew qeyrana dirustbûyî, îro danê êvarê Serok Mam Celal vedigere Bexdadê.

Nêçîrvan Barzanî got: "Li çend rojên pêş de jî şandeke Herêma Kurdistanê bi serokayetiya Dr. Berhem, bo goftûgokirin û dîtina mîkanîzmekê bo çareserkirina kêşeyan bi awayekî aştiyane serdana Bexdadê dikin."

Her di wê kongireya rojnamevanî de Serokê Hikûmetê çendîn babet li ser kêşeyên niha di navbera Bexdadê û Herêmê û kêşeyên din yên neft û gaze anî ziman.

Xendan

AK Parti´li Özdemir: Umarım BDP’lilere dokunulmaz

0
0
Rizgarî Online/ Galip Ensarioğlu’nun, BDP´li Milletvekillerinin dokunulmazlığı oylanırsa “ hayır” diyeceğini açıklamasının ardından Ziver Özdemir de Taraf’a konuştu.Gazetede Hüseyin Özkaya imzasiyla bverilen haberde sunlar kaydedildi:“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın parti içinde dokunulmazlık fezlekelerine karşı çıkan vekilleri dinlemek için yarınki Meclis grup toplantısını iptal edip AKP Genel Merkezi’ne almasının yankıları sürüyor. Taraf ’a konuşan Batman Milletvekili Ziver Özdemir, “Sadece bir siyasi partiye mensup milletvekillerinin dokunulmazlıklarının Türkiye gündeminde tartışılıyor olması güzel bir şey değil” dedi.Hakkâri’de yollarını kesen PKK’lılarla kucaklaşan 10 vekil hakkında “silahlı terör örgütüne yardım etmek” suçundan TCK ve TMK uyarınca soruşturma açılması için izin verilmesi talebini içeren dokunulmazlık dosyasının, TBMM Adalet ve Anayasa Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyona havale edilmesinin ardından gözler, siyasi partilere ve özellikle de AKP’ye çevrildi. MHP, söz konusu vekiller için “Dokunulmazlıkları kaldırılsın” derken, CHP ise buna karşı çıkıyor.

1994 hâlâ zihinlerdeyken...

AKP’deki genel eğilim ise şimdilik, söz konusu vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, ancak milletvekilliklerinin düşmemesi yönünde. Ayrıca, birçoğu Doğu ve Güneydoğu illerinden olmak üzere 60 vekil, “1994’teki DEP örneğinin yarattığı tahribat ortadayken BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması hata olur” görüşünde. Bu vekillerden biri de, Ziver Özdemir. Taraf ’a konuşan Özdemir, “1994 yılındaki, vatandaşın beyninde ve zihninde bıraktığı o kötü izlenim, o kötü kareler hâlâ zihinlerde. Dokunulmazlık konuşulduğunda bölgedeki vatandaşın aklına ilk o görüntüler geliyor. Umarım böyle bir kareyle Türkiye bir daha karşılaşmaz. BDP’li vekillerin davranışları kabul edilebilir değil ama yine de bir siyasi partinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hoş değil. Genel olarak dokunulmazlık konusunda elbetteki gelecekse bütün siyasi partilerin dosyası, fezlekesi olan bütün milletvekillerinin gelmeli.”

RO/Ömer Kaçar

Buldan: Devlet ile İmralı arasında müzakere yok

0
0
Rizgarî Online/ BDP'li Pervin Buldan, basında çıkan haberler üzerine "Devlet ile İmralı arasında herhangi bir müzakere süreci başlamadı. Başlamış olsa askeri ve siyasi operasyonlar yapılmazdı" dedi.Buldan, düzenlediği basın toplantısında, Iğdır'da düzenlenen KCK operasyonlarını eleştirdi.Bunların, “AK Parti 'nin kazanamadığı belediyelere yönelik bir siyasi soykırım operasyonları” olduğunu savunan Buldan, “Yapılan bu hukuksuz operasyonların son bulmasını ve tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Eğer Türkiye bir hukuk devleti olacaksa ve Türkiye'de bir barış ortamına ihtiyaç varsa, tutuklu bulunan bütün arkadaşlarımız bir an önce serbest bırakılmalıdır” dedi. Buldan, bir soru üzerine, sadece BDP'nin değil, kürsü dokunulmazlığı hariç olmak üzere bütün milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılabileceğini söyledi.

“TÜRKİYE KAYBEDER”

Sadece BDP'ye yönelik dokunulmazlığın gündeme gelmesinin hukuki değil siyasi bir karar olacağını, bu durumda BDP'nin de bir siyasi tavır alacağını belirten Buldan, “Sadece BDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda kaybedecek olan Türkiye demokrasisi olur. Verilecek karar çok doğru olmalıdır. Bu karar Türkiye'nin kaderini belirleyecektir” diye konuştu.

İMRALI İLE MÜZAKERE BAŞLAMADI”

Bir gazetecinin “Devlet ile İmralı arasında görüşme olup olmadığı” yönündeki sorusu üzerine Buldan, “Devlet ile İmralı arasında herhangi bir müzakere süreci başlamadı. Başlamış olsa askeri ve siyasi operasyonlar yapılmazdı. BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığı gündeme gelmezdi. Müzakerelerin başlamasıyla birlikte Türkiye barış sürecine girecektir” dedi.

AA´nın haberine göre,“Milletvekillerinin 12 bin TL'ye kadar hediye alabilmesiyle” ilgili tartışmaların hatırlatılması üzerine de Buldan,´Milletvekili istediği kişiye istediği miktarda hediye alabilir. Önemli olan manevi değeridir. Milletvekiline verilecek hediye de aynı şekilde´ diye konuştu.“

RO/Ömer Kaçar

KCK: Kürt gençliği sessiz kalmayacak

0
0
Rizgarî Online/ KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Dîyarbekîr´de HPG savascilarinin cenaze töreninde yapılan saldırılara sert tepki göstererek, “Bu alçakça zulüm karşısında Kürt gençliği sessiz kalmayacaktır” dedi.ANF´nin haberinde sunlar kaydedildi:“Öcalan’a yönelik devam eden tecrit ve BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması yönüne atılan adımlara da dikkat çeken KCK, “AKP uygulamaları Kürt halkının hiçbir hassasiyetini gözetmeyen, tüm köprüleri uçurmayı hedefleyen bir politika içermektedir” vurgusunu yaptı.KCK’nin AKP’nin rejiminin Diyarbakır’da üç gün boyunca gerilla cenaze törenlerine yaptığı saldırılar ve halkın gösterdiği direniş ardından yaptığı açıklamada, halkın cenazeleri sahiplenmesinin AKP faşizmine verilmiş bir yanıt olduğunu kaydetti.Sert mesajlar içeren KCK’nin açıklaması şöyle: “Partimiz PKK’nin kuruluş yıldönümü Kürdistan’ın 4 parçasında ve yurtdışında bu yıl çok daha büyük bir kitlesel katılım ve coşkuyla kutlanmıştır. Geleceğini özgürlük mücadelesinde gören halkımızın bu tutumu takdire şayan bir tutumdur. AKP sisteminin Kürdistan’da estirdiği devlet terörü, baskı ve zulüm politikalarına rağmen, halkımızın PKK’nin kuruluş yıldönümünü bu düzeyde karşılaması, yine 68 gün süren açlık grevi direnişi sürecinde kendi öncü evlatlarını yalnız bırakmaması ve her türlü faşizan uygulamalara rağmen serhildan hareketini ileri bir düzeye taşıması ile en son şehit evlatlarının cenazelerine sahip çıkmada Amed, Van, Dîlok ve Pîrsûs’da sergilediği kararlı kitlesel tutum AKP-Gülen Cemaati Koalisyonu tarafından KCK adı altında sürdürülen Siyasi Soykırım Operasyonları’nın hiçbir sonuç almadığını, halkımızın serhildan direncinin daha da yükselmiş olduğunu gözler önüne sermiştir.

Kürt halkının Amed’de, kahramanca direnerek şahadete ulaşan, kendi öz evlatları Dijwar Amed (Hakan Ceylan) ve Axin Viyan (Hicran Gersiyor) yoldaşların naaşlarını törenle toprağa vermek için 3 gün boyunca büyük bir azimle direniş sergilemesi ve AKP’nin faşist zulmüne rağmen bunu başarmış olması bir kahramanlık örneğidir. Aynı zamanda cesaretin simgesi, yılmaz komutan Gabar Faraşîn’in (Nazım Işık) Van’da, yiğitliğin ve onurun simgeleri Axîn Jiyan (Emine Oran) ve Delil Dilok ’in (Murat Bilgiç) Pîrsûs ve Dîlok’da halkımız tarafından büyük serhildanlarla sahiplenilmesi halkımızın AKP faşizmine karşı vermiş olduğu bir cevaptır.

BU ALÇAKLA SALDIRI KARŞISINDA SESSİZ KALINMAYACAK

AKP hükümeti, Kürdistan üzerindeki sömürgeci amaçlarını gerçekleştirmek için bugün Kürdistan’da yaygınlaştırılmış ve gittikçe derinleştirilen insanlık dışı bir savaş yürütmektir. Kürt halkının en doğal talepleri karşısında zerre kadar hukuk ve demokratik yaklaşım taşımayan, tamamen sömürgeci-faşist özel savaş uygulamalarıyla Kürt halkını sindirme yöntemleri uygulanmaktadır. Ortadoğu toplumlarının ahlaki değer yargılarını hiçe sayan, kadın, çocuk, ihtiyar demeden herkesi coplayarak, sokak işkencesine tabii tutan bu faşist zihniyetin amacı Kürt halkının gözünü korkutmak, halkımıza boyun eğdirmek ve teslim almaktır. Aynı anda binlerce gaz bombası kullanma, tazyikli su sıkma ile en iğrenç yöntemleri kullanarak halkımızın iradesine karşı her gün suç işlenmektedir. 70’lik Kürt analarını yere seren bu faşist zihniyet sahipleri bilmeli ki, yaptıkları bu alçakça zulüm karşısında Kürt gençliği sessiz kalmayacaktır.

HİÇBİR ŞEREFLİ KÜRT GENCİ SESSİZ KALMAMALI

AKP’nin en son Amed’de sergilediği vahşet, halkımızın iradesine karşı göstermiş olduğu büyük saygısızlık, tabutlarımıza bile elini uzatarak arama yapan, halkımızın değer yargılarıyla oynamak ve halkımızı rencide etmek için her türlü yöntemi kullanan bu sömürgeci, egemen ve ırkçı uygulamalar karşısında onurlu, haysiyetli ve şerefli hiçbir Kürt genci sessiz kalmamalıdır. Bu zulme dur demek, bu alçaklığa son vermek, anaların gözyaşını dindirmek ve Kürt halkının özgürlük hayallerini gerçeğe dönüştürmek için şerefli tüm Kürt gençliğini gerilla saflarına katılmaya, tüm halkımızı daha güçlü bir biçimde zulme karşı başkaldırmaya ve serhildanlarını yükseltmeye çağırıyoruz.

ISRARLI BİR ŞEKİLDE TECRİT SÜRDÜRÜLÜYOR

Zindandaki özgürlük mücadelesinin militanları, sergiledikleri büyük kararlılık ve direniş tutumuyla PKK militanlığının neler yapabileceğini ortaya koymuşlardır. Önder Apo’nun çağrısı ve müdahalesi temelinde sona erdirilen bu büyük direnişin ulusal ve uluslararası düzeyde yarattığı büyük bir etkinin olduğu açıktır. Açlık grevlerinin yarattığı bu etkiyle demokratik çözüm sürecinin zemini daha da uygun hale getirilmiş olmasına rağmen tam olarak 494 gündür Önder Apo üzerinde sürdürülen tecrit sisteminde herhangi bir gevşeme olmamıştır. Hiçbir hukuki ve ahlaki temeli olmamasına rağmen, hukuk dışı bir biçimde Türk Başbakanı Erdoğan’ın talimatı temelinde sürdürülen bu tecrit çeşitli biçimlerde gündemler oluşturularak kamufle edilmeye çalışılmaktadır. En son bugün bir gazetede, “Avukata gerek yok” biçiminde manşet atılarak gerçekler tamamen tersyüz edilmeye çalışılmıştır. Gerçek şu ki ısrarlı bir biçimde tecrit sürdürülmekte ve herhangi bir biçimde yumuşama ortamı bırakılmamaktadır.

AKP TÜM KÖPRÜLERİ UÇURUYOR

Kürt Halk Önderi Başkan Apo yaptığı çeşitli girişimlerle Türkiye’nin demokratik-özgür birliğinin gelişmesi için tüm köprülerin uçurulmaması ve var olan köprülerin muhafaza edilmesi için çaba göstermektedir. Ancak AKP uygulamaları Kürt halkının hiçbir hassasiyetini gözetmeyen, tüm köprüleri uçurmayı hedefleyen bir politika içermektedir. En son BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla var olan tüm köprüleri uçuracak ve Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözüm olanaklarını tamamen ortadan kaldıracak bir yönelime girmiş olmasını tüm kamuoyu dehşetle izlemektedir.

Filistin için özgürlük ve demokrasiden bahseden, dışarıda demokrasi havarisi kesilen AKP hükümetinin iş Kürtlere gelince tamamen kapkara bir yüreğe, faşist-ırkçı bir zihniyete sahip olduğu gerçeğini tüm dünya kamuoyu ibretle izlemektedir. Özellikle ABD ve AB gibi belli başlı uluslararası sermaye güçleri ekonomik ve siyasi çıkarları uğruna AKP’nin bugün Kürdistan’da uyguladığı insanlık dışı vahşete, en doğal bir insan hakkı olan anadilde eğitim hakkına bile ırkçı politikalarla saldırıya geçmesine ses çıkarmamaktadır. İçeride basını bastıran, dışarıda ise uluslararası güçlerin çıkarları uğruna Türkiye’yi peşkeş çektiği için uluslararası basının da ağzını bağlayan bu faşist zihniyet Kürdistan’da dilediği gibi at oynatmakta ve her türlü çağdışı vahşeti uygulayarak bunu meşru gibi gösterebilmektedir.

KÜRT HALKI BU VAHŞETİ KABUL ETMEYECEK

Ancak bütün bu çifte standartlı uygulamalara, ikiyüzlü politikalara ve sömürgeci-faşist uygulamalara karşı halkımızın özgürlük mücadelesi kendi özgücüne dayanarak gereken cevabı verecek düzeye gelmiş bulunmaktadır. Kürt halkı artık, uygulanan bu insanlık dışı vahşeti hiçbir biçimde kabul etmeyecek, yurtsever Kürdistan gençliği ve özgürlükçü Kürt kadını daha fazla örgütlenerek tüm yurtsever halkımızın büyük fedakarlığıyla özgürlük mücadelemiz tarihin bu önemli aşamasında bir insanlık davası olan Kürt halkının özgürlük davasını zaferle sonuçlandıracaktır.

Bu temelde tüm yurtsever halkımızı ve Türkiye’de zulme karşı çıkan bütün demokratik çevreleri AKP’nin Kürt halkına karşı uyguladığı bu zalimce zulüm siyasetine karşı demokrasi, özgürlük ve kardeşlik mücadelesini yükseltmeye, saflarını daha fazla sıklaştırmaya, sömürgeci, ırkçı ve faşist uygulamalara dur demeye çağırıyoruz.”

RO/Zilan Dersim

Öcalan avukat istemiyor

0
0
Rizgarî Online/ Öcalan avukat istemiyor: Önemli olan Müzakere… Öcalan 'ın avukatlarının 27 Temmuz 2011'den bu yana müvekkilleriyle görüşmek için yaptığı 138'inci başvuru da reddedildi. Avukatlara, 'koster bozuk' ya da 'hava muhalefeti' gerekçeleriyle olumsuz yanıt verildi. Akşam gazetesinden Helin Alp’ın haberine göre, bütün bu iletişim kopuklunun nedeni Öcalan’ın 'şimdilik avukatlara gerek yok, önemli olan müzakereler' düşüncesini benimsemesi.Açlık grevi sürecinde iki kez adaya giden TC MİT 'i ile diyaloğu sürdüren Öcalan'ın güncel ve siyasal konularda değerlendirme yapmamak için avukatlarla görüşmediği, ancak çözüme ulaşılması durumunda görüşmek isteyebileceği ifade ediliyor. Öcalan'ın TC MİT´i ile son görüşmeyi, kardeşi Mehmet Öcalan'ın ziyaretinden 6 gün önce yaptığı bildirildi. Kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla, 'Hiçbir tereddütte kalmadan bir an önce açlık grevine son versinler' çağrısını iletmişti.

ÖYLE DEDİĞİNİ BİZ DE DUYDUK

Haberde Öcalan'ın 'avukatlarla şimdilik görüşmeye gerek yok' sözlerinin BDP cephesinde de bilindiği ve ancak TC MİT'i ile yapılan görüşmelerin içeriğine ilişkin bilgi akışının olmadığı iddia edildi.

Wan Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk, 'Görüşmelerin kesildiğini hiç düşünmedim ancak önemli olan çözüm odaklı projeyle gidilip gidilmediği.Avukatlarıyla görüşmek istemediği konusu spekülasyon da olabilir' diye konuştu. Dîyarbekîr Milletvekili Nursel Aydoğan ise 'Öcalan'ın 'avukatlarla görüşmeye şimdilik gerek yok' dediğini biz de duyduk. Öcalan böylelikle önceliğini 'devletle müzakereye' verdi. Umarız olumlu sonuçlanır. Ancak güvenlik politikalarının da giderek arttığını görüyoruz' yorumu yaptı.

RO/Zilan Dersim

YPG bir tabur daha kurdu

0
0
Rizgarî Online/ Kürdistan’ın Batı Bölgesinde bulunan YPG, Afrin’in Cinderes ilçesinde de bir tugay kurarak, tugay sayısının 7’ye çıkardı. ANF´nin haberine göre,”19 Temmuz 2012’de resmi olarak ilan edilen Halk Savunma Birlikleri (YPG), Batı Kürdistan’ın her tarafında örgütleniyor. Binlerce gencin son aylarda YPG saflarına katıldığı bildiriliyor. YPG Genel Komutanlığı Afrin kentinde daha önce kurulan “Şehid Çekdar” Tugayı ardından bu kente bağlı Cinderes’te de “Şehin Nalin” adı altında bir tugay oluşturduklarını bildirdi. “Şehid Nalin” Tugayı 2 Aralık günü düzenlenen askeri bir törenle ilan edildi. YPG kadın ve erkek savaşçılardan oluşuyor.

Cinderes’te kurulan tugayla birlikte YPG’nin Batı Kürdistan’daki tugay sayısı 7’ye yükseldi.

Oluşturulan tugaylar şöyle: Afrin bölgesinde “Şehid Çekdar” ve “Şehid Nalin” tugayları, Dêrik bölgesinde “Şehid Lewend” ve “Şehid Bawer”, Qamişlo’da “Şehid Sarya”, Kobani’de “Şehid Sadiq” ve Serêkaniyê’de “Şehid Abid Xelil” tugayı.

Serêkaniyê'de 3'ü çocuk 6 Kürt hayatını kaybetti

Bu arada Suriye rejiminin Batı Kürdistan’ın Serêkaniyê kentine düzenlediği hava saldırısında hayatını kaybedenler arasında 3’ü çocuk 6 Kürdün olduğu öğrenildi.

Suriye savaş uçakları bugün saat 10.00 ile 10.20 arasında iki kez Mehete mahallesindeki Dewara El Elav sokağına saldırıda bulundu. Silahlı grupların mahallede bulunduğu gerekçesiyle yapılan saldırıda çok sayıda silahlı grup mensubu ile sivil hayatını kaybetti. Yaşamını yitirenlerden 3’ü çocuk 6’sının Kürt olduğu öğrenildi. Bunlardan 5’inin aynı aileden olduğu edinilen bilgiler arasında.”

RO/Cemil Süphan

Hiç bir Irak diktatörü Kürdleri bu derecede rahatsız etmedi!

0
0
Rizgarî Online/ Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) Pêşmerge Bakanlığı Basın Yayın Bilgilendirme Merkezi Müdürü Halgurt Hikmet Mala Ali, bölgede ortamın çok gergin olduğunu belirterek,sorunun diyalogla çözülmesi için Cumhurbaşkanı Celal Talebani’nin yeni bir heyetle Bağdat’a gideceğini söyledi.Kerkük yakınlarında 21 Kasım’dan bu yana konuşlanan Pêşmerge güçlerini ziyaret eden Mala Ali, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ”Bölgede ortam çok gergin. Cumhurbaşkanı Celal Talebani, Bağdat ile Erbil arasındaki sorunun diyalog yoluyla çözülmesi için önümüzdeki günlerde yeni bir heyetle Bağdat’a gidecek. Biz Sayın Cumhurbaşkanı’nın yapacağı görüşmenin sonucunu bekliyoruz. Barışın sağlanması dışında bir önceliğimiz yok. Tarihimiz boyunca her zaman barışçıl bir şekilde haklarımızı elde etmeye çalıştık ve çalışıyoruz" şeklinde konuştu.Barış için çaba gösterdiklerini vurgulayan Mala Ali, dost ülkelerin ve Irak’ın siyasi taraflarının Bağdat ile aralarındaki tansiyonu düşürebileceklerini umduklarını belirtti.

"Bölgemizi savunmaya hazırız"

"Askeri yönden hazırlıklarımızı yaptık" diyen Halgurt Ali, istenmeyen herhangi bir durum için bölgelerini savunmaya hazır olduklarını kaydederek "Barışı önceliyoruz bunun yanında kendimizi savunmayı da biliyoruz. Herhangi bir saldırı olursa elbette kendimizi savunmayı seçeriz” dedi.

Federal Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından yaptığı basın açıklamasında "Eğer savaş çıkarsa bu savaş Irak yönetimi ile Kürdler arasında olmaz, Kürdler ile Arapların savaşı olur" sözlerinin hatırlatılması üzerine Mala Ali, "Irak’ın tarihine bakıldığında bugüne kadar herhangi bir Irak yöneticisi, başkanı veya diktatörü Kürdleri bu derecede rahatsız etmedi. Maliki’nin kullandığı dil kargaşaya sebep oluyor. Bence Irak Başbakanı’nın başka bir şekilde konuşması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Bu arada, Kerkük yakınlarında konuşlanan 1. Savunma Gücü Komutanı Mesud Barzani’nin kardeşi Sihat Barzani’yi ziyaret eden Pêşmerge Bakan Yardımcı Enver Hacı Osman, Pêşmergelerin mevzilerini gezdi. Ziyaret esnasında Pêşmergelere moral vermek için gelen bir sivil toplum kuruluşu da Hacı Osman ve Sihat Barzani’ye bayrak hediye etti.

RO/Zilan Dersim

Saddam'a kim silah verdi?

0
0
John Simpson*/ Yaklaşık 25 yıl önce Irak askerleri kimyasal silah kullanarak Kürt kenti Halepçe'de binlerce sivili öldürdü. Bu silahları hangi ülkelerin sağladığını ortaya çıkarmak için adımlar atılıyor.16 Mart 1988'de Halepçe'ye yapılan kimyasal silahlı saldırı sonucunda ortaya çıkan görüntü, hayatımda gördüğüm en kötü görüntüydü. Sokaklar, duvar dipleri kıvrılmış cesetlerle doluydu. Yakından baktığımda çoğunun birini korumaya çalışırken öldüğünü gördüm. Korumaya çalıştıkları bebekleri, çocukları ya da eşleri de ölmüştü.Saddam Hüseyin'in askerlerinin Halepçe'nin Kürt nüfusuna ders vermek için rastgele attıkları sinir gazlarından korunmanın yolu yoktu.

Daha önce İran-Irak savaşı sırasında askerlere karşı kullanılan kimyasal silah saldırısı sonucunda ortaya çıkan dehşetli manzaraya tanık olmuştum. Ama bu sinsi, zalim gazların savunmasız kadın, erkek ve çocukları ne hale soktuğunu görmek daha kötüydü.
Irak hava kuvvetlerinin bıraktığı bu gaz bombaları ani etki göstermişti. Bu bombalardan birinin düştüğü bir odada yemek yeniliyordu.

Herkes ölmüştü; ama herşeyin bir-iki saniye içinde gerçekleştiği belliydi. Yaşlı bir adam ekmeğini ısırırken ölmüştü. Bir başkasının ise gülümsemesi sanki bir fıkranın ortasında asılı kalmıştı.
Diğerlerini ise yavaş ve acılı bir ölüm bulmuştu.
Vücudu neredeyse bir çember gibi kıvrılmış, başı ayaklarına değen bir kadın görmüştüm. Giysileri kan ve kusmukla kaplı, yüzü dayanılmaz bir acıyla buruşmuştu.

Sinir gazı ve hardal gazı

Neden ölmüştü bu insanlar?

İran-Irak savaşının son haftalarında Halepçe halkı, İran askerlerini sevinçle karşıladıkları için. Saddam Hüseyin ve "Kimyasal Ali" lakaplı kuzeni Ali Hasan el Macid onlara bir ders vermek istemişti.

Irak hava kuvvetleri Halepçe'de değişik kimyasal silahlar kullandı: VX, Sarin ve Tabun gibi sinir gazları yanında, çok daha korkunç ve ilkel olan, Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma ''hardal gazı'' bunlar arasındaydı.

Kullanılan bombalardan bazısı bugün Halepçe'de bir müzede sergileniyor. Çoğunun içinde bir pervane bulunuyor, kimyasal maddeleri karıştırmak için.
Gazlı saldırıdan önce iki gün üst üste bildik bombalı saldırı yapılmıştı. Kimyasal Ali, gazların etkisini artırmak için evlerin camlarını kırmayı planlamıştı sanki.

İran hava kuvvetleri benim de içinde bulunduğum küçük bir grup yabancı gazeteciyi Halepçe'ye götürdü. İran hükümeti, Saddam Hüseyin'in kendi halkına karşı işlediği suçu sergileyererek bir propaganda zaferi kazanacağını düşünüyordu.
İranlı yetkililer saldırıdan sağ kurtulanların ölülerini gömmesini engellemişti, biz gittiğimizde görelim diye.

Beş bin ölü

Peki kaç kişi ölmüştü Halepçe'de? Belçikalı bir kimyasal silah uzmanıyla dolaşıp cesetleri saymaya çalışmıştık.

Zaman azdı. Iraklılar bizim orada olduğumuzu biliyordu; bizim oraya inişimiz sırasında helikopterlerimize ateş açmışlardı. Belki bize karşı kullanmak üzere yeni kimyasal silahlarla geri geleceklerini düşünüyorduk.

Bu nedenle sayma işlemimiz acele ve yetersiz olmuştu. Ama 5 bin ceset olduğunu tahmin ediyorduk. Bazıları da dağ yolundan İran'a geçmeye çalışırken dağ eteklerinde ölmüştü.

Bu rakam kesin olmasa da Halepçe saldırısı konusunda uzman kişilerce kabul görmüş bulunuyor.
Aradan çeyrek asır geçti; ama dehşet sona ermiş değil. Bombalama sırasında insanların sığınak olarak kullandığı bodrumlarda hâlâ hardal gazı kalıntılarına rastlanıyor.

Hızla buharlaşan sinir gazının tersine hardal gazı havadan daha ağır olduğu için dibe çökerek küçük baloncuklar oluşturuyor ve bunlar bugün de tehlike arz ediyor.

İçinde bulunduğum ekip, bir evin bodrum katına inmişti. Oradaki eski halıda saklı kalan gaz artıkları gözlerimizde yanmaya ve saatler süren baş ağrısına yol açmıştı.

Yerde, gaz soluyarak ölmüş ve kaskatı olmuş iki sıçan ve bir kedi iskeleti vardı. Yakındaki başka bir bodrumda yine gaz kalıntısını soluyan bir adamın öldüğünü söylediler.

İngiltere'nin Porton Down'daki askeri bilim kuruluşunun eski çalışanlarından kimyasal silah uzmanı Hamish de Bretton-Gordon, Kürt yönetimi ile Halepçe'deki gaz kirliliğine çözüm yollarını tartışıyor.
Bretton-Gordon şunları söylüyor:

"Yeni bina yapıldığında temel kazılırken hardal gazı baloncuklarına rastlanıyor ve bu yüzden insanlar ölüyor. Bu konuda yardımcı olmaya çalışıyoruz; gaz belirtisi görürsek insanları koruyucu önlemler almak istiyoruz. Halepçe temizlendiğinde diğer bölgeler gibi kalkınabilir."

Bretton-Gordon, Halepçe'de kullanılan kimyasal silahları Saddam Hüseyin'e kimin sağladığı sorusuna cevap vermenin de mümkün olabileceğini söylüyor.

'Gazların kaynağı tespit edilebilir'

"Bodrumlarda rastladığımız gibi toplu mezarlarda da hardal gazı kalıntılarına ulaşmayı ümit ediyoruz. Ve bu gazı temel molekül bileşenlerine ayırabilirsek eldeki örneklerle kıyaslama olanağımız olacak."
Bretton-Gordon böylece hardal gazının kimyasal bileşenlerini hangi ülke, hatta hangi fabrika kaynaklı olduğunun tespit edilebileceğine inanıyor; ancak aynı şey sinir gazları için geçerli olamayacak.
"İmalatçılardan örnek almak zor olacaktır; ama bunu yapar ve kaynak bulunursa ortaya güçlü bir delil çıkmış olacak ve Uluslararası Ceza Mahkemesi bu konuda karara varmak durumunda kalacaktır... Ama Irak'taki mevcut kimyasal depolardan örnek alınıp bunlar üzerinde çalışmak da mümkündür."

Bölgesel Kürt Yönetimi'nin bu planları onaylaması gerekiyor. Yetkililer, toplu mezarların açılmasına karar vermeden önce yöre halkına ve bazı şirketlere danışmak istediklerini belirtiyor.

Ama bu korkunç silahları kasıtlı olarak tedarik eden yabancı şirketler cezasız kaldığı sürece bu tarjik sayfanın kapanması mümkün görünmüyor.

'Boynumuzun borcu'

Irak Cumhurbaşkanı'nın oğlu ve Bölgesel Kürt Yönetimi'nde bakan olan Kubat Talabani, "Ne olduğu ve nasıl olduğuna dair ayrıntılı bilgi edinmek, hem kendi açımızdan hem de kurbanlar açısından boynumuzun borcu" diyor.

Kimyasal maddeleri tedarik eden yabancı şirketler tespit edilirse onlara karşı harekete geçilecek mi sorusuna Talabani şöyle cevap veriyor:
"Kesinlikle, kesinlikle. Bu konuda çok ciddiyiz; kurbanların aileleri çok ciddi."

Büyük bir kimyasal savaş gücüne sahip Rusya'nın Saddam Hüseyin'e istediği malzemeyi sağladığı düşünülüyor.

Dönemin Batı Almanya hükümeti de kimyasal silahların satışını yasaklayan uluslararası anlaşmalardan muaftı. Başka ülkeler de işin içinde olabilir.

Peki Halepçe'deki korkunç acılardan olumlu bir sonuç çıktı mı? Tuhaf ama, evet. Burada olanlar uluslararası arenada vicdanları rahatsız etti ve üç yıl sonra İngiltere ve ABD, kuzey Irak üzerinde uçuş yasağı ilan etti.

Bu durum Saddam'ın Kürtlere saldırmasına engel olduğu gibi, onların Bağdat'ın denetimi dışında kalkınmasını da sağladı.

1990'lardan itibaren elde edilen petrol gelirleri, Halepçe de dahil olmak üzere Kürt kentlerinde büyük bir dönüşüme yol açtı.

Fakat Halepçe'de hiç kimse 1988'de o gün yaşananları asla unutamaz. Bu olay hakkında konuşan öğrenciler hâlâ gözyaşına boğuluyor.
Bombaların kimyasal etkisiyle bağlantılı olabilecek kanser vakalarına bugün bile rastlanıyor.

*BBC News/03.12.2012

Barzani: Maliki sınırlarını aşmamalı!

0
0
Rizgarî Online/ Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Zeman gazetesine verdiği demeçte Kürdistan Bölgesinin Irak anayasasına bağlı olduğunu belirterek; “Biz yasaların adil olmasını ve hiçbir kesimin diğerinin sınırlarını ihlal etmemesini istiyoruz. Kürdistan Irak’ın toprak bütünlüğüne bağlıdır ve onun bölünmesinin nedeni olamaz” dedi.Dengê Azad com´da yer verilen habere göre,”Irak’ın tüm Iraklılara ait olduğunu ve hiç kimsenin Kürtleri bundan ayrı tutamayacağının altını çizen Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani; “Kürtler Irak’ın başlıca ortağıdır ve bu anayasada da adil bir şekilde yer almaktadır. Irak başbakanı Maliki anayasaya bağlı kalmalı ve sınırlarını aşmamalıdır” dedi.Dicle Operasyon Komutanlığı ile ilgili de konuşan Barzani; “Irak anayasasına aykırı olan bu güç derhal lağvedilmelidir. Bu güç diktatörlüğü Irak’a geri getirmek için kurulmuştur. Maliki, kendisinin önünde boyun eğilmesini istediği bir politika izliyor ve bu politika ile de Kürdistan Bölgesini dize getireceğini sanıyor. Ancak biz Allah’tan başka hiç kimsenin önünde diz çökmeyiz” ifadesini kullandı.

Irak ordusunun tartışmalı bölgelere konuşlandırılması ile ilgili de konuşan Barzani; “Maliki, kendi danışmanlarını Irak ordusunun ağır silahlarla tartışmalı bölgelere konuşlandırılması için teşvik ediyor. Bu şekilde Kürtleri anayasal hakları olan Irak anayasasının 140. maddesinden vazgeçirmek istiyor” dedi.

Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Irak Başbakanı Maliki’nin Irak Cumhurbaşkanlığı ve Parlamentosu tarafından kendisine tek taraflı kararlar alma fırsatı sunulduğunu belirterek; “Bu fırsat Maliki’ye diktatoryal ilişkiler kurmasına sağladı. İlk olarak ben Maliki’nin diktatoryal kararlarına karşı çıktım ancak destek bulamadım” diye konuştu.”

RO/Cemil Süphan
Viewing all 16522 articles
Browse latest View live